Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nasuhi Güngör Türkiye'nin asıl hamlesi ne olmalı?
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Karşılıklı verilen mesajlar, Türkiye ve Suriye arasında belirgin bir yakınlaşmanın olduğunu gösteriyor. Ayrıca devlet başkanları düzeyinde bir görüşmenin de yakın geçmişe oranla çok daha güçlü ihtimal olduğunu.

        Bu noktaya kolay gelinmediğini konuyu yakından takip edenler elbette biliyor. Daha önce de Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Beşar Esad arasında görüşme ihtimali ortaya çıkmış, ancak pek çok denge bozucu dinamik ve aktör yüzünden gerçekleşmemişti.

        Çok sayıda aktörün (devletlerin ve örgütlerin) Suriye topraklarında bulunduğu ve bunların her birinin kendi varlığına dair gerekçeleri olduğu malum. Türkiye, hem kendi güvenliğini tehdit eden terörle mücadele, hem de giderek daha ürkütücü biçimde toplumsal dengelerini bozan sığınmacılar üzerinden bölgede varlığını sürdürüyor. Terörle mücadele başlığı altında özellikle ABD’nin kuvvetle desteklediği “uydu devlet” dayatmasının bulunduğunu da buraya ekleyelim.

        TEK SUÇLU TÜRKİYE Mİ?

        Yıllardır, ama çok uzun yıllardır takip ettiğim ve yazıp konuştuğum bir konuda olup biteni olabildiğince net ve önerilerimle birlikte aktarmak istiyorum.

        Dış politikadaki her başlıkta Türkiye’yi suçlayıp sanık sandalyesine oturtmayı sağlıklı bulmuyorum. Zaman zaman da masum bir tavır olarak görmüyorum. Ancak bu durum yapıp ettiklerimizi sorgulayıp eleştirmekten bizi alıkoymamalı.

        2011-2015 yılları arasındaki Suriye politikamızın, gerek planlama, gerek öngörü ve gerekse de sahadaki pratiği açısından önemli hataları olduğunu düşünüyorum. Hatadan büyük yanlışlara doğru giden süreçte ise Türkiye’nin tek başına olmadığını, pek çok aktörün burada rolü olduğunu hatırlatmak istiyorum. Ülkemizde çözüm sürecini zehirleyen aktörlerin benzeri bir yaklaşımı Suriye konusunda göstermesi, Rusya ve İran’ın Şam üzerindeki bitmek tükenmek bilmeyen emelleri ve nihayetinde bölgedeki kaosu derinleştiren, bir terör yapısını açıkça destekleyen Amerikan politikaları.

        Ankara’nın Şam yönetimine kendi iç dengeleri konusundaki tavsiyeleri, daha geniş bir toplumsal katılımı içeren yönetime dair önerileri, belli bir azınlık iktidarının getirdiği sakıncaların zamanla daha büyük sorunlara yol açacağı öngörüsü yerindeydi. Ancak sürecin, öngörüler kadar isabetli yönetildiğini söylemek mümkün değil.

        2016 SONRASI TÜRKİYE

        Halihazırda PYD/YPG terör unsuru ve uydu devlet tehdidi, ama şimdilerde çok daha yakıcı hale gelen sığınmacılar sorunu, Suriye politikamızda farklı adımlar atılmasını zorunlu kılıyor. 2016 yılından itibaren izlenen politikaların geçmişin yanlışlarını derleyip toparlama anlamında ciddi katkıları olduğunu da unutmayalım. Bugüne gelmenin zorlukları ve açmazları, sadece Türkiye üzerinden okunamaz. Hatta 2016 sonrasındaki politika revizyonumuzun, bölgede ve özellikle Suriye’de çıkarları bulunan devlet ve örgütler üzerinden yeterince dikkate alınmadığı da bir başka gerçek.

        HAMLEYE KARŞI HAMLE

        Erdoğan-Esad zirvesi ister ülkemizde, isterse bir başka başkentte gerçekleşsin, şu ana kadar gerçekleşen en büyük hamle ve değişim olacaktır. Bu doğrunun, beraberinde her biri devasa düzeyde pek çok sorunu ya da karşı hamleyi getireceğini unutmamak kaydıyla. Türkiye’nin desteklediği muhalif güçlerin tutumu, Rusya üzerinden şekillenen bir zeminde Ankara-Şam zirvesine sözgelimi İran’ın göstereceği tepki, ama hepsinden fazlası ABD’nin izleyeceği tavır.

        Şu günlerde İsrail’in Lübnan’a saldırısının, bu görüşme zemininin ortaya çıkmasındaki rolüne işaret ediliyor. Çok yerinde bir analiz ve bu defa İran’ın iknası konusunda bu gelişmenin önemli rolü olabilir. Aynı gelişmenin Esad ve Putin’i de hareket geçiren önemli etkenlerden olduğunu da söyleyebiliriz.

        ESNEK VE SAMİMİ YAKLAŞIMLAR GEREKLİ

        Bir çiçekle bahar misali, bir görüşmeyle elbette her şey yoluna girmeyecek. Gerçekleşmesi noktasında hala endişemi muhafaza ettiğim Erdoğan-Esad zirvesinin, iki ülke açısından da bir dönüm noktası olacağını, ancak devamındaki süreci yönetme konusunda birbirlerine olabildiğince esnek ve bir o kadar da samimi yaklaşmaları çok önemli. Esad ailesi, mevcut Suriye topraklarında artık eskisi gibi tam bir egemenlik sağlayamayacağını bilecek kadar tecrübeli. Burada gösterebileceği katmanlı esneklik, kendi geleceklerini sağlama almaları için önemli. Ayrıca Türkiye’nin kaygılarını giderme noktasında karşılıklı manevra alanları açabilir.

        TÜRKİYE VE BÖLGE KÜRTLERİ

        Türkiye’nin öyle hiç sağa sola bakmadan gündemine alması gereken asıl konu ise, tüm bu süreçlerle bağlantılı, ama bundan çok daha fazlasını içeren bir hamle. Ankara, ister kendisinden, isterse muhatabından kaynaklansın fark etmez; siyasi sınırlarının ötesindeki Kürtlerle ittifak kurmaktan uzaklaştıkça sıkıntıları azalmak bir yana, daha da derinleşti. Irak’ın kuzeyinde durum çok daha iyi ve tarafların ortak çıkar denklemi giderek güçleniyor. Çok daha zor olduğunun, en az herkes kadar farkında olmakla birlikte, benzeri bir yakınlaşmanın Suriye için de kaçınılmaz olduğunu savunuyorum. Terörün belini kırmanın kalıcı yolu da buradan geçiyor.

        Bunu başarmadan her gün yeni bir sorun ve aktörün karşımıza çıkmasını engellemek mümkün değil. Mazeret sıralamak yerine, bu yakınlaşmanın düşünceden fiile geçmesinin yollarını bulmalıyız.