Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Uzay Yarışı, pazarlama iletişimi ve ötesi…

        Belgeseller bir yana, ABD’nin Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği ile giriştiği Uzay Yarışı’nı ve Ay’a çıkma projesini konu alan kurmaca filmlerin sayısı istikrarlı şekilde artmaya devam ediyor. ‘Beni Ay’a Uçur’ (Fly me to the Moon), Hollywood’dan gelen yeni Uzay Yarışı filmlerinden biri ve ABD’nin 1969 yılında Ay’a ilk kez insan indirdiği Apollo 11 projesine odaklanıyor. Bill Kirstein ve Keenan Flynn’in öyküsünden Rose Gilroy tarafından senaryolaştırılan ‘Beni Ay’a Uçur’, tarihi gerçeklerin etrafında kurulan bir olay örgüsüne sahip.

        Gerçi Channing Tatum’un canlandırdığı Cole Davis, NASA’da görev yapmış Deke Slayton adında gerçek bir şahsiyeti temel alıyor ama biyografik bir film seyretmiyoruz. Cole Davis ile Deke Slayton’ın tek ortak noktası, kalplerindeki sağlık sorunu nedeniyle astronot olamamaları ve yönetici olarak masa başında görev yapmaları…

        Scarlett Johansson ise hayali karakter Kelly Jones’u canlandırıyor. Erkeklerin dünyasında kendine özgü yöntemlerle ayakta kalan pazarlama iletişimcisi Kelly Jones’un başarıları, Başkan Richard Nixon adına çalışan Moe Berkus’un (Woody Harrelson) dikkatini çekiyor. Hiçbir resmi sıfatı olmayan Moe, NASA’nın ve Apollo 11 projesinin Kelly Jones gibi birine ihtiyaç duyduğunu düşünüyor. Çünkü NASA’nın Apollo projesini ABD halkına anlatmaktaki yetersizliği bir yana, asıl sorun Kongre’nin para musluklarını kapatma ihtimalinde düğümleniyor. O yüzden Kelly’nin NASA’da yapması gereken birçok iş olduğuna inanıyor Moe. Ama NASA’dakiler onun gibi düşünmüyor. Özellikle de Cole Davis…

        Kelly ile Cole’un kafe barda karşılaştıkları ilk sahneden itibaren ‘Beni Ay’a Uçur’, romantik komedi dokusuna sahip bir film… Birlikte çalışacaklarını bilmeden ve resmi olarak tanışmadan önce birbirlerinden hoşlanıyorlar. Ama ikisi de o kadar meşgul ki ilk görüşmelerinde flörtün dahi tadını çıkaramıyorlar. Kaldı ki, Cole Davis, sadece işine kilitlenmiş durumda. Hayatında dikkatini dağıtacak başka hiçbir şey istemediği belli.

        NASA çatısı altında birlikte çalışacaklarını öğrenmelerinden kısa süre sonra ise anlaşmazlık yaşamaya başlıyorlar. Çünkü Cole, Kelly’nin NASA’da ne iş yapacağını dahi anlamıyor ve ona yardım etmek istemiyor. Başkan Nixon’dan aldığı yetkiyle Moe, onu zorlamasa Kelly ve asistanı Ruby Martin’in (Anna Garcia) NASA’da bir dakika daha kalmasına izin vermeyeceği çok açık.

        Scarlett Johansson ile Channing Tatum’un ideal çift olup olmadıkları tartışılır. Ama çatışmayla başlayan ve inişli çıkışlı şekilde süren zorunlu iş birlikleri, tüm filme bariz bir romantik komedi dokusu veriyor. ‘Beni Ay’a Uçur’ bu yanıyla, 1940’larda Hollywood’da moda olan ve o yıllarda ‘screwball’ olarak adlandırılan komedi filmlerini andırıyor. Cinsiyet çatışmalarını temel alan ‘screwball’ komedileri, erkekler karşısında alttan almayan, işlerini en iyi şekilde yapan güçlü kadın karakterlerle öne çıkar. Kelly de güçlü bir kadın, ilham verici bir profesyonel. Sadece işini nasıl yapacağını değil; hedefine en kısa yoldan nasıl ulaşacağını da biliyor. Ayrıca tam bir insan sarrafı. O yüzden NASA’ya gelir gelmez kısa sürede fark yaratmayı başarıyor; Cole’un saygısını kazanıyor ama aralarındaki çatışmalar durulmuyor.

        Sadece ‘Aşk mı, profesyonellik mi?’ ikilemi yaşamıyorlar. Belirli bir noktadan sonra iş konusunda anlaşmazlığa düşüyor; hatta, farklı uçları temsil ediyorlar. Tüm bunlar filmin lehine işliyor, hikâye örgüsünü akıcı hale getiriyor ama kendi adıma ‘Beni Ay’a Uçur’un romantik komedi olarak çok fazla öne çıktığını düşünmüyorum.

        ‘Beni Ay’a Uçur’un vadettiği aşk öyküsüne oranla daha ilgi çekici yanları var. Bunlardan ilki, pazarlama iletişimi ve halkla ilişkiler konusunda benimsenen vizyonun Apollo 11 projesinde bir kırılma noktası olduğunun açık şekilde söylenmesi… Filmin ilk sahnelerinde gördüğümüz gibi Cole Davis, baş mühendis Henry Smalls (Ray Romano) ve diğer çalışanlar sadece işlerine odaklanmış profesyonellerden oluşuyor; kendilerine ve projeye dışardan bakamıyorlar. NASA’ya sıradan insan olarak adım atan ve gördüklerinden heyecan duyan Kelly Jones ile birlikte iki temel değişiklik geliyor. Kelly, NASA’yı ve Ay’a insanlı ilk uçuş projesini Amerikan halkına insan merkezli bakış açısıyla anlatmaya başlıyor. NASA’nın ardındaki insan unsurunu ve ortaya konan hedefin ulus için manevi değerini öne çıkarıyor. Böylelikle, projeye ayrılan bütçenin sorgulanmasını engellediği gibi, Kongre’deki yeni bütçe görüşmelerine kadar uzanan bir vizyon ortaya koyuyor. İkinci temel değişiklik ise sponsorları projeye çekmesi oluyor. Kelly’nin yürüttüğü tüm bu strateji, filmin mizah duygusunu artıran bir hikâye örgüsüyle geliyor karşımıza.

        Öte yandan, ‘Beni Ay’a Uçur’un pazarlama iletişimi ve halkla ilişkilerin etik değerlerini tartışmaya açan bir alt metne sahip olduğunu belirtmek gerek. Geçmiş öyküsü üzerinden Kelly’nin kendi mesleğine bakış açısı da sorgulanıyor. Pazarlama ve iletişimde yalanın nereye kadar taşınabileceği sorusu ortaya atılıyor. Tüm hikâyeye, beyaz yalanları zararsız gören Kelly’nin aldığı etik bir ders olarak bakmak mümkün.

        Filmin ele aldığı diğer bir mesele, NASA ile ABD Başkanı arasında projeye yaklaşım konusundaki vizyon farkı… NASA, 1960’ların başında J.F. Kennedy tarafından konan hedefi yakalamaya çalışan bir kamu kuruluşu. Apollo 11 için çalışanlar idealist insanlardan oluşuyor. Yıllar önce kaza sırasında hayatını kaybeden 3 astronot arkadaşları için de çalışıyorlar. Öte yanda ise Vietnam Savaşı ile içte ve dışta köşeye sıkışan Nixon’ın itibar arayışı var.

        Kelly, NASA ve Amerikan idealleri için çalışırken hiçbir sorun yok. Ama Nixon’ın temsilcisi Moe’nun gizli projesiyle, becerilerini başka bir alanda kullanmaya başlıyor ve filmin politik alt metinleri daha belirgin hale geliyor.

        Henüz fragmanı dahi seyretmemiş olan ve ikinci yarıda ortaya çıkan kritik gelişmeyi öğrenmek istemeyen okurlarla daha sonra buluşmak üzere burada vedalaşabiliriz. Çünkü Moe’nun direktifiyle NASA’nın içinde gizlice başlatılan proje, bizi filmin belki de en önemli meselesine götürüyor. NASA ile siyasi iktidarın tümüyle ayrı cephelere düştüğü bir nokta bu… Kelly’nin meslek etiğinin de sorgulandığı kritik bir süreç seyrediyoruz.

        Her şey Kelly’nin Ay’a inecek araçta kamera olması gerektiği önerisiyle başlıyor. Cole Davis kamerayı koyacak yeri olmadığını söyleyerek fikri ciddiye dahi almıyor. Ay’da kamera fikrini duyan Moe içinse Apollo 11 projesi tam olarak o anda asıl anlamını kazanıyor. Sadece Amerikan halkının değil, tüm dünyanın ABD’nin Ay’a inişini seyredecek olması, onun için her şeyi değiştiriyor. Film o noktadan sonra 20. Yüzyıl’ın en önemli gerçeklik / yanılsama tartışmalarından biriyle sürüyor. İnsanlar televizyondan seyrettiği her şeye inanıyorsa ve televizyon görüntüsü stüdyoda profesyonellerin ürettiği bir şeyse, başarısızlık durumunda neden yedek plan devreye girmesin, mantığı ağır basıyor. Özetle, filmin ikinci yarısı, ‘Evet, biliyordum. Ay’a gidilmedi. Her şey stüdyoda çekildi’ diyenleri heyecanlandıracak şekilde gelişiyor. Burada yazarların Fransız yapımı ‘Opération lune’ (2002) adlı, televizyon için çekilmiş bir sahte belgeselden, bir dizi bölümünden esinlendiklerini not edelim.

        ‘Beni Ay’a Uçur’, ‘Ay’a hiç gidilmedi’ diye özetlenebilecek popüler komployu küçük detaylarına kadar hayal ederken alaycı ve eğlenceli olmayı beceriyor. Reklam sektöründen gelen ve Stanley Kubrick’i kıskanan yönetmen Lance Vespertin’in (Jim Rash) de filmin en eğlenceli karakteri olduğu kesin.

        ABD Başkanı’nın imajını hayali bir savaşla kurtarmaya çalışan yapımcının hikâyesini anlatan ‘Başkanın Adamları’na (Wag the Dog - 1997) oranla daha aydınlık bir film ‘Beni Ay’a Uçur’. ‘Nasıl olabilirdi?’ sorusuna yanıt ararken komployu eğlenceli hale getiriyor ve sadece gördüğüne inanan kitlelerin ne kadar kolay manipüle edilebileceğini bir kez daha kanıtlıyor. Daha önemlisi, televizyon üzerinden gerçeklik ile kurmacayı karşı karşıya getiriyor ve film endüstrisinin marifetlerinin nerelere kadar uzanabileceğini gösteriyor. Son sözü söylerken de komplo teorisi hakkındaki kendi yaklaşımını belli ediyor.

        Olumlu eleştiriler aldığı 2018 yapımı ‘Love, Simon’dan bu yana sesi çıkmayan yönetmen Greg Berlanti, rahat seyredilen, oyalayıcı, sürükleyici ve eğlenceli bir filme imza atıyor. Roketin fırlatılması dahil NASA’da geçen sahnelerin teknik açıdan gayet iyi çekildiğini de not etmek gerek. Belki çok derinlikli değil. Kelly Jones’un geçmiş öyküsü dahil karakterlerin yüzeysel kaldığı belli. Ama kafa dağıtmak için sinemaya gitmek isteyenlere hitap eden ideal bir cuma akşamı filmi… Doris Day – Rock Hudson havası veren Scarlett Johansson ve Channing Tatum, 1960’ların romantik komedisinden çıkıp gelmiş gibi oynuyorlar. Kostümleri de o filmleri andırıyor.

        En hoş ve eğlenceli detay ise NASA’daki kara kedi… Aslında detay olmanın ötesinde filmin önemli metaforlarından biri. Kelly Jones ile kara kedi arasındaki açık bağ bir yana, önemli bir konuda da son sözü söylüyor kara kedi: Asla her şeyi kontrol edemezsiniz. Özellikle de meraklı, bağımsız kedileri… Onlar her oyunu bozabilir. Ve kara kediler asla uğursuz değildir.

        6.5/10