Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Ehl-İ Sünnet Nedir?

        Hz. Peygamber ile sahabelerin dinin temel konularında takip ettikleri yolu ve uygulamalarını benimseyip hayatlarına yansıtan ve Müslümanların çoğunluğunu oluşturan mezheplerin ve toplulukların genel adı olan "sünnet ve cemaat bağlıları" anlamına gelen " ve'l-cemaat" tamlamasının kısaltılmış halidir. Bu ifadedeki "Sünnet", Hz. Peygamber'in yaşayış şekli ile ilk Müslüman nesiller olan sahabe, tabiin ve tebe-i tabiinin bu yaşayışı model edinerek hayatlarına yansıtmalarıyla yerleşiklik ve geleneksellik özelliği kazanmış sistematik yapıdır. Cemaat ise hem Hz. Peygamber'den İslam'ı öğrenen ve sonraki nesillere aktaran sahabi topluluğunu hem de sonraki devirlerde Müslümanların ana gövdesini oluşturan büyük çoğunluğu (sevad-ı azam) ifade eder. ve'l-cemaata mensup olanlar için kısaca veya Sünni ifadesi kullanıldığı gibi doğru inanç, hüküm ve düşünceleri benimseyenler anlamında Ehl-i hak ifadesi de kullanılmaktadır.

        Sünnetin oluşması ve yerleşiklik kazanması hususunda üç aşamalı bir süreçten söz edilebilir: 1. Hz. Peygamber, raşid halifeler ve sahabilerin uygulaması, 2. Tabiinin uygulaması, 3. Tebe-i tabiinin uygulaması. Nitekim Hz. Peygamber, kendisinden sonraki üç nesli övmüş ve şöyle buyurmuştur: "En hayırlınız benim asrımda yaşamış olanlar, sonra onları takip edenler, sonra onların ardından gelenlerdir" (Buhari, "Şehadat", 9; Müslim, "Fedailu's-sahabe", 212). Hz. Peygamber'in üç nesli övmesi, ilahi mesaj olarak getirdiği esasların ve ortaya koyduğu uygulamaların yerleşiklik kazanmasına yönelik bir hedef göstermedir. Sosyolojik olarak bir uygulamanın veya öğretinin üç veya daha fazla nesil tarafından kesintisiz sürdürülmesi ile ancak gelenekselleşmesi ve yerleşik bir yapı haline gelmesi söz konusu olabilir. Hz. Peygamber'in kendisinden sonraki üç nesli övmesinin altında da bu gerçek yatmaktadır.

        Her ne kadar din, asıl itibarıyla Allah'ın mesajı olan vahye dayansa da dini getirip bildiren ve bunu uygulayarak örnek olan, masumiyet özelliğine sahip Hz. Peygamber'dir. Kur'an-ı Kerim'de Allah'a itaatten hemen sonra Hz. Peygamber'e itaatın emredilmesi onun bu konumunu göstermektedir (Nisa 4/59, Maide 5/92, Nur 24/54). Bu yönüyle Hz. Peygamber'in uygulaması, dinde vazgeçilmez öneme haizdir. "Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmayacaksınız: Allah'ın Kitabı ve Peygamberinin sünneti." (Muvatta "Kader", 3) hadisi de bu gerçeği bildirmektedir. Öte yandan Hz. Ömer'in Abdullah b. Mes'ud'u Kûfe'de, Abdullah b. Abbas'ı Mekke'de, Abdullah b. Amr'ı Mısır'da ve Ebü'd-Derda'yı Şam'da bir nevi öğretmen olarak görevlendirmesi hem sünnetin o bölgelerde öğrenilip yerleşik uygulamaya dönüşmesini sağlamış hem de İslam toplumunda sağlıklı ekolleşmeye zemin oluşturmuştur.

        Hz. Peygamber'in uygulamalarına ve sözlerine sıkı sıkıya bağlı olan gruplar tarafından sahiplenilen ehl-i sünnet kavramının ne zaman ortaya çıktığı kesin olarak bilinmemektedir. Muhammed b. Sirin (ö. 33/364) tarafından sahibü's-sünne veya ehlü's-sünne şeklinde kullanıldığına dair rivayetler bulunmaktadır. Hicri I. asrın sonu veya II. asrın başlarında vefat etmiş olan Harici müellif Salim b. Zekvan'a nispet edilen Sire'de sünnet ve bid'at kavramlarının kullanıldığı görülmektedir. Öte yandan Darimi'nin Sünen'in de Hasan-ı Basri'nin bu kavramı kullandığı bilgisini vermesini (Darimi, Sünen, "Mukaddime" 23) ve Ahmed b. Hanbel'in er-Red ale'z-zenadıka adlı eserinde yine bu kavramı zikretmesini hesaba katarsak, Hicri II. asırdan itibaren sünnetin bid'at karşılığının kullanılmaya başladığını söylemek mümkündür. Bu kavramın rastlandığı erken kaynaklardan biri de Ebu Hanife'nin Osman el-Betti'ye gönderdiği Risale'dir. Risale'de Ebu Hanife'nin, kendisine Mürcie denilmesine karşı Ehlü's-Sünne ve'l-Adl yani sünnet ve adalet taraftarlarından olduğunu açıklaması, o dönemde bu ismin yaygın olduğunun belgesidir. Buna göre Ehl-i bid'at, Hz. Peygamber'den sonra ortaya çıkan ve dini bir delile dayanmayan inanç ve davranışları benimseyen, bu yüzden dışında kabul edilen Müslüman grupları ifade etmektedir.

        Kur'an-ı Kerim'de Müslümanların kardeşliği vurgulanmış, iyiliği emredip kötülüklerden sakındıran bir ümmet oldukları belirtilmiş ve tefrikaya düşmeden Allah'ın dinine sımsıkı sarılmaları emredilmiştir (Hucurat 49/10; Al-i İmran 3/103, 110). Hz. Peygamber de Müslümanların daima birlik ve beraberlik (cemaat) içinde bulunmaları gerektiğini, Allah'ın rahmeti ve yardımının çoğunluk üzerinde olduğunu, ihtilaf ortaya çıktığında bunlara tabi olunmasını, çünkü ümmetinin sapkınlık (dalalet) üzerinde birleşmeyeceğini, cennetin en iyi yerine gitmek isteyenlerin bu birlikten ayrılmamasını, cemaatten bir karış bile ayrılmanın İslam'dan uzaklaşma sayılacağını bildirmiş, böylece İslam toplumunda çoğunluğun birliği ve ortak kanaatinin önemini vurgulayarak bu çoğunluğa uyulmasını istemiştir (Buhari, "Fiten" 2; Müslim, "İmare", 53-55). Bütün bu ayet ve hadisler ehl-i sünnet ve'l-cemaat anlayışının temelini oluşturmaktadır. Ayrıca, Hz. Peygamber'den nakledilen, kendisinden sonra ümmetin yetmiş üç fırkaya ayrılacağı ve bunlardan sadece bir grubun gerçek kurtuluşa ereceğine (fırka-i naciye) dair hadis ve bu hadisin bazı rivayetlerinde Müslümanların çoğunluğuna (sevad-ı azam) uyulmasını isteyen ifade de özellikle "çoğunluk taraftarları" anlamındaki Ehl-i cemaat isimlendirmesinde etkili olmuş olmalıdır (Tirmizi "İman" 18, Ebû Davûd "Sünnet" 1). Bu rivayetlerde geçen 'topluluk taraftarları' anlamındaki 'ehl-i cemaat' ifadesi, İslam toplumunun birlik ve bütünlüğünü sağlama ve sürdürme amaçlı bir kavramsallaştırmadır. Çünkü Müslümanlar için Hz. Peygamber'in sünnetine uymak ne kadar önemliyse birlik ve bütünlük içinde olmak da en az onun kadar önemlidir.

        "Ehl-i sünnet" ve "ehl-i cemaat" kavramlarının birleşmesiyle oluşan ehl-i sünnet ve'l-cemaat ise İslam'ın başlangıcından bugüne Hz. Peygamber'in ve sahabesinin uygulamaları olan, sünnetini takip eden ve onun etrafından bütünleşen Müslüman ana kitleyi ifade eder. Özellikle Sünni camia, erken dönemden itibaren ehl-i sünnet ve'l-cemaat ifadesini bir bütün olarak kullanmaya özen göstermiştir. Çünkü ismin bu bütün hali hem Hz. Peygamber'in yolunu hem de ümmetin birlik ve bütünlüğünü ifade etmektedir. Bu anlamıyla ehl-i sünnet ve'l-cemaat, Müslümanları en geniş manada temsil eden ve toparlayıcı özelliği taşıyan ana bünyenin ismidir. Onbeş asırlık tarihi süreç içinde olduğu gibi bugün de bu özelliğini korumaktadır. Bu anlayışta olanlar, "Mü'minler kardeştirler" (Hucurat 49/10) ilkesi çerçevesinde bazı görüş ayrılıkları dolayısıyla ana kitlenin dışında kalmış Müslümanları da kucaklamışlar, onlar için de Ehl-i kıble şemsiyesi açmışlardır. Buna göre Kabe'yi kıble bilen bütün Müslümanlar İslam çerçevesi içinde, iman şemsiyesi altındadır. Hiçbir Müslüman; görüşü, düşüncesi veya tavrı dolayısıyla dışlanamaz. Bunu da "Ehl-i Kıble tekfir edilemez" yani Kabe'yi kıble kabul eden hiçbir Müslüman İslam dışında sayılamaz ilkesiyle kayıt altına almışlardır. Öte yandan ehl-i sünnet ve'l-cemaat, ümmet-i icabet ve ümmet-i davet isimlendirmesiyle inanan inanmayan bütün insanları kucaklamışlardır. Ümmet-i icabet, daveti kabul edip Müslümanlığı seçenler, ümmet-i davet ise kabul etmemekle birlikte davete muhatap olanlardır. Onları bu anlayışa götüren Hz. Muhammed'in (s.a.v.) son peygamber sıfatıyla bütün insanlığa gönderilmiş olmasıdır.

        Ehl-i sünnet ve'l-cemaat içinde kimlerin yer aldığı hususunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bunlar arasında sahabe ve onlara tabi olan alimler, ehl-i hadis, ehl-i rey, müctehidler, fakihler, sufiler, dil ve kıraat alimleri ve onlara tabi olan halk tabakası gibi unsurlar yer almaktadır. İslam tarihinde ortaya çıkmış çeşitli mezhep ve gruplar açısından genel olarak bakıldığında itikadi mezheplerden Selef alimleri, Matüridi ve Eş'ariler, fıkhi (ameli) mezheplerden Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeliler ehl-i sünnet ve'l-cemaatin ana temsilcileridir. Buna karşılık özellikle siyasi-itikadi sebeplerle ortaya çıkan Haricilik, Mu'tezile, Şia ve onun çeşitli kolları (İmamiye, İsmailiye, İsnaaşeriye, Zeydiye vs.) ise Ehl-i bid'at olarak değerlendirilmektedir.

        Hicri III. (miladi IX.) yüzyılda Karmatilerle başlayan, Büyük Selçuklu Devleti döneminde İsmaililerle had safhaya ulaşan Batıni fitne karşısında ehl-i sünnet ve'l-cemaat topluluğu, aralarındaki itikadi farklılıkları en aza indirgeyerek kenetlenme ve kendilerini bir bütün olarak ifade etme anlayışını benimsemişlerdir. Bu toplumsal tavır Selçuklu Atabegleri, Memlüklü, Timur, Babürlü ve Osmanlı toplumlarında devam etmiş ve günümüze kadar gelmiştir. Günümüzde her ne kadar Sünni camia Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbeli şeklinde dört ameli mezheple temsil edilseler de itikad bakımından ehl-i sünnet ve'l-cemaat çatısı altında tek bir görüntü verirler. Sünni itikad mezhepleri olan Eş'arilik ve Matüridilik inançtaki farklılığı değil, kelami anlayıştaki farklılıkları ifade eder. Günümüzde Hanefilerin tamamı itikadda Matüridi; Şafii ve Malikiler ise Eş'ari olarak görülmektedir. Bu kelami mezheplerin dışında kalan Sünni kesimi Ehl-i hadis anlayışının günümüzdeki devamı olan Hanbeliler temsil eder. Hanbelilik, bu yönüyle hem bir ameli mezhep hem de itikadi mezheptir. Buna göre ameli mezheplerin coğrafi dağılımları, bize itikadi mezheplerin coğrafi dağılımlarını vermektedir. Balkanlar, Anadolu, kısmen Suriye ve Irak bölgesi, Kafkasya, Orta Asya ve Hint Alt Kıtası'nın tamamı Matüridi; Orta Doğu'nun büyük bir çoğunluğu, Orta ve Kuzey Afrika, Malay toplumlarının yaşadığı Uzak Doğu adaları Eş'ari; Arap Yarımadası toplumu ise genelde Hanbelidirler. Bu coğrafi dağılıma ve nüfus yoğunluğuna bakıldığında ehl-i sünnet ve'l-cemaat topluluğunun İslam toplumunun yüzde doksanından fazlasını temsil ettiği görülmektedir.

        YAZAR

        Cağfer Karadaş

        KAYNAK

        • Ahmed b. Hanbel. er-Red ale'z-zenadıka ve'l-Cehmiyye (Ali Sami en-Neşşar-Ammar Cem'i et-Talibi, Akaidü's-selef içerisinde). İskenderiye: Münşe'etü'l-Ma'arif, 1971.
        • Bağdadi, Abdulkahir. el-Fark beyne'l-fırak. Beyrut: Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye, 1405/1985.
        • Baberti, Ekmeleddin. Şerhu Akideti Ehli's-Sünne ve'l-Cema'a, nşr. Arif Aytekin, Kuveyt: Vizaetü'l-Evkaf, 1409/1989.
        • Devvani, Celal. Şerhu'l Akaidi'l-Adudiyye. İstanbul: Rıfat Bey Matbaası, 1306.
        • Ebû Hanife. el-Fıkhu'l-ekber. nşr. Muhammed Zahid el-Kevseri. İmam Azam'ın Beş Eseri içinde, İstanbul: Kalem Yayıncılık, 1981.
        • Hakim es-Semerkandi. es-Sevadü'l-a'zam. İstanbul: Asin Yayınları, ts.
        • Pezdevi, Ebü'l-Yüsr. Usûlü'd-din. nşr. Hans Peter Linss Kahire: Daru İhyai'l-Kütüb, 1383/1963.
        • Salim b. Zekvan. Sire (The Epistle of Salim b. Dhakwan, P. Crone and F.W. Zimmermann), Oxford, New York 2001.
        • Yavuz, Yusuf Şevki. "Ehl-i Sünnet." Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi X içinde. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1994. 525-530.