Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Davranışçı Yaklaşım Nedir?

        Davranışların bir dizi uyarana tepki olarak ortaya çıktığını ileri süren ancak zihinsel süreçleri davranışlardan ayırarak sadece gözlenebilen davranışları incelemek üzere geliştirilen bir yaklaşımdır. Bu yaklaşıma göre, davranış gözlenebilir ve ölçülebilir; oysa zihin bir "kara kutu" (black box) gibidir, asla ne olduğu bilinmez ve ölçülemez. Diğer bir deyişle, zihin/beyin girdilerini (uyaranları) ve çıktısını (davranışı) bildiğimiz ancak iç mekanizmalarını ve nasıl çalıştığını bilmediğimiz ve önemsemediğimiz (girdilerini ve çıktısını bilmekle yetindiğimiz) karmaşık bir cihaz gibidir. Bu nedenle, zihinsel süreçlerin rolü davranışçı yaklaşımda göz ardı edilir.

        Davranış, çevresel bir uyarana karşı geliştirilen tepki sonucunda üretilen reflekslerdir. Ayrıca, davranış bireyin mevcut motivasyon durumu ve kontrol uyaranları ile birlikte özellikle ödül ve ceza dahil olmak üzere o kişinin geçmişinden getirdiği sonuçlardır. Bu nedenle, davranışçılar davranışı belirleyenler arasında kalıtımın rolünü kabul etseler de öncelikle çevresel faktörlere odaklanırlar. Davranışçı yaklaşım şu sorulara yanıt arar: "Yeni bir konu nasıl öğrenilir?", "Davranışların sonucunda olumsuz geri bildirim alma davranışta bir farklılık yaratır mı?", "İnsan ve hayvan davranışlarında ne gibi benzerlikler vardır?", "Korkuları nasıl öğreniriz?".

        Davranışçı yaklaşım felsefe, yöntembilim ve psikoloji kuramlarını birleştirir. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında psikodinamik kuramda yer bulan bilinç-bilinçaltı kavramlarını açıklayan derinlik psikolojisine ve genellikle deneysel olarak test edilebilecek tahminler yapmakta zorlanan diğer geleneksel psikoloji kuramlarına bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Davranışçı yaklaşımın ilk çalışmaları, 20. yüzyılın ilk yarısında, fizyoloji ve psikoloji bilgilerini bir araya getiren, köpeklerde koşullu refleksler üzerinde durmuş ve klasik şartlanma deneylerini gerçekleştirmiş Rus fizyolog Ivan Petrovich Pavlov tarafından ortaya konulmuştur. Fizyolojide sindirimi açıkladığı çalışmasıyla 1904'te "Nobel Fizyoloji ve Tıp Ödülü"nü kazanan Pavlov deney köpeklerinde yaptığı sindirim deneyleri sırasında köpeklerin yemek yemedikleri halde mide salgılarına ve salyaya rastlar. Hatta sadece ayak seslerinin bile köpekte salya tepkisine yol açtığını gören Pavlov "klasik koşullanmayla öğrenme" (classical conditioning) kuramını geliştirmiştir.

        Davranışçı yaklaşımın kendi içinde ikiye ayrıldığı görülmektedir: Metodolojik davranışçılık ve radikal davranışçılık. "Metodolojik davranışçılık" içe bakış yöntemlerini reddeden ve sadece gözlemlenebilir davranışları ve olayları ölçerek davranışı anlamaya çalışan John B. Watson (1913) tarafından kurulmuştur. "Davranışçı Bakış Açısından Psikoloji" adlı makalesinde Watson, psikolojinin gerçek bir bilim haline gelmesinin tek yolunun Sigmund Freud'un yaptığının aksine gözlenebilir davranışların değerlendirilmesi olacağını ifade etmiştir. Watson, zihnin başlangıçta "boş bir sayfa" (tabula rasa) olduğunu ileri sürer. Watson ayrıca, küçük bir çocukta yüksek sesle birlikte farenin tekrarlı olarak gösterilmesi sonucu fare korkusu geliştiğini gözlemlediği deneyinde, korkuların öğrenilebileceğini keşfetmiştir. Bu deney, tüm korkuların aynı mantıkla geliştiğini göstermiştir. Klasik davranışçılığın öncülerinden biri olan Edward Thorndike'ın ileri sürdüğü "Etki Yasası" da davranışçı kuramın gelişmesinde önemli bir katkı sağlamıştır. Thorndike çalışmalarını deney hayvanlarıyla yürütmüştür. Bu çalışmalar sonucunda tanımladığı "Etki Yasası"na göre davranışlar sonuçları tarafından kontrol edilir. Diğer bir deyişle, bir davranış sonucunda ortaya organizmayı tatmin eden bir uyaran çıkıyorsa (örn. yemek verilmesi) o davranışın tekrarlanma olasılığı artar; tersine bir davranış sonucunda organizmayı tatmin etmeyen bir uyaran çıkıyorsa (örn. ceza verilmesi) davranışın tekrarlanması azalır.

        Davranışçı akımın bir diğer öncüsü davranışları "Pekiştirme İlkeleri" temelinde açıklayan Burrhus Frederic Skinner'dır. Skinner organizmaların içsel davranışlarla doğduğunu ileri sürmekte; ayrıca genlerin ve biyolojik bileşenlerin davranıştaki rolünü kabul etmektedir. John Watson ve Ivan Pavlov klasik koşullanmanın uyaran-tepki sürecini araştırırken, Skinner edimsel koşullanmanın davranış-uyaran sürecini ve ayrıca davranışı kontrol eden ve davranıştan hemen önce gelen öncül/çevresel faktörleri (ayırt edici uyaranlar) araştırmıştır. Skinner'a göre bir davranış sonucunda pekiştirilirse diğer bir deyişle ödüllendirilirse o davranışın sıklığı artar, eğer cezalandırılırsa o davranışın tekrarlanma olasılığı azalır. Bu ilke otizm ve madde bağımlılığı gibi psikolojik sorunların tedavisinde kullanılmaktadır.

        Watson'a ve Skinner'e karşı Noam Chomsky (1959) dil gelişiminde uyaran-davranış ilişkisinin yanı sıra insan yaratıcılığının da önemli bir faktör olduğunu belirtmiştir. Albert Bandura (1963) ise bilişsel ve davranışsal yaklaşımları birleştirerek davranışların öğrenilmesinde sosyal öğrenmenin ve sosyal çevrenin önemli olduğunu vurgulamıştır. Davranışçı yaklaşım ortaya konulduğu 1900'lerin başında sadece uyaran-tepki ilişkisine bakarken 1900'lerin ortasına gelindiğinde çeşitli değişimlere uğrayarak davranışların açıklanmasında bilişsel ve sosyal süreçleri de dikkate almaya başlamıştır.

        Davranışçı yaklaşımda öğrenme süreçlerinin gerçekleşmesine ilişkin yöntemler ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Klasik koşullanmada, biyolojik olarak güçlü bir uyaranın daha önce nötr bir uyaranla eşleştirildiği bir öğrenme süreci yaşanır. Normalde hayvanda herhangi bir salya tepkisi oluşturmayacak nötr bir uyarıcı (araştırmacının ayak sesi, zil sesi vb.) gerçekte tepkiye sebep olan asıl uyarıcıyla (yemek, koşulsuz uyarıcı, öğrenilmemiş uyarıcı, doğuştan genetik programlı uyarıcı) defalarca eşleşerek asıl uyarıcının yokluğunda dahi hayvanda koşullu tepkiye (salya, öğrenilmiş tepki) neden olabilen bir koşullu uyarıcı (öğrenilmiş uyarıcı) haline gelmektedir. Bunun sonucunda hayvanda öğrenme gerçekleşmektedir. İki uyarıcı arasındaki fark, koşullu tepki öğrenilmiştir ve genellikle koşulsuz tepkiye (doğuştan gelen) kıyasla daha az güçlüdür.

        İnsan yaşamında klasik şartlanmanın yer almasına örnek olarak TV'deki şiddet öğeleri verilebilir. Medyada şiddetle ilgili simgeler (örn., bir film karakterinin elindeki keskin bir cisim) klasik koşullanma yoluyla, korku ve öfke gibi duygulara yol açabilir. Özellikle çocuklar, bu tür klasik koşullanmaya daha yatkındır.

        Koşullu öğrenme yaşantılarında zamanla değişimler gözlenebilir. Bunlardan ilki "sönme" olarak adlandırılan, koşullu tepkinin sıklığının azalması ve sonunda yok olmasıdır. İkincisi, "kendiliğinden düzelme" olarak tanımlanan, kaybolmuş koşullu bir tepkinin belli bir dinlenme evresinden sonra ve herhangi bir koşullanma olmaksızın yeniden ortaya çıkmasıdır. Zamanla gözlenebilen üçüncü değişim, "uyarıcının genellenmesi" olarak adlandırılan, bir uyarıcıya karşı belli bir tepkiyi vermeye koşullandıktan sonra bu uyarıcıya benzeyen uyarıcılara da aynı tepkinin verilmesidir. Dördüncüsü ise "uyarıcı ayırt etme" olarak adlandırılan ise iki uyarıcı birbirinden yeterince farklı olduğunda koşullanmanın olduğu ilk uyarıcıya tepki verme ancak ikinci uyarıcıya tepki vermemedir.

        Davranışçı yaklaşımda öğrenme, deneyim sonucu yeni davranışların edinilmesi veya davranışta kalıcı bir şekilde oluşan değişiklik olarak tanımlanmaktadır. Klasik koşullanmanın dışında "bir davranışın gücünün pekiştirme veya cezalandırma yoluyla değiştirildiği bir tür ilişkisel öğrenme süreci" olarak tanımlanan "Edimsel Koşullama" (operant conditioning) yoluyla öğrenme bulunmaktadır. Skinner'ın klasik fare deneyinde kutuda (Skinner'in kutusu) dolaşan fare şans eseri kutudaki tuşa basıp yemek aldığında ve bu durum sürekli tekrarlandığında fare yemek ile tuşa basma arasında ilişkiyi öğrenmiştir ve karnı doyana kadar tuşa basmıştır. Edimsel koşullamada önceki davranışın tekrar etme ihtimalini belli bir uyarıcının artırdığı süreç "pekiştirme", bir önceki davranışın tekrarlama ihtimalini artıran uyarıcı "pekiştireç", bireyin davranışı akabinde arzu ettiği bir şeyin verilmesi nedeniyle davranışını sürdürmesi "olumlu pekiştirme", bireyin arzu etmediği sonucu ortadan kaldırmak için davranışını sürdürmesi "olumsuz pekiştirme", bir önceki davranışın tekrar etme olasılığını azaltan uyarıcı "ceza", zor bir davranışı öğretmek için istenen davranışa gittikçe daha da benzeyen davranışları ödüllendirme süreci "şekillendirme" olarak adlandırılır. Akılda tutulması gereken nokta, cezanın istenmeyen davranışı geçici olarak bastıracağı ancak organizma üzerinde kalıcı olumsuz etkiler bırakabileceği gerçeğidir.

        Bir diğer öğrenme yöntemi Albert Bandura'nın "öğrenmede sosyal bilişsel yaklaşım" olarak ortaya koyduğu "gözlemsel öğrenme"dir. Başka bir kişinin ya da modelin davranışı seyredilerek öğrenme gerçekleşir. Model alarak veya gözleyerek şiddetin öğrenileceği, deneylerle kanıtlanmıştır.

        Son olarak, davranışçı ve bilişsel yaklaşım, davranışlarımızı açıklamak için ileri sürdükleri kuramsal temeller açısından birbirleri ile tamamen farklıdır. Ancak özellikle kaygı bozukluklarının (basit fobiler, obsesif kompulsif bozukluk, travma sonrası stres bozukluğu, sosyal kaygı bozukluğu ve duygu durum bozuklukları gibi) tedavisi için geliştirilen Bilişsel-Davranışçı Terapilerde iki kuram birbirlerini tamamlamıştır. Psikoterapi sürecinde davranışçı yaklaşım, öğrenme kuramı ve koşullandırma yoluyla insanların sağlıksız davranışlarını veya yıkıcı davranışlarını düzeltir ve değiştirir. Örneğin, davranışçı kuramın kaçınılan uyaranla yüzleşilmesini içeren maruz bırakma yöntemi, fobilerin tedavisinde etkili olmaktadır. Maruz bırakma yöntemi, klasik koşullamaların karşıt koşullamalarla çözülmesini içeren bir sağaltım şeklidir. Gerçek nesneye maruz bırakma, imgelem ya da hayali olarak maruz bırakma, fizyolojik duyumlar yaratma yoluyla maruz bırakma ile son yıllarda davranışçı yaklaşımın modern bir uygulaması olan sanal gerçeklik yoluyla maruz bırakma uygulamalarında kaygı duyulan nesneyle tekrarlı yüzleşmelerin olması yoluyla kaygıya duyarsızlaşma yöntemleri dikkati çekmektedir. Yirminci yüzyılın ortalarında Joseph Wolpe tarafından geliştirilmiş sistematik duyarsızlaştırma ise bireyin kaçındığı nesneye ilişkin korku hiyerarşisi oluşturma, korku hiyerarşisindeki durumların her birine maruz bırakırken gevşemeyi öğretme yoluyla korkuya ilişkin koşullamayı kırmak mümkündür. Yirmi birinci yüzyılda ise davranışçı yaklaşımda davranış analizine ağırlık verilmektedir. Davranışın katılımcı şekilde ve edimsel olarak pekiştirilmesini öngören bu yaklaşımda, davranışı değiştirmek hedeflenir.

        YAZAR

        Emre Şenol Durak

        KAYNAK

        • Bandura, Albert, ve Richard Hais Walters. Social Learning and Personality Development. New York: Holt, Rinehart & Winston. 1963.
        • Bouchard, Stephane, Stephanie Dumoulin, Genevieve Robillard, Tanya Guitard, Évelyne Klinger, Helene Forget, Claudie Loranger ve François Xavier Roucaut. "Virtual Reality Compared with in vivo Exposure in the Treatment of Social Anxiety Disorder: A Three-Arm Randomised Controlled Trial".The British Journal of Psychiatry210, Sayı: 4 (2017): 276-283.
        • Chomsky, Noam. "A Review of Skinner'sVerbal Behavior." Readings in the Psychology of Language içinde. Yay. Haz. Leon A. Jakobovits ve Murray S. Miron. Prentice-Hall, Inc., 1967. 142-143.
        • Skinner, Burrhus Frederic. About Behaviorism. New York: Random House, Inc, 1976.
        • Watson, John Broadus. "Psychology as the Behaviorist Views It.Psychological Review 20, Sayı: 2 (1913): 158-177.
        • Wolpe, Joseph. "Reciprocal Inhibition as the Main Basis of Psychotherapeutic Effects." Archives of Neurology and Psychiatry 72, Sayı: 2 (1954): 205-226.