Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mesut Yar Ölünce bizi kim yıkayacakmış?

        Gece erken geliyorum televizyon binasına. Yolda kentin renkten renge giren ışıkları aydınlatıyor yolumu. Kimisi zayıf, kimisi pek güçlü yanıyor…

        Ama en çok ışıldayan reklam panoları sanırım. Hayat gibi değişken hepsi de. Bugün var, yarın yok. Fakat…

        Üç gecedir ve gündüz gözüyle dört gündür seri halde sıralanmış panolar takılıyor gözüme. Hepsinde aynı soru; “Ölünce seni kim yıkayacak?”. Hoppala!

        Belli ki birileri yeni bir ürünü sürüyor piyasaya. Ya da var olan bir marka sürpriz hazırlıyor müşterilerine. En kötü ihtimal bir siyasi propagandanın giriş kapısı gibi görünüyor…

        Merak ediyorum. Kısa bir araştırmadan sonra TRT kurumunun dijital platformu Tabii’de başlayacak bir dizinin viral reklamı olduğunu öğreniyorum…

        Gassal” isimli bir dizi başlıyormuş. Yazarı Selçuk Aydemir ki kalemine bayılırım. Sadece “Düğün Dernek” filminin üstünden gitsek bile Türkiye’de güldürmediği yüz yoktur…

        Başrolde Ahmet Kural var ki o da gülümsetmiştir bizi. İyi de bu slogan ne iş? Sorunda orada zaten…

        Mutlak bir ölümden dönüp, kalan hayatını ölünce kendisini yıkayacak olan bir meslektaş arayarak geçiren bir Gassal’ın hikayesini anlatıyormuş dizi. Mizah ağırlıklı da olabilir bilemiyorum…

        Ama şunu biliyorum. İçinden geçtiğimiz karanlık çağda, savaşlar, kaoslar, ekonomik buhranlar, katliamlar hatta soykırımlar üstümüze karabasan gibi çökmüşken bu çok karanlık panonun içimizde kalan son hayat enerjisini de çekip aldığına yemin edebilirim

        Ölümün kaçınılmaz bir son olduğunu hiç bu kadar derinden hissetmemişti insanlar. Ve hiç bu kadar depresyonlu kalabalıkların kendini içini boşalmış hissettiğine tanık olmamıştım…

        Bir hatırlatma bile olsa, ölünce beni kimin yıkayacağı meselesi şu an için uzak ara mesafeli olduğum bir soru olmalı. Yaşamak için verdiğim savaşın kırılma noktası belki de…

        Zekâ iyidir. Zekânın içinde misal teoloji gibi başka disiplinler barındırması da zenginliktir. Ama parlak ışık altında bile solgun yüzüyle ölüm tebessümü eden o slogan hiç iyi gelmedi bana ve eminim gören herkese…

        Bu yüzden iyi insanların yol kazası, iyi bir hikâyenin kötü yazılmış giriş cümlesi diyorum buna. Ve ekliyorum; aşk olsun…

        ***

        Çok önemli bir kapı açıldı…

        Yazılara başlarken TV notları düşmek hiç yoktu aklımda. Ama ekran rahat bırakmıyor bir profesyonel olarak beni. 20 yıl eleştirmen olarak klavyenin başına oturunca parmak da ister istemez gidiyor alıştığı yöne doğru. O yüzden devam…

        Bakın, Now TV ekranında yeni bir dizi başladı. İsmi çok uzun ama mıknatıs etkisi yapıyor. Şakir Paşa Ailesi; Mucizeler ve Skandallar…

        Yaşanmış meseleler üzerinden kurguya çevrilen işlere hem merakla hem de çekinerek bakarım. Dizinin ilk bölümünü sevdim. Tek başına Fırat Tanış’ın varlığı bile yeter ama mesele akıcı. Kalem de kuvvetli…

        Günün sonunda dizinin bizi götüreceği yer “Halikarnas Balıkçısı” olarak bilinen yazar, şair, ressam, rehber ve daha çok birçok sıfata sahip olan Cevat Şakir’in hayatının bir koyu

        O hayat Bodrum’u dünyaya sevdiren bu bilge insanın karanlık yüzünün gölgeleriyle dolu. Bir baba katili olarak düşünmek kabalık gibi geliyor bana Cevat Şakir’i; ama öyle…

        Dizi şu ya da bu şekilde kendine bir seyirci yaratacak. Ama daha da önemli bir şeyin kapısını aralayacak. İkonlaştırdığımız isimlerin kimi zaman trajedilerle dolu acayip hayatlarına bakıp şaşırmamızın kapısını…

        Bu anlamda büyük Türk şairi Nazım Hikmet’in siyasetin dışındaki hayatını da düşünüyorum. Misal dönemin en ünlü ressamlarından annesi Ayşe Celile Hanım, oğluna hocalık yapan Yahya Kemal Beyatlı ile duygusal bir yakınlık yaşayınca Nazım’ın, Beyatlı’nın cebine iliştirdiği o isyan mektubu muhteşem bir giriş olur bir diziye…

        Keza aynı kadına aşık olan Türk şiirinin en önemli üç isminin dostlukla rekabet arasında gidip gelen duygusal uçurumları ve trajik sonları, kendisi de bir şair olan Tomris Uyar’ı ölümünden çok sonra ve bir anda sokabilir yaşarken hiç bilmediği magazin alemine…

        Say derseniz birkaç örnek daha akar gider yazıda ama gereği yok. Ben Şakir Paşa ile açılan kapıdan içeri girince nasıl yürümem gerektiğini öğreneyim önce. Sonrası yol yapmak zaten kelimelerle. Eh onda da fena değilizdir çok şükür…

        ***

        Asıl formül kara tahtada değil…

        “Kalpazan” isimli dizi yayından kalktı. Çok üzüldüm. Gerçi senaristi de söylemiş; “Dijital platform için kaleme alınmıştı” diye. Finali de tekliflere açığız dercesine oldu…

        Yine de Türk televizyonlarında ne yapmamız gerektiğini mürebbiye gibi dikte eden bir sürü içi boş yapımın yanında “ne yapmamamız gerektiğini” gözümüzün içine bakarak anlattığı haliyle bir mücevherdi…

        Pembe bu dünyaya ait bir renk, iyilik de mevcut sistemde ayakta kalacağımız bir erdem değilmiş onu öğrendik. Üstelik ikisine birden aşererek!

        Elimizde şimdi bir “Deha” (Show TV) kaldı. Dünya tarihinin akışını değiştiren matematik formüllerinden hareketle geldiği noktada asıl formüle ulaşıyor. Bunu bir hayli de hızlı yapıyor, sündürmeden…

        “Devran” karakterinin matematik değil de sosyal hayat üzerinden çözdüğü formüllere bakarak aslında nasıl bir dünyada yaşadığımızı anlayabiliriz…

        İyi ile kötünün, namusluyla namussuzun, hırlıyla hırsızın, katille maktulün, suç ile cezanın yaradılıştan bu yana sadece suret değiştirdiğini bilmeyen kaldıysa “Deha” çok önemli formülleri yazıyor ekranın kara tahtasına

        Türkiye’nin en büyük sorununun diziler olduğunu söyleyen çok ciddi bir kalabalığa kurunun yanında yaş da olabileceği seçeneğini gösteriyor bu haliyle. Ve yaşın her zaman kurunun kaderini paylaşmayacağını da…

        Sevgili izleyen; umudunuzu kesmeyiniz, günün sonunda bütün yollar şikayet nedeni bulamayacağınız bir diziye çıkar. Pusulanızı iyi seçin yeter...