Uzayıp giden mahalle maçlarını bitirmek için kullanılan bir futbol deyiminden ismini alan ‘Atan Kazanır’ (Next Goal Wins), yaşanmış olayları konu alıyor. Yönetmen Taika Waititi, filmde canlandırdığı anlatıcı / rahip karakterinin ağzından hikâyenin ‘biraz abartıldığını’ daha en baştan itiraf ediyor ve komedi türünde kurmaca bir film sunuyor bize.
Sadece gerçekleri görmek isteyenlere Mike Brett ve Steve Jamison’ın yönettiği 2014 yapımı ‘Next Goal Wins’ adlı belgeseli önermek mümkün. Kaldı ki, Taika Waititi de Iain Morris ile yazdığı senaryoda bu belgeseli temel alıyor. Ama söz konusu belgeseli hiç seyretmeden, yazılı haber kaynakları üzerinden yapacağınız herhangi bir küçük araştırmada dahi Waititi’nin olayların özünü saptırmadığını, olup bitenleri karikatürize ettiğini görebiliyorsunuz.
‘Atan Kazanır’, tarihe geçen 11 Nisan 2001 yılındaki o meşhur 31-0’lık maçın arşiv görüntüleriyle başlıyor. Avustralya’nın, Dünya Kupası Grup Elemeleri’nde Amerikan Samoası’nı ‘her 3 dakikada bir gol’ ortalamasını dahi geçerek hezimete uğrattığı bu inanılmaz maç, zamanında futbol çevrelerinde çok konuşulmuştu. Hatta maçtan sonra FIFA’da, Pasifik’teki küçük ada ülkelerinin amatör takımlarını güçlü futbol geleneğine sahip ülkelerle karşı karşıya getirmemenin yolları aranmıştı.
Film, tabi ki FIFA’daki bu arayışlara değil; Amerikan Samoası ulusal futbol takımının, tarihi hezimetin ardından ayağa kalkma çabalarına odaklanıyor. Adanın federasyon başkanı Tavita’nın (Oscar Kightley) yardım çağrısı üzerine ABD Futbol Federasyonu, Avrupa kökenli tecrübeli teknik direktör Thomas Rongen’i (Michael Fassbender) Amerikan Samoası’na göndermeye karar veriyor. Bu arada, teklifi duyar duymaz reddeden Rongen’in ‘kibarlık, ekip çalışması ve sunum ciddiyeti’ ile ikna edildiği toplantı sahnesinin hayli eğlenceli olduğunu not edelim.
Rongen, kariyerindeki kötü gidişi durduramayan ve öfke kontrolü problemi nedeniyle sorunlar yaşayan bir teknik direktör. Adaya gelir gelmez, yeni görevini kendi açısından bir tür ‘mecburi hizmet’ olarak gördüğünü anlamak zor değil. Futbolcular da küçümsenmekten dolayı rahatsız olunca aralarındaki sorunlar, daha ilk antrenmanda başlıyor.
‘Başarıya aç spor takımının, yeni bir teknik direktörle ayağa kalkıp toparlanması’ hiç kuşkusuz eski bir spor filmi şablonu… Şablonun vazgeçilmez özelliklerinden biri ise takımla teknik direktör arasındaki ilişkinin kötü başlaması... ‘Atan Kazanır’ın farkı, taraflar arasındaki sorunlu ilişkinin sadece başlarda değil, filmin önemli bir bölümünde sürüp gitmesi…
Başlangıçta hiçbir şekilde işin ucundan tutmak istemeyen Rongen’in önüne, ‘Elemelerde sadece bir gol atsak yeter’ gibi mütevazı bir hedef koyan Başkan Tavita, en azından antrenmanların sürmesini sağlıyor. Her iki taraf da kendince adımlar atıyor ama Rongen ile takım arasındaki uyumsuzluk ve iletişim sorunu bir türlü bitmiyor. Çünkü iki ayrı dünyayı temsil ediyorlar. Filmin mizahı, bu iki ayrı dünyanın karşı karşıya gelmesinden besleniyor.
Sadece futbol mantalitesiyle ilgili bir sorun değil bu… Rongen öğretmek ve kendinden bir şeyler vermek için gerçekten çabalıyor. Futbolcular da öğrenmek, daha iyi olmak için ellerinden gelen gayreti gösteriyorlar ama takım sürekli bir yerde tıkanıp kalıyor; ilerleyemiyor. Çünkü son bölümdeki soyunma odası konuşmalarının açıkça ortaya koyduğu gibi en başından beri iki farklı zihniyet karşı karşıya geliyor.
Daha ilk anlardan Rongen, adadaki hayatı anlamakta zorlanıyor. Sözgelimi, adalılar çan çaldığında bir anda durup dua edebiliyorlar. Pazar günlerinde kiliseye gitme konusunda hassaslar. İnançlı, dindar olmalarının yanı sıra son derece açık görüşlüler. Rongen’i en çok şaşırtan da bu oluyor.
Homofobik bir futbol ortamından gelen Rongen, takımdaki transbirey oyuncu Jaiyah Saelua (Kaimana) karşısında ne yapacağını bilemiyor; hatta takımda olmasına dahi inanamıyor. Adadaki eşcinsel ve transbireylerin asla dışlanmadıklarını, tam aksine toplumun değerleri olarak kabul edildiklerini keşfetmesi, onun için farklı bir tecrübe oluyor. Bu arada, Jaiyah’ın hayali bir karakter değil, Amerikan Samoası’nda futbol oynayan gerçek bir oyuncu olarak filmde yer aldığını ve onun da tarihe geçtiğini belirtelim.
‘Atan Kazanır’, Rongen’in kendi içindeki homofobiyle yüzleştiği bir film. Finale doğru Avrupa futbol çevrelerinden gelen iki arkadaşı, Rongen’in içinden çıktığı cinsiyetçi kültür hakkında daha net bir fikir veriyor bize. Ayrıca, Jaiyah’ın, Rongen’in takımla kurduğu ilişkiler açısından anahtar bir karakter olduğunu belirtmem gerek.
Filmin en sevdiğim yanı, ABD’de çalışsa dahi temelde Avrupa futbol kültürünün temsilcisi olan Rongen’in futbol oyunu üzerine hayatının en önemli derslerinden birini Amerikan Samoası’nda alması oldu. Rongen, onlara futbolla ilgili bildiği her şeyi öğretiyor ama asıl atladığı noktanın ne olduğunu çok geç anlıyor. Çünkü mesele ezberden yapılan motivasyon konuşmalarının çok ötesinde futbolun temelde bir oyun olmasıyla ilgili. Filmin sokak arasında oynanan futbol maçlarına gönderme yapan adı da aynı noktaya işaret ediyor. Özetlersek, Rongen tümüyle ‘kazanma hırsı’ fetişizmi üzerinde şekillenen zihniyetle başarılı olamıyor. Avrupa ve ABD’de tutan formül, Amerikan Samoası’nda işlemiyor.
Rongen ile Amerikan Samoası ulusal futbol takımı, aslında bir çeşit kader birliği içinde. Ayrı yaşadığı eşi Gail (Elisabeth Moss) de bir sahnede, asıl kurtulması gerekenin Rongen olduğunu açıkça söylüyor zaten. Evet, ilk bakışta Rongen kurtarıcı olarak geliyor takımın başına ama film ilerledikçe, kimin kimi kurtardığı belirsizleşiyor. Takımın sorunu sadece iyi futbol oynamakla ilgili. Rongen’in sorunu ise daha çetrefilli. Onu tanıdıkça işinin daha zor olduğunu fark ediyoruz. Ki bunu finale kadar bizden ve futbolcularından sakladığı ‘geçmiş öyküsü’nden bağımsız olarak söylediğimi belirtmek isterim. Rongen’in asıl sorunu, kaybetmesini bilmeyen veya kaybetmeyi kabullenemeyen biri olması… Bir iç aydınlanma yaşamasına vesile olan çağrı ise Tavita’dan geliyor. ‘En azından kaybederken yalnız olma’ diyor ona… İşte o zaman filmin kalbindeki fikir netleşiyor: Futbolun güzelliklerinden biri, kaybederken yalnız olmamak… Tam da burada, Liverpool tribünlerinden doğan ve taraftarlığı en iyi anlatan ‘Asla yalnız yürümeyeceksin’ sözünü de hatırlatalım.
Futbol filminin zor yanlarından biri sahadaki oyunla ilgili sahneleri tasarlamak, onları mizansen kokmayan doğal ve inandırıcı futbol anlarına dönüştürebilmektir. Waititi, bu konuda iddialı bir iş çıkaramıyor belki ama asıl başarısını finalde Tonga ile oynanan maçın hikâye kurgusunda gösteriyor. Her şey bittikten sonra maçın en heyecanlı kısımlarının ‘flash-back’ geçişler olarak anlatıldığı bu sahne, futbol oyununun hikâyeye dönüşmesini çok iyi gösteriyor.
Waititi’nin yönetmenlik performansını ‘What We Do in the Shadows’ (2014), ‘Jojo Rabbit’ (2019) ve iki Thor filmindeki kadar iyi bulmadım. Özellikle kalabalık sahnelerdeki rejisini ve yan karakterleri ele alışını çok beğenmedim. Waititi, durum komedisini öne çıkaran, karakterleri daha derinlemesine ele alan, gerçekçi bir kendini iyi hisset filmine yönelseydi belki ortaya daha iyi bir iş çıkabilirdi. Ama bunun yerine kendi halinde, çok hafif ve yazının başında belirttiğim gibi abartılı bir spor komedisine yönelmiş. Sonuçta, kendi adıma hiç sıkılmadan seyrettiğim eğlenceli bir film oldu. Futbol seven sinemaseverlere öneririm…
6.5/10