CUMHURBAŞKANI İbrahim Reisi’nin helikopter kazasındaki ölümü sır perdesini korurken, İran’da yeni bir arayış da başladı…
O da bir süredir “İslami gerekçelerle” Dini Lider Ayetullah Hameney’in fetvasıyla da vazgeçtiğini açıkladığı nükleer silahlara geri dönüp dönmeyeceği…
Reisi döneminde, sertlik yanlısı olsa da Cumhurbaşkanlığına Devrim Muhafızı zihniyeti tam yansımamıştı.
Bu da nükleer silah anlaşmasında Tahran’ın uyumunu da getirmişti…
Ancak şurası da bir gerçek ki bugüne kadar nükleer silah konusundaki kararsız tutumunu İran hiç değiştirmedi.
Hatta o derece ki Şah Rıza Pehlevi döneminden bu yana hep ikircikli tutumda kaldı; İran devrimi sonrasında da bu tutumundan zerre kadar değişiklik göstermedi.
Görünen yüzü nükleer silahlara sıcak bakmazken, söylemlerde ve demeçlerde ortaya çıkan tutumu ve perde arkasındaki uranyum zenginleştirme faaliyetleri, nükleer silah üretimine bir adım kalana kadar devam etti…
Ancak resmi olarak da hiçbir yönetimin ve dini liderliğin nükleer silah yapımına ilişkin bir kararın altında da imzası yer almadı: tam tersi tutum sergiledi…
TUTUMU DEĞİŞİR Mİ?
Reisi’nin ardında büyük soru işaretleri bırakarak ölümü sonrası gelen açıklamalar ve çabalar ise nükleer silah konusundaki tutumunda farklılık olacağına dönük emareler taşıyor…
Buna son dönem Tahran medyasına yansıyan demeçler ve uluslararası ilişkiler çalışan akademisyenlerle sohbetlerde dile getirilen yaklaşımlar da bu emarelerin başında geliyor…
Özellikle de İsrail ile girilen savaş ve önceden uyarılı füze gönderme süreçleri de eklendiğinde Tahran’da nükleer silah üretimi konusunda önemli verilerin geldiği gözleniyor.
En önemli gerekçe olarak da İsrail’in elindeki nükleer silahlar gösteriliyor…
Bunun en önemli verilerinden birine de dün New York Times’ta rastladım…
İran Dini Lideri Hamaney’in etkili Danışmanı Kemal Harazzi verdiği demeçte aynen şunu söylüyordu:
“Nükleer bomba yapma kararımız yok ancak İran'ın varlığı tehdit edilirse askeri doktrinimizi değiştirmekten başka seçeneğimiz olmayacak…"
Üst düzey bir komutanın da uranyumu bomba için gerekli olan %90 saflığa ulaştırdıklarını, bunun yarım gün ile bir hafta arasında zenginleştirme kapasitesine de sahip olduklarının altını çiziyordu…
ABD SAYESİNDE BÜYÜDÜ
Başta da belirttiğim gibi bu söylemler sadece bugüne özgü de değil, Şah Pehlevi döneminden bu yana nükleer teknoloji ile olan ilişkisi hep oldu ve adım adım ilerledi.
Son noktayı koymamasının gerisinde de hep stratejik nedenler yer aldı…
Çünkü bomba yapmanın uluslararası arenada bir getirisi olmadığını gördü, ama yapmaya yakın olmanın da kazandırdığını fark etti; hep o yolda ilerledi…
Washington yönetimi de bu adımları atmasına karşı çıktığını sanarak aracılık etti…
Örneğin nükleer programını da gerekçe göstererek ABD yönetiminin başlattığı ambargolar ters tepti.
İran yapabileceğinden daha fazla uranyum zenginleştirmesine yol açtı…
New York Times’ta yer alan bir yorumda da yer alan veriye göre 2000 yılında İran’ın sadece o da eski yöntemle kurulmuş 164 santrifüjü bulunurken, Bush yönetiminin tutumu nedeniyle sayı bir anda patlama yapmış…
Obama’nın ılımlı politikaları döneminde biraz yavaşlamış ama uranyum stokunu arttırmaktan da geri durmamış.
Trump’ın 2018’de nükleer anlaşmadan çekilmesiyle gelen baskıcı tutum da İran’ın restine ve meydan okumasına neden olmuş…
Aktarıldığına göre bugün İran’ın binlerce gelişmiş santrifüjü ve büyük bir zenginleşmiş uranyum stoku var…
FETVANIN ZAMAN RUHU
Ayetullah Hamaney nükleer silahların yayılmasını önleme anlaşmasına bağlı kalacaklarını, nükleer silahı dini açıdan da doğru bulmadıklarını açıklamasına karşın, son dönem içerden gelen yaklaşım daha katılık yanlısı tona dönüşüyor.
Her ne kadar Hamaney 2000’li yılların başında nükleer silahın İslam’a aykırı olduğunu söylemiş olsa da bu fetvanın zamanın ruhuna göre veriliğini, bugün ise o ruhu kaybettiğini savunanların sayısı az değil…
Reisi’nin ölümü sonrası 85 yaşındaki Ayetullah’ın durumunun ne olacağı ve yerine kimin gelebileceğine yönelik senaryolarda da sertlik yanlıları çıkıyor…
Bu da İran’ın en barışçıl bakışla, nükleer silah denemesine kadar götürebilir…
Olur mu?
Bu coğrafyada içinde bir de İran olunca olmaz olmaz…