Türkiye’nin son 30 yılında açık ara en çok güldüren isimlerden biri Cem Yılmaz. Yaşadığı çağın izahını mizahla yapıyor olabilmesi bile başlı başına bir mucize…
Kabul etmek lazım ki seçtiği yol da bir hayli netameli. Sahneden topladığını beyazperdeye yatırıp, kendi sinemasını üretme riskini alması da çok değerli…
Erşan Kuneri serisinin yeni sezonu geldiğinden beri hep aynı eleştiriyle karşılaşıyor; “Bu kez güldürmedi”. Kaldı ki mizahına sürekli güncelleme atmasına rağmen bu noktadan vuruluyor olması da tuhaf…
Yine de Cem Yılmaz işlerini anlamak için bir parça 1990’lara ait demografik arşivler tutmak gerek. Hafıza yoklaması, o yılları araştırmak filan…
Alt yapı olmadan bir seferde Cem’in yaptığı işi anlayıp kahkahayı koy vermek kolay değil. Cem Yılmaz, doksanlarda geliştirdiği mizahı 2025’e kadar dönüştürerek geldi bu noktaya. Ama miladını asla unutmadı…
O yıllara ait argodan, yine o yıllarda bıraktığımız neşeli hallere, Limon dergisi mizahından pop müzikte yaşadığımız patlamalara kadar her sokağa girip çıkmamız lazım…
Eh, “benim zamanım yok, gülüp geçmek istiyorum” diyorsan bugün orta yaşa doğru yürüyen ciddi bir kalabalığın gülümseyemediği şeylere harcarsın kahkahanı. Bir gün sen de fıkrasına gülünmeyen adam olarak somurturken bulursun kendini…
Cem bunu yapmıyor. O hep güldü ve güldürdü. Bu yüzden “Bu kez güldürmedi” tespitini yapmadan önce, “ben niye gülmüyorum?” diye sormak da şart bir yandan.
Gülmemek değil, bilmemek ayıp. “Bu kadar somurtkan bir toplumun bir kesimi hala ve inatla neden Cem Yılmaz’a çok gülüyor?” diye merak etmemek de!
Son olarak bireysel düşüncem şudur; “Erşan Kuneri, bir mutfak olarak düşünürsek, memleketin son 40 yılında gülünen ve gelinen reçetelerin kepçesini derine daldırmayan aşçısıdır…"
***
Destek Değil Köstek Oldu!
Millet olarak devleti asla yarı yolda bırakmadık. En azından tarihimizde böyle büyücek bir leke yok. Elbette yolundan dönmüşler hariç!
Şu savunma sanayine fon olarak düşünülen “kredi kartlarından 750 TL tahsil etme” düşüncesi kimin aklından çıktı bilmiyorum?
Ama en azından bu fikir ortamlara dökülmeden önce başka bir mazeret bulunamaz mıydı? “Milli Savunma” deyince kabaran duygusallığımızı, mezurayla ölçülemeyecek vatanseverliğimizi, bir takım siyasetçilerin milletine (kişi ayırt etmeden) parmak sallamasından duyduğumuz utancımızı böyle hüzünle ve ayrışarak yaşamak zorunda kalmazdık belki!
Daha da kötüsü, dolaylı bir yaptırım olarak ortamlara düşen meselenin yurt dışı medyalarında “gücümüzle alay konusu yapılmasından” dolayı hissettiğimiz acıyı vicdanımızla değil cüzdanımızla sağaltırdık. Yanlış oldu!
***
Dünya Devlerinin Kulvarından…
Reklam kokan hareket dersiniz ya da “aferin” çekersiniz, bilemem? Ama üst üste iki yıl dünyanın en önemli reklam ve iletişim ödüllerinden “The Stevies”den bronz kupayla çıkabilmek önemli bir başarıdır…
Yaşadığımız kentin girilmemiş sokağını bırakmayan “Marmara Park nerede?” ve “Mesut Abi Merhaba” isimli iki “bilgiselle” getirdik yurda o ödülleri…
Para verip alınan ödüller kadar yankılanmadı elbette. Ama meselemiz bundan çok memleketimizi dünyaya tanıtabilmek. Biri kent, diğeri nezaket özneli bu iki yapımda küçük ama cevval bir ekiple çalıştık…
Sevgili Selma Birinci Aslan ve Zeynep Rana Aybar Yeşilyurt’un proje yüzü/ çözüm ortağı olarak yukarı kaldırdığımız bu ödüllerde Anıl, Orkun ve Emrah (Dede) üçlüsünün inanılmaz emeği vardı…
Çekim kalitesinden kullandığı dile kadar dünya reklam ve marketing devleriyle yarışan yapımlarımız ipi önde göğüsleyerek kendi çağının yüzünü ağarttı. Artık İstanbul daha bilindik, “Merhaba” demek daha anlamlı benim için…
Marmara Park AVM’nin kanadı altında hayata geçen ve hala Youtube’da yayında olan bu projelere can suyu olan tüm bilgi ve nezaket severlere teşekkürü borç bilirim. Sıradaki ödül de bizzat altından kalplerine değer umarım!
***
Nezaket Abidesini Kaybettik!
Hasan Yalnızoğlu ismi ülkenin yakın sahne sanatları tarihinde mütevazılığıyla hatırlanacak nezaket abidesi bir sanatçının ismidir…
Her ne kadar popüler kültürün kısa boylu frekansına bakarak “Survivor Hasan” olarak bilinse de misal “Anadolu Ateşi” isimli iftihar ettiğimiz dans topluluğunun kendisinden daha ünlü olan posterindeki ikonadır…
Sanatı, sporu, yazarlığı ve koçluğuyla “denemeden tamamladım şu hayatı” acizliğindeki pek çok çeyrek porsiyon ünlünün aslında nerede yanlış yaptığını gösterecek bir milyon taşıdır…
50 yaşında ve soyadındaki tevazua paralel olarak, aramızdan sessiz sedasız ayrılan sevgili kardeşime rahmet diliyorum. Yaşarken biriktirilen saygının aslında ölümsüzlüğün kapısını açacak anahtar olduğunu not düşerek…
Bu dünyaya bıraktığın her parmak izin, korsan gemilere deniz feneri olacak Hasan’ım. Huzur hep yanında olsun!
***
Belediyecilik Cendereden Çıkıyor
Gazeteci kardeşim Ekrem Arpak’tan harikulade bir haber geldi. 4-8 Kasım tarihlerinde Göbeklitepe ile dünya tarihini değiştiren Şanlıurfa, “Dünya Neolitik Kongresi”ne ev sahipliği yapıyor…
Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkanı Kasım Gülpınar’ı yakın tanırım. Son olarak önceki yıl çektiğim “Taş Gaste/ Göbeklitepe” belgeseline anlatıcı olarak katılmıştı. İyi bir siyasetçi olduğu kadar heybesi geniş bir entelektüeldir. Özet geçersek tarihe, edebiyata, sanata ilgisi dizilerle sınırlı değildir…
“Cilalı Taş Devri” olarak tanımlayacağımız Neolitik dönem hem yaşadığımız coğrafyanın hem de dünya tarihinin kartlarının ilk kez karıldığı, insanların medeniyet ve artı değer ölçülerine ilk kez el uzattığı, ekmeğin ilk mayasını görüp; insanın kendi çatısını ürettiği en önemli zaman dilimidir…
Ve Göbeklitepe şimdi o dilimin dünya pastasındaki yerini ve ölçüsünü, Taş Tepeler kazılarıyla paydaş olarak iyiden iyiye kalınlaştıracaktır…
Bu yüzden haberini aldığım kongre mücevher değerindedir. Bilim ve İnsanlık tarihi için “bilinenin genişletildiği” o toplantılarda olmak isterdim. Gövde değil ama gönül olarak oralarda olacağım, net!
Tebrikler Sayın Gülpınar, Belediyeciliği konser ve festival cenderesinden bu kadim çağlara uzanan altın vuruşla kurtardığınız için!