Murat Bardakçı yazdı...
İntihalciler artık sağlığımızı bile tehdit ediyorlar
Dün, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde “Bilim ve Etik Paneli” yapıldı. Ana konu, üniversitelerde gittikçe artan “intihal”, yani “bilimsel hırsızlık” olaylarıydı.
Prof. Dr. Tayfun Akgül’ün organize ettiği panele, ben de katıldım. Türkiye’de intihal konusunda son 10 sene boyunca en fazla yazan gazetecilerden biri olmam dolayısıyla intihal hadiselerini bildiğimi zannediyordum ama konuşmacıların anlattıklarını dinleyip verdikleri örnekleri görünce, aslında hiçbirşey bilmediğimi farkettim. Bilimsel soygunculuklar inanılmaz derecede artmış, isimlerinin başında “Prof.”, “Doç.” yahut “Dr.” gibisinden bilimsel ünvan taşıyan akademik hırsızlar akla-hayâle gelmeyecek yepyeni makaslama metodları icad etmişlerdi.
“İntihal” kelimesi, sözlüklerde genellikle “başkasının eserini kendisininmiş gibi gösterip yayınlama” şeklinde açıklanır ama bence düpedüz hırsızlıktır, üstelik hırsızlığın en pespaye şeklidir. Sıradan bir hırsız paranızı, malınızı yahut bir başka kıymetli eşyanızı çalan kişidir ama intihalde fikrinizin, düşüncenizin ve emeğinizin üzerine oturulması sözkonusudur. Zira, intihalci sizin için çok daha kıymetli olan birşeyi, aylarınızı, hattâ bazen senelerinizi sarfederek verdiğiniz eseri, düşüncenizi ve göznurunuzu çalmıştır ve bunun kıymetinin parayla, pulla, fiyatla, vesaireyle ölçülmesi mümkün değildir. İntihalin, hırsızlığın ve sahtekârlığın en aşağılık biçimi olmasının sebebi işte budur.
İTÜ’nün Ayazağa’daki kampüsünde yapılan panelde, konuşmacılar akademik ünvanlı hırsızları ve geliştirdikleri makaslama metodlarını bir bir sergilerlerken, açıkçası dehşete düştüm. İlim merkezlerimiz olması gereken üniversitelerde yapılan böyle hırsızlıklara alışkındım ama, konunun beni hayretler içerisinde bırakan bir başka tarafı, son bir-iki sene içerisinde mahkemelik olan intihal olayları karşısında üniversite yönetimlerinin ardından adaletin takındığı tavırdı.
Üniversitelerin intihal olayları karşısında ne kadar sessiz kaldıklarını kendi yazdıklarımın neticesinden biliyordum. Akademik hırsızlık olayıyla karşılaşan yönetim bu işi genellikle örtbas etme yolunu tercih ederdi; zira “tencere dibin kara, seninki benden kara” misali vaziyetler sözkonusuydu. Seneler boyunca yazdığım ve belgeleriyle ortaya koyduğum dünya kadar intihal hadisesi önce YÖK, ardından da rektörlükler yahut dekanlıklar sayesinde örtbas edilmiş, sadece tek bir intihalciye birkaç aylık veza verilmiş, hemen ardından o ceza da affedilmişti.