Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Ben Suriye’deki rejimin değişmesi gerektiğini 12 yıl savunmuş biriyim.

"Türkiye Suriye rejimi ile görüşsün" fikrine değil ama “Erdoğan ve Esad el sıkışsın" fikrine hep itiraz ettim.

Esad’a meşruiyet vermek için tasarlanmış bir öneriydi çünkü.

Şartların ve yıldızların, rızaya değil zulme dayanan Esad egemenliğinin iskambil kağıtları gibi devrilmesini sağlayacak şekilde hizalanacağına olan inancımı korudum.

Öte yandan iki devletin ilgili birimleri zaten gerektiğinde temas kuruyordu. Ötesinin 'sembolik bir anlam' dışında hiçbir anlamı yoktu. Ve o sembolik anlam, Türkiye'nin bugüne kadar durduğu ve bedel ödediği tüm doğru noktaları dev bir silgiyle yokluğa havale edecekti.

“El sıkışma” fikrini pek cazip görenlere itirazımın üç nedeni vardı:

1. Burnumuzun dibinde, gün gün takip edebildiğimiz bir iç savaşta kendi halkına karşı soykırım suçu işleyecek kadar sefilleşmiş birinin elindeki kanın benim ülkemin cumhurbaşkanının eline bulaşmasını istememek.

2. El sıkışmanın ardından gelmesi muhtemel "Bakın Esad’la da işler düzeldi, haydi sığınmacıları ülkelerine gönderelim" diyenlerin baskısıyla olabilecek bir geri dönüş senaryosunda Suriyeli sığınmacıların maruz kalacağı ölüm, işkence ve hapsedilme tehditlerinin farkında olmak.

3. Beşşar Esad profilinin gerçek bir aktör olmaması. Aktörlerin İran ve Rusya olması.

İnancım beni yanıltmadı.

Koşullar, yıldızlar, Sirius, Andromedaa, Orion ve reel politikanın tüm bileşenleri Allah’ın nasip etmesiyle tenis topları gibi hizalandı. Beşşar’ın iskambil kartlarından oluşan Babil Kulesi yıkıldı.

Ancak şuraya dikkat...

İsrail çıldırıp Gazze’yi dümdüz etme ve savaşını Lübnan’a yayıp Hizbullah’ın komutanlarına suikast düzenleyerek hem kendisini hem Esad rejiminin destekçisi Hizbullah’ı ekarte etmeseydi…

Rusya Ukrayna'yı işgal etmeye kalkıp sıkışmasaydı ve bütün gücünü oraya yönlendirmeseydi…

İran bütün enerjisini ve mali imkanlarını Suriye iç savaşında tüketip 7 Ekim’den sonra başlayan İsrail saldırganlığından dolayı yıpranmış olmasaydı…

ABD çok sorunlu bir seçim döneminden geçip seçimden sonraki devir teslim dönemi boşluğunda olmasaydı…Aynı ABD Trump’çısı ve Demokratıyla “Ne işimiz var bizim oralarda yaaa” kafasına gelmiş olmasaydı…

Türkiye Soçi ve Astana süreçlerinde Rusya ve İran’ı şahane oyalamış olmasaydı…

Aynı Türkiye Idlib’in gerilimin düşürülmesi bölgesi olarak ilan edilmesini ve muhaliflerin nefes almasını sağlamasaydı…

Colani 'nickname’li Ahmet El Şara adlı şahıs bu nefes alma sürecini, söylemini zaman içinde diğer Suriyeli muhalif grupların da desteğini alacak şekilde esnetmek için ve ‘devrim’ fikrinin hayatta kalmasını sağlamak için kullanmasaydı…

Suriyelilerin işkencesi bitmezdi. Rejimin düşmesi mümkün olmazdı.

İnanç çok garip, güçlü, güzel ve tehlikeli bir şey.

Bir belanın defedilmesini ummakta haklı çıkmak ve gönenmek de öyle.

Kalbi Suriye’deki yıkım ve ölümler adına hıçkırık biriktirmiş her inanç sahibi Müslüman için ufukta beliren yeniden doğuş ihtimalinin yarattığı an-mekan-ruh bütünlüğü bir "Axis Mundi” olarak Emevi Camii'nde tecessüm ediyor bugün.

Emevi Camii'nde olma halini namazla taçlandırmak antik insanın 'yukarıya' değebildiği, an ve mekanın mabedleştiği bir mitolojinin içinde olmak gibi onlar için.

Mikrokozmos ile makrokosmosu, aşağı alemle yukarı alemi, enfüsi olanla afaki olanı, fizik ile kimyayı, zamanla mekanı, yaradılana ait olan her şeyle yaratılmışa ait olan her şeyi, kanın demirsi tadı ile gözyaşının tedavi edici tuzunu, zehir ile panzehiri, özgür olmanın havai fişekleri ile özgür bırakana duyulan ağır başlı teslimiyeti, her şeyi anlamlı hale getiren boşluk ile önünde sonunda bir boşluğa ihtiyaç duyacak olan anlamı ve en son olarak cehennemin tünelleri ile cennetin kapılarını ayıran eksenin tam ortasında; bir mekan zaman evliliğinin adı oldu Emevi Camii.

Gerilmiş kırılmış ve taşmış bir duygu selinin katarsisi yaşanıyor günlerdir.

Kimileri bunu bir zafer sarhoşluğuna, "Halep’i de aldık ooh" gibi bir kahvehane dayısı goygoyuna çeviriyor, ancak o dile tercüme edebiliyor, ama özünde yaşanan hissiyat daha başka ve yukarıda tarif ettiğime daha yakın.

Nitekim Hakan Fidan’ın olayları dış dünyaya tercüme ederken kullandığı temkinli cümleler ile insanların yaşadığı duygusal repertuara eşlik eden bir hal dilini dengeleyerek tutum alması bu farkındalıktan ileri geliyor

Ancak tedbiri olan, temkini elden bırakmayan ilerleyecek çünkü.

Zaten, her gerilim ve taşmanın ardından uyanma ve farkındalık gelir.

O farkındalık herkese gelecek.

Her katarsis yerini bir sükun ve değerlendirme aşamasına bırakmak zorunda.

Emevi Camiinde kılınacak tüm namazlar bittikten sonra uyanacağız ve yeni bir gerilim sürecinin başladığının idrakine varacağız.

Suriyeliler için ve kırılan kalbimiz için duyduğumuz sevinçten ağrımış yanaklarımızı toplayacağız ve riskleri, tehlikeleri olası kırılma alanlarını fark etmeye başlayacağız.

Yarın bunlardan bahsedeceğim.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar