‘Dublör’ (The Fall Guy), Colt Seavers’in (Ryan Gosling) seyircilere kendini ve mesleğini tanıttığı eğlenceli bir hızlı kurgu sahnesiyle açılıyor. Çalıştığı aksiyon filminin setinde geçen ikinci sahnede ise âşık olduğu görüntü yönetmeni Jody Moreno’yu (Emily Blunt) ve yıllardır dublörlüğünü yaptığı aksiyon starı Tom Ryder’ı (Aaron Taylor-Johnson) tanıyoruz. Kendini beğenmiş Tom Ryder’ın, ‘Dublörün çenesinin ucu göründü. Yeniden çekilmesi gerekiyor’ diye lüzumsuz yere tekrar ettirdiği düşme sahnesi sırasında yaşanan kaza nedeniyle Colt, ambulansla acil olarak hastaneye kaldırılıyor.
Peşinden gelen sahnede Colt’un hastaneden çıktıktan sonra dublörlüğü bıraktığını ve tek yanlı olarak Jody’yle görüşmeyi kestiğini öğreniyoruz. Kazadan bir buçuk yıl sonra, restoranda valelik yaparak hayatını kazanmaya çalışırken, yapımcı Gail’in (Hannah Waddingham) ‘Jody, yönetmenliğini yaptığı ilk filmde seninle çalışmak istiyor’ diye çok ısrar etmesi üzerine yeniden setlere dönüyor. Başrolünde Tom Ryder’ın oynadığı ‘Metal Storm’ adlı filmin setine geldiğinde, Gail tarafından kandırıldığını, çağrılmaktaki asıl amacın farklı olduğunu öğrenmekte gecikmiyor.
Jody – Colt ilişkisi üzerinden baktığımızda ‘Dublör’, romantik komedi kıvamında ilerleyen bir aşk filmi… Colt’un dublörlüğü ve Jody ile ilişkisini aynı anda bitirme kararı almasının gerisindeki nedenleri tahmin etmek çok zor değil. Belli ki, travma nedeniyle dublörlüğü bırakarak maddi ve manevi anlamda eski statüsünü kaybettiğini düşünüyor; içten içe kendisini Jody’ye layık görmüyor. Jody’nin cephesinden baktığımızda ise geçirdiği kaza sonrasında hiçbir şey söylemeden, telefonlarını dahi açmadan onu terk edip giden bencil bir erkek var.
Colt’un sete gelip, kazadan 18 ay sonra Jody’nin karşısına çıktığı ve sürücü koltuğunda oturduğu araca rekor sayıda takla attırdığı çekim, kuşkusuz ‘Dublör’ün en iyi aksiyon sahnesi. Bu sahnede aracı kullanan dublör Logan Holloday’in 8.5 takla ile gerçekten de Guinness Rekorlar Kitabı’na geçtiğini belirtelim. Colt son derece tehlikeli olan bu otomobilli takip çekimi sırasında kaza travmasını Jody’ye olan aşkı sayesinde aşıyor aşmasına ama beklediği tepki konusunda hayal kırıklığı yaşıyor. İlk karşılaşmalarının ardından, Jody’nin yönetmenlik gücünü kullanarak sette herkesin önünde, elinde megafonuyla Colt’tan intikam alması ise galiba filmin en komik ve eğlenceli sahnesi.
Yukarıda sözünü ettiğim sahnelerin ilki aksiyon; ikincisi ise romantik komedi olarak kusursuz işliyor. Ayrıca her ikisinin de ‘film içinde film’ konseptinin çok hoş birer örneği olduğunu düşünüyorum. Jody’nin büyük bütçeli aksiyon filmi olan ‘Metal Storm’un içinde yer alan Uzaylı Kovboy ile Aliena arasındaki aşk hikâyesi üzerinden Colt’a aynı çekimi defalarca tekrar ettirmesi, gerçekten unutulacak gibi değil. Sürekli çarpıp durduğu o duvar, kadınlığın gücü gibi adeta…
Açılış sekansında, kameranın başında duran görüntü yönetmeni Jody ve yüksek özgüveniyle ‘güle oynaya’ metrelerce yüksekten düşmeye giden Colt’un telsizle konuşup cilveleştikleri romantik sahneyi de atlamak istemem. Her üçü de filmin duygusunu ve ruhunu mükemmel yansıtan sahneler…
‘Peki, filmin duygusu ve ruhu ne?’ derseniz, ‘dublörlük mesleğine yazılan aşk mektubu’ diye özetleyebilirim. Hikâyenin yegâne konsepti ana karakterin bir Hollywood dublörü olması değil. Filmin kötüleri paranın gücünü, kibri, bencilliği, sahteliği ve emek sömürüsünü temsil ederken; dublör Colt doğruluk ve emeğin yanında duruyor.
Kameranın başında önce görüntü yönetmeni sonra yönetmen olarak karşımıza çıkan Jody’nin Colt’a âşık olması, tabi ki çok anlamlı bir tercih. Çünkü dublörler, seyirciler için tümüyle görünmeyen kişiler… Filmi seyredip bitirdiğimizde, onların varlığına dair hiçbir iz olmaması gerekiyor. Ama kameranın arkasında duran görüntü yönetmeni ve yönetmenin dublörleri görmemesi mümkün değil. Tam aksine, özellikle aksiyon çekimlerinde birlikte kurdukları görsel dünyanın fiziksel ve somut öğelerinden biri dublörler… Günümüzde bazı yönetmenlerin tercih ettiği gibi Jody’nin ‘Metal Storm’u çekerken kamera operatörlüğünü üstlenmesi, çekimlerde Colt’u ve performansını yakından takip ettiğini unutmayalım.
Dublörlük, film boyunca, fiziksel beceri, dayanıklılık, cesaret gibi diğer özelliklerinin yanı sıra, son derece ‘emek yoğun’ bir iş olarak geliyor karşımıza. Onlar olmadan aksiyon sahnelerinin yeterince inandırıcı ve sahici olamayacağının altı çiziliyor. Film bittikten sonra yerinden kalkmamanızı ve son jenerik sahnesini seyretmenizi öneriyorum. Böylelikle ‘Dublör’ filminin aksiyon çekimlerinin kamera arkasını ve filmde görev alan gerçek dublörleri görme fırsatı bulabiliyorsunuz.
‘Dublör’, 1981-1986 arasında Amerikan ABC kanalında yayınlanan ‘The Fall Guy’ adlı diziye selam göndermeyi ve diziyi hatırlayanlara hoş sürprizler yapmayı ihmal etmiyor. Hatta selamın ve sürprizlerin ötesinde filmin, Hollywood dublörlerinin set içi ve set dışındaki serüvenlerini konu alan dizinin ‘yeniden çevrimi’ olarak tasarlandığını belirtmek gerek. Kaldı ki, Colt Seavers de adını aynı dizinin başrol oyuncusu Lee Majors’ın canlandırdığı karakterden alıyor.
‘Dublör’ü, dublörlükten gelen David Leitch’in yönetmesi, şüphesiz es geçilmemesi gereken bir detay. Projeye sonradan dahil olan Leitch’in belki öykü ve senaryoda imzası yok ama filme duygusunu veren kişi olduğu çok açık.
Drew Pearce imzalı senaryo, ‘film içinde film’ fikrini özellikle ilk 30-40 dakikada çok iyi kullanıyor. Açılışta ve finalde senaryo sayfalarını veya senaryodaki cümleleri görüyoruz. Jody’nin ‘Metal Storm’ filmindeki aşk hikâyesiyle kendi ilişkileri arasında kurduğu paralellik bir yana; ilk bölümdeki bir sahnede setteki senaryo yazarı, finalin sorunlu olduğunu, değişmesi gerektiğini, hatta karakterlerden birine bunu söyletmenin iyi olacağını söylüyor. Jody kabul etmiyor hatırladığım kadarıyla ama ‘Dublör’ün bir sahnesinde tam da yazarın dediği oluyor.
‘Film içindeki film’ fikrine sondaki kamera arkası görüntülerini de eklediğimizde tüm filmin dublörlük mesleğine yazılmış açık bir aşk mektubu olduğu belirginleşiyor. Dolayısıyla, hikâye bahane aslında. Filmin zayıf yanı ise galiba tam olarak burada düğümleniyor.
Colt’un, kayıp Tom Ryder’ı bulmak için işe koyulmasıyla birlikte ‘Dublör’, mizah duygusunu kaybetmeye başlıyor ve ‘ilk perde’deki parlak fikirlerin, özgün buluşların devamı gelmiyor. Jody – Colt arasındaki romantik ilişkinin ikinci plana düşmesi, filmin lehine işlemiyor. Colt, Gail ve Tom Ryder’ın dahil olduğu, sürprizlerle gelişen entrikanın tek ilginç yanı, ‘yapay zekâ teknolojilerinin de dahil olduğu dijital efektlerin sahteliği uç noktalara taşıması’na alttan alta getirilen eleştiri…
Sonuçta, dublörlük mesleğini her şeyin odağına koyan bir komedi aksiyon izliyoruz. Dolayısıyla, derinlikli karakterler beklemenin belki bir anlamı yok ama film, ortalarına doğru fazlasıyla hafifliyor, sığlaşıyor; finale kadar da öyle devam ediyor. Sadece eğlenceli aksiyon sahneleriyle seyirciyi yakalayan bir film kalıyor geriye.
İnkâr edemeyeceğim nokta, David Leitch’in aksiyonun hakkını vermesi ve seyircileri aksiyona doyurması… Leitch, günümüzün en iyi aksiyon yönetmenlerinden biri. Chad Stahelski ile birlikte yönettiği ‘John Wick’ten başlayarak, ‘Atomic Blonde’ ve ‘Deadpool 2’ gibi önemli filmlere imza atan biri. Özellikle yakın dövüş sahnelerindeki gerçekçi tarzı ve uzun çekimlerini not etmek gerek. Stili her şeyin önüne çıkaran biçimci bir yönetmen olduğunu da... ‘Dublör’ hikâyesi itibarıyla kişisel olarak en güçlü bağ kurduğu filmi. İşte bu yüzden, bence hikâyenin daha iyi işlenmesi veya ikinci yarısında bu kadar harcıalem olmaması gerekiyordu.
Leitch’in ‘Dublör’e yaptığı kişisel dokunuşların izini sürersek sevdiği aksiyon filmleri ve yıldızlarına bazen açık referanslar verdiğini görüyoruz. Daha önce dublörlüğünü yaptığı Brad Pitt ve Jean Claude Van Damme’a selam göndermeyi ihmal etmezken ‘Metal Storm’ üzerinden çok sevmediği fantastik ve bilimkurgu aksiyonlarıyla dalga geçtiğini seziyoruz. Tüm bunlar, aksiyon severler için hazırlanmış küçük sürprizler kuşkusuz. Seyrederken hissettiğim, David Leitch’in 1970’ler ve 1980’lerden kalma eski usul aksiyonları daha çok sevdiği… O dönemin filmlerinden en önemli farkı, dövüşmeyi bilen güçlü kadınlara yer vermesi. ‘Dublör’de Jody, Iggy Starr (Teresa Palmer) ve Tom Ryder’ın kişisel asistanı Alma Milan’ın (Stephanie Hsu) gayet iyi dövüştüğü sahneler çekmeyi ihmal etmiyor.
‘Dublör’, Ryan Gosling ve Emily Blunt’ın oyunculuk performanslarıyla önemli katkılar yaptığı bir film. Blunt’ın karakteri çalışırken Greta Gerwig’den esinlendiğini not edelim. Dublör kompleksinden kurtulamayan Aaron Taylor-Johnson, her koşulda kendini haklı çıkarmayı bilen Gail rolündeki Hannah Waddingham ve dublör koordinatörü Dan Tucker rolündeki Winston Duke adı anılması gereken diğer oyuncular.
Son olarak, Leitch’in Sydney kentini ve meşhur opera binasını filmin görselliğinin önemli bir parçası haline getirdiğini belirtelim.
Gelecekte dublörleri konu alan filmlerden biri olarak hep hatırlanacağını düşündüğüm ‘Dublör’, öncelikle aksiyon severlere hitap ediyor.
6.5/10