Başından aşağı hainlik akan terörist saldırı sonucunda 5 şehit verdiğimiz TUSAŞ Kampusu savunma sanayi açısından memleketin en stratejik noktalarından biri.
Mimarisinden tutun da sıradan bir odasındaki çelik dolaba kadar bilgi mahremi içinde değerlendirilmesi gerekiyor.
Buraya kadar tamamsak, şimdi soruyorum. TUSAŞ’ın havadan çekilmiş fotoğrafları ya da mimari planı üzerinden elinde sopayla görüş bildirmek, strateji kurmak, akıl okumak, fikir beyan etmek ve bunu TV ekranında yapmak mantıklı mı?
Bana göre değil. Devlet aklını ağzından düşürmeyenler bu akıldışılığı nasıl değerlendiriyor? Ben kendi adıma akılcı diyemiyorum mesela.
İndirin o sopaları hanımlar beyler. Sopanızın ucundaki ulusal güvenlik anlamında bir gözün diğerinden kıskanması gereken bir yer. Yorumladığınız da futbol maçı değil; yeter!
***
Elbette Cumhuriyeti kutlayacağız!
TUSAŞ saldırısı sonrasında kimi belediyeler acının refleksiyle önümüzdeki hafta idrak edeceğimiz Cumhuriyet Bayramı etkinliklerini iptal etti.
İlk bakışta belki doğru bir hareket ama son tahlilde düşündürücü bana göre. Yılda bir kez yaşadığımız en coşkulu günümüzdür Cumhuriyet Bayramı.
Kurucu fikrimizi, duruşumuzu, aldığımız yolu gösterip ufkumuza da kılavuzluk eder. Birlikse birlik, dirlikse dirlik; Cumhuriyet de bayramı da hepimizindir.
Hal böyle olunca “konser, panayır, şov” gibi meselelerden vazgeçilebilir ama anma etkinliklerinden ya da törenlerden asla. Kimse bizden elimizdeki bayrağı usulca yere bırakmamızı bekleyemez.
Dosta düşmana Türkiye Cumhuriyetinin fertten devlete uzanan gerçek gücünü göstereceğimiz bugünden feragat ettiğimiz gün, korkunun tuzağında erimeye başlarız. Yok öyle yağma!
Şu da var. İptal edilen etkinliklere harcanacak parayla, TUSAŞ başta olmak üzere teröre kurban verdiğimiz şehit yakınlarına, gazilerimize, korku belasına boyun eğmeyenlere yardım elini uzatabiliriz ki o zaman çifte bayram yaşar memleket. Olması gereken budur, nokta!
***
Hatırlatırım ki korkularımız aynı!
İçinden geçtiğimiz günler ekstra hassasiyet istiyor. Herkes istim üstünde neredeyse. Bir yanda coğrafyamız savaş dumanıyla boğulurken öte yanda siyasada sesler ve izler birbirine girmiş…
Hal böyleyken özellikle şu sıralarda çok izlenen bazı haber kanallarının iki kere rafine durması gerekiyor. Provokasyon ve yoruma açık haber başlıkları atmak, topluma korku ve kaygı pompalamak yerine günlerin gazını alması şart habercilerin…
Günün sonunda yarın unutulacak birkaç afili reyting alabilmek, rekabet yarışında ipsiz bir final çizgisine koşmak yerine sade ve aklıselim sahibi yayınlara yönelmesi gerekiyor meslektaşlarımın…
Ne bileyim “filanca saldırının hangi saat başlayacağını”, “füzelerin hangi kente nereden fırlatılacağını” iskambil falı açar gibi tahmin etmek yerine, olanı abartmadan vermek kanallar arasında bir konsensüs yasası haline gelmeli…
Kaskları yıldızlı bir gökyüzünün altında takmanın habercilikle de haberdar etmeyle de bir ilgisi yok çünkü. Kendi korktuğumuzla sınamayalım insanları, ne dersiniz?
***
Etliniz de sütlünüz de sizin olsun!
Çok ve boş konuşan insan topluluğuna dönüştük topyekun. Özellikle de sosyal medyada mesaj verme kaygısıyla komik duruma düşmelerimiz filan da çoğaldı.
İçinde tanınmış isimlerin olduğu bir kalabalık, “bakın toplumsal sorunlarına karşı boş değilim” diyebilmek için yarışıyor adeta. Kimi zaman amigolaşmak da cabası.
Kimsenin bu yüzden söz sahibine apolet takmak gibi bir niyeti olmasa da sürekli bir “buradayım işte, beni beğenin” hali bir süre sonra samimiyet sınavına dönüşüyor.
İki de sonucu oluyor bunun. Ya el üstünde tutuluyorsunuz ya da linç ediliyorsunuz. Nereden bakarsan bak, travma.
Misal, önceki gün bir fikir platformunda “etliye sütlüye karışmayan ünlüler” diye bir liste çıkarıp histeri krizine girmiş gibi taşladılar kimi isimleri. Gereği var mı?
Herkes, her şeyi, her yerde söylemek zorunda değil. Kimisi fikrini kendine saklayıp, kimi de aklındakini sessizce eyleme dökebilir. Nereden bileceksin?
O yüzden listedeki tüm isimler adına, biraz da haddimi aşarak yanıt vermek istiyorum bu acayip linç girişimine…
“Karışmıyorum çünkü etlin tek tırnaklı, sütlün de kesilmiş; okey miyiz kardeş?”. Hadi şimdi herkes kendi yoluna.
***
Ben dizi izlemiyorum!
Çok soruyorlar bana, “hangi dizileri izliyorsun?” diye. Dizi izlemiyorum ben, aktris ya da aktör izliyorum…
Mesela bir Onur Saylak izliyorum; bir aktör, bir yazar, bir yönetmen, kostüm kuşanmış bir karakteri katıyorum bilgi defineme.
Timuçin EsenMisal Timuçin Esen’de bir doktoru, şarkıcıyı, kalpazanı, polis memurunu, tutunamamışı bir gözün bebeğinde bulabiliyorum.
Ya da Ertan Saban’la Üsküp, Manastır, Selanik, Samatya dolaşıp; sarı saçlı, mavi gözlü bir deve selam çakıyorum.
Demet Akbağ beni her yaştan kadının karakter coğrafyasında yolculuğa çıkarırken, Gonca Vuslateri gülerken ağlatabilecek kadar geçiyor içimden. Demet Evgar ile tutup nefesimi bırakmıyorum bir daha!
Aktris ya da aktör izliyorum. Kolektif bir inanmışlığın kurguyu hayattan daha sahici kılabildiğine şahitlik ediyorum ekranda. Ve adına dizi demiyorum!
***
Hazine gibi bir ömürdü!
Gazeteci Özgen Acar ağabeyimizi yitirdik. Aslında geçmişimizi yitirdik biraz. Yeraltındaki medeniyetlerimizi. Yeryüzüne çıkarıldığı gün elimizden alınan kültürümüzü. Bir başka kentte ziyaret edip yeniden, hep yeniden özlediğimiz memleketimizi…
Özgen AcarBu ülkeden çalınan kültür varlıklarının, sanat eserlerinin, toprağımıza ait hazinelerin izini sürüp, çoğunu memlekete geri getirme çabasıyla geçti ömrü…
Bir gazeteci olarak örnek, bir arkeolog olarak kerteriz almıştım kendisini hep. Belki yüzüne söyleme fırsatım hiç olmadı ama bugün kültür varlıklarımızdan övünçle bahsediyorsak ekseriyetinde Özgen ağabeyin parmak ya da ter izi vardı…
Bazı izler silinmez. Bu memleketin yazılı ya da sözlü tarihinde ne varsa yüzleştirmeye çalıştırdı bizi hepsiyle. Ve bir hazine değerindeki hayatı, hep öyle anılacak şekilde noktaladı!
Tarihimiz ve kültürümüz adına teşekkürler Özgen ağabey. Yerin dolmayacak. Adın hep saygıyla anılacak. Nur içinde yat!