Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Amerikan futbol liginin final maçının oynadığı Super Bowl günü birçok şey oldu: Taylor Swift sevgilisi Travis Kelce’yi sahanın içinde öptü, Usher maç arasındaki performansında beklendiği gibi üzerini çıkardı, reklamlarda “Friends” ve “Scrubs” gibi dizilerin oyuncuları ve David-Victoria Beckham çifti buluştu, maçı uzatmalarda Kansas City Chiefs kazandı. Super Bowl beklendiği gibi geçti aşağı yukarı, tek bir eksikle. Amerikan Başkanı geleneksel Super Bowl söyleşisini vermedi. 30 saniyesinin yedi milyon dolara satıldığı, 100 milyondan fazla insanın canlı izlediği bir spor etkinliği Amerikan Başkanı için de bedava reklam. Geçmişte Biden da dahil başkanlar bu mükemmel ulusal sesleniş fırsatından faydalandı. Ama bu sefer “İnsanlar maç izlemek istiyor,” diye reddetti.

Beyaz Saray artık iyice ayyuka çıktığı gibi Joe Biden’ı saklamaya çalışıyor. New York Times yazarı Ezra Klein’in podcast’inde aktardığına göre Biden şu ana kadar en az söyleşi veren başkan. Aynı süre içinde Obama basınla 400, Trump ise 300 kereden fazla konuştu. Ama Biden’ın verdiği söyleşi sayısı 100 bile değil. Bunların da hemen hepsi gazetecilik dilinde “çanak soru” sorulan söyleşiler.

Amerika seçime giderken her ankette kaybettiği gözüken Biden’ın kamuoyunu ikna etmesi gerekiyor oysa. Ama Biden bunları yapmadıkça kaybetmesi biraz daha kesinleşiyor. Demokrat Parti, seçmenler, medya bu yüzden bir kez daha Trump’ın seçilmesinden endişeli. Biden ve ekibiyse haddinden fazla rahat.

AKLI YERİNDE AMA

Joe Biden’ın yaşı her zaman problemdi, ama son zamanlarda arka arkaya yaptığı yaşın daha da tartışılmasına neden oldu. Mitterand’la, Kohl’a konuştuğunu söyleyerek evdeki bunamaya başlayan karikatür dede karakterine can verdi. Hafızasını ve Amerika’yı yönetebilme kapasitesini savunduğu basın toplantısında son dakikada gelen soruya yanıt verirken Mısır’la Meksika’yı karıştırması büyük bir iletişim kazasına dönüştü.

Beyaz Saray onu böylesi gaflar yapmaması için gizliyor. Aslında Biden lafı hep alıp bir yere götüren, net konuşamayan, dağınık düşünen bir politikacıydı. Ancak son yıllarda basın toplantılarını kısa kesmesi, “Lafı uzatırsam bana kızarlar,” gibi tuhaf karşılanan açıklamalar yapması daha fazla göze batmaya başladı. Hakkında soruşturma yürüten savcının “hafızasında sorunlar yaşayan yaşlı adam” diye raporda yazmasıysa akıl sağlığı tartışmalarını resmen kayıtlara geçirmiş oldu.

Ezra Klein onu sevenler ve sevmeyenlere Biden’ın akli dengesinin yerinde olup olmadığını, başkanlığı yürütüp yürütemeyeceğini sormuş. Hemen herkes özelde Biden’ın zihninin son derece sağlam, toplantılarda konusuna hakim olduğunu ve ülkeyi yönetmekle ilgili bir engel taşımadığını söylüyor. Donald Trump’ın dediği gibi “bunak” değil kısacası. Ancak Biden ülkeyi yönetebilse de, Klein’in dediği gibi, seçim kampanyasını şimdilik yönetemiyor.

Bill Clinton’a seçim kazandıran danışmanlardan James Carville’e göre kampanya önemli, ama iş adayda kilitleniyor. Aday kötüyse isterseniz dünyanın en iyi kampanyasını yapın, kazanamazsınız. Ve görünen, en azından algıda Biden’ın kötü bir aday olduğu.

GÜYA KÖPRÜYDÜ

Kazanması garanti olan adayların basın yoluyla kendi tanıtımlarını yapmalarına ihtiyacı yok. Amerikan seçmeni Biden’ın zorlanmadığı, meydan okunduğunda karşılık verdiğini, kafasının karışmadığını, aklının yerinde olduğunu görmek istiyor. Biden’ın ekibi seçmenin sandıkta ona sadık kalacağını, oy vereceğini hesap ediyor. Çünkü alternatifi, yani Trump tehlikesi o kadar büyük ki daha önce olduğu gibi Biden’a kurtarıcı olarak sığınacaklar.

Biden’ın ikinci kez aday olmaktaki ısrarı ilk seçimden önceki vaadiyle de çelişiyor. Arkasına Demokrat Parti’nin geleceği olarak sunduğu isimleri alıp kendisinin bugünle gelecek arasında bir köprü olduğunu söylemişti. Bir diğer deyişle, geçiş döneminin başkanı olacak, ülkeyi Trump’lı kaotik yıllardan sonra normalleştirip koltuğunu bırakacaktı. Galata Köprüsü olması beklenen o köprü Boğaziçi Köprüsü kadar uzamış durumda şimdi; nedense hiç kimse de Biden’a meydan okuyamıyor.

Bunun bir nedeni Biden’ın iyi bir başkan olması. Rakip parti hiziplere bölünmüş çatırdarken Biden her kesimi bir arada tutmayı başardı, Demokratlar’ın ilerici kanadından da geleneksellerden de faydalandı ve icraatlarını ona göre belirledi. Altyapı paketi, ekonomi yönetimi, çevre yatırımı gibi büyük adımlar attı. Ülke hakikaten de onun döneminde nefes aldı. Batı ittifakını birleştirdi, NATO’yu güçlendirdi. Deneyimli, güvenilir, başka ülkelerin de danıştığı bir devlet adamı olarak başka ülke liderlerinin de saygısını kazandı.

Biden’ın deneyimi dört sene içinde karşı karşıya olduğu ikinci büyük uluslararası krizde iyi sınav vermedi ama. İsrail-Hamas savaşındaki kararsız, çabuk fikir değiştiren, belli bir çizgi tutturamayan tavrı deneyimli devlet adamlığıyla da çelişti. İster istemez bu gibi olası başka krizlerde de yalpalayabilme ihtimali var.

YAŞA DAYALI AYRIMCILIK

Biden’ı savunanlar yaşını tartışmaya açmanın yaşlılara karşı ayrımcılık olduğunu savunuyor. Genç siyasetçiler de sağlık problemleriyle baş edebiliyorlar, ama insan beynin ve vücudunun yaş ilerledikçe yavaşladığı da ortada. Ben Biden’ın yarı yaşındayım, okyanus ötesi turistik seyahat yaptığımda bile bir hafta kendime gelemiyorum—her saat farkı başına bir gün sürüyor toparlamak. Amerikan Başkanlığı yerinde oturmaya fırsat vermeyen bir görev.

New York Review of Books’un 18 Haziran tarihli sayısında Fintan O’Toole’un dikkat çektiği gibi dünyada gerontokrasinin, yani yaşlıların iktidarının sürdüğü iki kurum için bile Joe Biden’ın yaşı fazla ileride. Katolik Kilisesi’nde görev yapsaydı 75 veya 80 yaşında “Ingravescentem Aetatem” maddesinden, yaş haddinden mecburen emekli edilecekti. Çin Komünist Partisi’nde ise her beş yılda bir yapılan kongrede yaşı 68’in üzerinde olanlar tasfiye ediliyor.

Eski çağlarda gerontokrasinin bir anlamı vardı, insanlar koltuğa yapışmasın diye doğanın görev süresi belirlemesine güveniliyordu. Oysa modern siyasette yasalarla bu sınırlar yasalarla belirleniyor.

Yine O’Toole’un altını çizdiği gibi Amerikan siyaseti giderek dah fazla yaşlanıyor, “boomer” denen İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra doğan kuşağın—çoğunlukla beyaz erkekler—kontrolünden çıkarmıyor. Siyasetin en büyük bağışçıları da “boomer”lar. Öyle ki, 2014’te tarihin en yaşlı kongresini seçildi. 2016’da bu rekor kırıldı. 2018 ve 2020’de tekrar tekrar kırıldı. Hatta 2020’de görevi bırakanların yerine seçilenlerin yaşı daha da ileriydi. 2016’da ABD tarihin en yaşlı başkanını seçti. 70 yaşındaki Trump’ın rekoru 2020’de 77 yaşındaki Biden’la kırıldı. Amerikan siyasetinde bugün ortalama yaş 65. Dünyada Biden dışında 80’lerinde ülke yöneten tek demokrasi ise küçücük bir ülke olan Namibya Cumhuriyeti.

BİR ZAMANLAR GENÇ SİYASETÇİYDİ

New York Times’ın anketine göre seçmenlerin yüzde 71’i Biden’ın çok yaşlı olduğunu düşünüyor. Biden’ı destekleyenlerin yüzde 54’ü bile aynı görüşte. İşin ironik tarafı 1972’de ilk kez 29 yaşında senatör seçildiğinde Biden 63 yaşındaki rakibini yaşlı olmakla itham ediyor, genç ve gelecek vaat eden bir politikacı olarak kendisini parlatıyordu. Demokrat Parti’nin en büyük özelliği yaşlı Cumhuriyetçiler’e karşı genç alternatif olmasıydı.

“Biden sadece yaşça değil, siyasi olarak da antik,” diye yazıyor O’Toole. İlk kez başkanlık için 1987’de yarıştı, “Taylor Swift doğmadan iki sene önce.” Trump ise, evet, 77 yaşında ama en fazla 10 yıldır siyasette, bu bakımdan eski ya da yaşlı değil.

Ezra Klein’a göre “iş yerinde yasadışı ayrımcılık yasadışı, ama seçmenler arasında değil.” Ve Biden yaşlı olduğu için seçilmezse bunun dönüşü yok; “Seçmenleri yaş ayrımcılığı yaptıkları için dava edemezsiniz.”

Klein pek çok yorumcu gibi panik yaşıyor çünkü Biden’ın inadının neye mal olabileceğini görüyor. Çözüm önerisiyse Demokrat Parti’nin kurultayda yeni lider adaylarıyla çıkıp, delegelerin her birini dinleyip yeni birini belirlemesi. Kağıt üzerinde mümkün ama en azından bugün imkansız görünen bir senaryo.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar