Bu hafta ‘Lohusa’ ile karşımıza gelen Gupse Özay, her yanından testosteron saçan günümüz Türk komedi sinemasının takdir edilmesi gereken isimlerinden. Kendi yazdığı ve başrolünü oynadığı kadın merkezli hikâyelere baktığımızda bazı ortak özellikler bulmak mümkün. Sözgelimi, ‘kadınlar arasındaki rekabet’ teması bunlardan biri… Özay’ın başarısı, söz konusu temayı Türk orta sınıfı hayatının bildik tanıdık durumlarıyla harmanlaması… ‘Görümce’ (2016), ‘Eltilerin Savaşı’ (2020) gibi önceki filmlerinin başlıkları dahi ne yapmaya çalıştığı hakkında fikir veriyor aslında.
Adından da anlaşıldığı gibi ‘Lohusa’, doğum sonrası dönemin sorunlarını konu alıyor. Kadınlar arası rekabet, filmin öne çıkan ikinci teması. Lohusalık dönemini daha da zorlaştıran, filmin ana karakteri Burcu’nun (Gupse Özay) ruhunu ve bedenini tüketen bir rekabet bu… ‘Lohusa’nın öyküsü elbette dram olarak gelişmiyor. Baştan sona her şeyiyle hafif bir komedi filmi seyrediyoruz. Ama ele aldığı bazı meseleler, temalar, dram filminde de karşımıza çıkacak kadar ağır aslında. Mesela, Burcu’nun temel sorununun tümüyle kendisiyle, yani rekabetçi kişiliğiyle ilgili olması… ‘Rakip’ olarak gördüğü İlayda’nın (Hazal Türesan) durumu da farklı değil.
Yerli komedi filmleriyle karşılaştırdığımda, ‘Lohusa’nın hikâye örgüsünü ve kurulan dramatik yapıyı teknik anlamda başarılı buluyorum. Sözgelimi, açılış sahnesi… Senaryo yazarı Gupse Özay, bizi gecikmeden hikâyenin içine alıyor, karakterlerin önemli bölümünü tanıtıyor. Dahası, ‘filmi kontrol eden düşünce’yi, yani Burcu’nun ileride başına bela olacak rekabetçi kişiliğinin altını çiziyor.
Açılış sahnesinde, Burcu’nun iki konuda ‘iddialı’ olduğunu görüyoruz. İlk konu, ev; ikincisi ise sosyal hayatıyla ilgili. Her iki iddiasının temelinde, kadınların doğum sonrası bebekle geçirdiği dönemin toplum içinde gerektiğinden fazla abartıldığı düşüncesi var. Herkesten farklı rahat bir dönem geçireceğine inanıyor. Tabi ki, teorik olarak… Çünkü hayatında ilk kez anne oluyor. Gerçi doğum için hastaneye gittiğinde, teori ile pratiğin çok farklı olduğunu hemen anlıyor ama yine de farklı bir lohusalık dönemi geçireceğini düşünmeye devam ediyor. Birkaç gün içinde, İzmir’den kalkıp gelen annesini gönderiyor evden. Peşinden de son derece pozitif, anlayışlı, yardıma ve desteğe her daim hazır kayınvalidesini… ‘Nasıl olsa, benlik bir şey yok’ diye daha ilk gecelerden birinde baba olmasını arkadaşlarıyla kutlamak isteyen eşi Onur’a (Onur Gürçay) hoşgörü gösterdiğini de unutmayalım.
Kuşkusuz, Burcu kısa süre içinde her şeyle baş edemeyeceğini anlıyor. Evdeki yardımcısından, eşinden ve eşinin annesinden daha fazla destek almak zorunda kalıyor ama iddiasından tümüyle vazgeçmiyor. Eşinin arkadaşlarıyla evde maç seyretmek gibi eski alışkanlıklarını sürdürmesine ses çıkarmıyor; çatışmadan kaçınarak her şeyi içine atıyor. Evde terör estiren bağıran çağıran biri olmadığı belli. Tepkilerini, bazen sadece bizim gördüğümüz mimikleri ve jestleriyle gösteriyor. Onur uyurken, öfkesini ‘çaktırmadan’ çıkardığı sahne, bastırdığı duygularını yansıtıyor. Gupse Özay ve Onur Gürçay’ın uyumlu oyunculuklarının katkısıyla, Burcu ile Onur’un ev içindeki halleri, peş peşe gelen birçok komik an vadediyor. Özellikle korku filmlerini andıran sahne gerçekten hoş.
Her şey aile içinde kaldığından Burcu’nun lohusalığı önemsemez halleri, evde ciddi sorunlara yol açmıyor elbette; ama ev dışındaki sosyal hayatını eskisi gibi sürdürme ısrarının daha vahim ve elbette komik sonuçları oluyor.
Burcu, açılış sahnesinde evlilik teklifi alan ve kabul eden yakın arkadaşı Fulya’nın (Esra Ruşan) düğüne kadar yapacağı ne kadar etkinlik ve ritüel varsa hepsini tek başına organize edeceğini öne sürüyor. Çünkü organizasyon, en iddialı olduğu konu ve meydanı Fulya’nın arkadaşı İlayda’ya bırakmak istemiyor. Bu arada, İlayda’yı tanıdıkça onun da aynı Burcu gibi aşırı derecede rekabetçi olduğuna tanık oluyoruz. İlayda sorunlarını gizleyen, sosyal medya üzerinden her şeyin yolunda gittiğini kanıtlamaya çalışan biri aynı zamanda.
Burcu ‘kız isteme, söz kesme’ gününde yaşadığı başarısızlığa rağmen, Fulya’nın iyi niyeti ve hoşgörüsünden faydalanarak ‘kına gecesi’, ‘gelinlik provası’ gibi etkinliklere elinden gelen katkıyı yapmaya çalışıyor. Ama yorgunluktan, dikkat dağınıklığından her şeyi eline yüzüne bulaştırıyor. ‘Lohusa’ özellikle kadınların bir arada gerçekleştirdiği etkinliklerde Hollywood’un 2000’li yıllardaki en iyi komedilerinden biri olan ‘Nedimeler’i (Bridesmaids - 2011) akla getirmiyor değil. Ama sonuçta farklı konseptlere sahip filmler.
Ayrıca ‘Nedimeler’den farklı olarak ‘Lohusa’nın en iyi komedi sahnelerinin genelde evde geçtiğini düşünüyorum. Bakıcı bulma sorunu yaşayan ve bulduklarını elinde tutabilmek için çaba gösteren karşı komşu, hoş bir yan öykü oluşturuyor. Ev dışındaki toplu kalabalık sahnelerde ‘Nedimeler’de olduğu gibi durum komedisine çok uygun malzeme var aslında; ama yerli komedi sinemasının yapısı gereği her şey bir noktadan sonra abartılı, karikatürize noktalara gidiyor; fiziksel komediye dönüşüyor. Yer aldığı ilk televizyon dizisinden bu yana Gupse Özay’ın komedyen olarak daha yakın olduğu bir tarz bu…. Özay, mimikleri ve jestlerini iyi kullanan; gerektiğinde oyunculuğuyla yüzüne farklı ‘maskeler’ takabilen bir komedyen. Ekrana ilk çıktığı dönemde katıldığı talk şov programının ‘Gupse Özay’ın gerçek halini göreceksiniz’ diye tanıtıldığını bile hatırlıyorum. Özetle, kendine özgü bir komedyen olduğu kesin. Senaryosunu yazdığı ve başrolünü oynadığı filmlerinin gişelerdeki performansına baktığımızda, seyircilerin de tarzını sevdiği aşikâr.
‘Lohusa’nın en sevdiğim yanı, doğumdan hemen sonraki o dönemin duygusunu yakalaması oldu. Benzer deneyimleri yaşayan herkesin çok iyi hatırlayacağı bir dönem bu… Hastaneden elinizde bebekle eve geldiğinizde, dışarıya göstermek istemesiniz de heyecanlı ve hep biraz endişeli olursunuz. Her iki duygu da uzun süre sizle kalır. Aklınız fikriniz bebektedir. Daha önce bebek büyütmüş deneyimli büyüklerin evde olması rahatlatıcı gelir. Evdeki ‘mesai,’ bebek uyuduğunda dahi bitmez, şöyle deliksiz rahat bir uyku uyumak için aylar geçmesi gerekir. Evdeki herkesin görevi anneye yardımcı olmaktır; çünkü annenin yorgunluğu ve işi pek bitmez. Burcu’nun böylesi zor dönemi tek başına atlatacağını sanması, yetmiyormuş gibi sosyal hayatındaki rekabetçi kişiliğinden vazgeçmemesi, bir komedi filmi için gerçekten güzel malzeme oluşturuyor.
Finalde Barış Manço’nun ‘Kara Sevda’ şarkısı eşliğindeki sahneyi de sevdim. Burcu ve Onur’un ellerinde bebekleriyle kapıyı açtıkları andaki halleri, çocuk büyütmenin özeti gibi… Belki çok yorucu ama onun tek bir gülüşünde dahi ödülünüzü alıyorsunuz. Gupse Özay’ın kendi deneyimlerinden yola çıktığı belli ve bu da filme ayrı bir değer katıyor.
‘Lohusa’nın sevmediğim, beğenmediğim yanları da oldu. Mesela, finale doğru kadınlar grubundaki ‘iç aydınlanma, paylaşım ve itiraf’ sahnesi, bana fazla ve zorlama geldi. Ama film boyunca birçok sahnede güldüm, eğlendim. Kendi geçmişime, oğlumun bebeklik günlerine dönmek de güzeldi.
Yerli komedi sinemasındaki tüm filmleri izlediğimi söyleyemem elbette ama seyrettiklerimin çoğu gerçeklikten aşırı kopuk geliyor bana. Olaylar ‘hayali bir komedi evreni’nde geçiyor; çünkü senaryoların çoğunda amaç, genç kuşak seyircilerin diziler ve sosyal medyada tanıyıp sevdiği komedyenlere geniş şov alanları açmaktan başka bir şey değil aslında. Bazı açılardan benzer özellikler taşısa da ‘Lohusa’nın en azından hayatın içinden gelen, gerçek durumlardan beslenen bir mizah anlayışı var ve bu, bana değerli geliyor.
‘Kocan Kadar Konuş’ (2015) ve ‘Arif V 216’ (2018) gibi seyrettiğim filmleri üzerinden konuşursam yönetmen Kıvanç Baruönü’nün imzasının, komedi filmlerinde kalite göstergesi gibi olduğunu görmek mümkün. İyi senaryo ve iyi komedyenle en iyi sonucu almasını biliyor. Hem eski Yeşilçam’la paslaşıyor hem çağdaş sinema estetiğinden kopmayan işler yapıyor. ‘Lohusa’ da bunun örneklerinden biri.
6/10