Varlık, bilgi ve değer hakkında sistemli ve mantıksal düşünce biçiminde tanımlansa da felsefenin, bir disiplin adı olarak tanımını yapmak ve ne olduğunu tanımlamak oldukça zordur. Bu zorluk hem filozoflara göre değişen felsefe tanımlarından hem de felsefe hakkındaki anlayışların dönemlere ve toplumlara göre değişmesinden kaynaklanır. Bundan dolayı filozof Jules Lachelier, "Felsefe Nedir?" sorusuna "Bilmiyorum" cevabını verir. Bu cevap felsefeyi tanımlamanın problemli olduğuna işaret eder. Kelime Eski Yunanca'da bilgelik (sophia) ve sevgi (philo) sözcüklerinden türemiş olsa ve etimolojik açıklama, tanımlama için başlangıçta bir tutamak verse de kavramın anlamını bütünüyle açıklayamaz. "Bilmiyorum" cevabı, "Felsefe Nedir?" sorusunun gerçek cevabının, "Bilmiyorum" diyebilmeye dayanan bir alçak gönüllük tavrı olduğu biçiminde de yorumlanabilir. Bunun felsefe tarihindeki en iyi örneği, Sokrates'tir.
Felsefe (philosophia) terimini ilk kullanan Pythagoras, bunu daha çok dini ve ahlaki anlamda kullanırken Aristoteles'te nedenleri araştıran zihinsel bir disiplin olarak kullanılmış ve episteme ile eş anlamlı tutulmuştur. Bu yaklaşım Platon'da da aynı şekildedir. Stoa felsefesinde doğa felsefesi, ahlak felsefesi ve mantık olarak dallara ayrılan felsefe, Orta Çağ'da daha çok teolojik ağırlıklı bir hal almıştır. Modern dönemde kesin bilgiye duyulan güven ve böyle bir bilgi, felsefe yapmanın pathos'u haline gelmiş ve modern bilimlerin doğuşu ile birlikte felsefe, bilimin gölgesinde kalmıştır. 20. yüzyıl ise anlam sorunu çerçevesinde felsefe yapmayı gerektirmiştir. Gerek varoluşçu gerekse dil felsefesi filozoflarının odak noktası, birincilerde hayatın anlamı iken, diğerlerinde önermelerin analizini yapmak suretiyle dile sınır çizmek, amaç olarak gerçekleşmiştir.
Felsefe, Yunan kaynaklı batılı bir düşünme tarzı olarak anlaşılmış olmakla birlikte doğu bilgeliği, felsefeyi bir yaşama sanatı biçiminde algılamış, doğu dinleri felsefeyle, doğu felsefeleri de din ile iç içe geçmiş bir durumda ortaya çıkmıştır. Uzak Doğu dinlerinde nispeten felsefe, felsefelerinde de nispeten din vardır. Bir bakıma batıda sofos, doğuda hikmet, merkezi kavramlar haline gelmiştir. Bunun en önemli nedeni, doğuda bilgelerin, hikmet sahiplerinin düşünme biçimleri ile filozofların düşünme biçimleri arasındaki farktır. Hikmet sahipleri daha çok semboller üzerinden düşünürken filozofların düşünmesi, kavramlar aracılığıyladır. Nitekim Hegel, bütün bir evrenin düşünülerek gözden geçirilmesi olarak anladığı felsefenin içine bütün var olanların girdiğini, kavramsız düşünmenin de mümkün olmadığını ifade eder. Buradaki düşünmenin amacı, bir nokta üzerinde kalmadan, kavramlardan yeni kavramlar türeterek en genel kavram olan evren kavramına ulaşmaktır. Öyleyse felsefe, evrenin düşünülerek gözden geçirilmesidir, evren kavramının ortaya çıkarılmasıdır. Deleuze ve Guattari'nin Felsefe Nedir? adlı çalışmalarında da felsefe, "kavramlar oluşturmak, keşfetmek, üretmek sanatı" olarak tanımlanır. Hedefi de bütün varlık hakkında bilgi edinmek olduğu için "salt kavramlar aracılığıyla edinilen bilgi" biçimine dönüşür. Bundan dolayıdır ki her filozofun kavramsal bir kişiliğinden söz edilir. Herakleitos için Logos, Platon için İdea, Descartes için Cogito, Kant için Numen-Fenomen, Hegel için Geist, Bergson için Hayat Hamlesi, Heidegger için Dasein örneklerinde olduğu gibi.
Bunun yanında, felsefi bilgi diye bir bilgi türü olmakla birlikte felsefe, diğer disiplinler gibi bir bilgi konusu olmaktan ziyade bilginin nasıl elde edilmesi gerektiği ile ilgili bir tavır ya da felsefenin nasıl yapılması gerektiğine dair bir soru sorma ve düşünme yöntemi diye de anlaşılabilir. Bundan dolayı felsefe tarihi ve filozofların sistemlerine ilişkin olarak öğrenilen bilgiler, felsefe ve felsefe tarihi konusunda genel bir kültür, felsefe kültürü oluşturur. Ancak bu da oldukça önemlidir. Çünkü felsefenin, felsefe yapmanın, felsefi tavır ve düşünmenin ne olduğu, felsefe yapanlara bakılarak da anlaşılır.
Felsefe, mitolojik düşünceden akılsal düşünceye (mitostan logosa) geçiş olarak ifade edilir ve bu ifade hem felsefenin başlangıcına hem de felsefenin ne olduğu konusunda düşünmeye imkan verir. Mitos, efsane ve hayal gücüne dayalı bir açıklama biçimi iken felsefe, akla dayalı mantıksal bir açıklama biçimidir. Felsefe duyguların, efsanelerin ve hayal gücünün işe karışmadığı ve sadece akla ait bir açıklama ve anlama çabası olarak düşünülür. Felsefe, kendi kaynağında neyi ortaya koyuyorsa onu logos vasıtasıyla dile getirmedir. Bu, ortaya koyduğu hakikati dile getirme olarak anlaşılabilir. Bunun yanında ilk filozof olan Thales'in meşhur, "Her şeyin aslı sudur" önermesi de Thales'i filozof yapan bir önerme olarak kabul edilir. Çünkü Thales bu ifadesiyle, çokluğu birliğe irca etmekte ve böyle bir tavrın diğer bilimlerden olan farkını da ortaya koymaktadır. Çünkü "Taşın aslı sudur" demek ile "Her şeyin aslı sudur" demek arasında çok büyük bir fark vardır ve bu fark, felsefenin parça ile değil, bütün ile varlığın bütünlüğü ile ilgilendiğini gösterir. Bundan dolayı felsefe, evrensele yönelik bir bilgi arayışı diye de ifade edilir.
Felsefenin ne olduğuna ilişkin yol almak için felsefe yapanlara ve kavramın etimolojisine bakmak gerekir. Her şeyi olduğu gibi bilmek, insanın en temel arzusudur. Çünkü evrenin düzeni, karşılaşılan tabiat olayları, yaşanılan varoluşsal durumlar, ölüm gibi varlığımıza ve bir bütün olarak varlığa ilişkin olaylar karşısında ortaya çıkan merak, hayret, korku ve şüphelerin ortadan kaldırılması, bütün bunlar hakkında tam ve doğru bir bilgi sahibi olmayı gerektirir. Nitekim bütüncül bir bilim ile bilgeliğe ve bilgelik vasıtasıyla da mutluluğa erişmek isteyen insanlar, bilgi ile mutluluk arasında ilişki kurmuşlar, zamanlarına ait bütün bilgileri birleştirmek ve aralarında bağlantılar kurmak amacıyla, kendilerine bağlı olanlar ile bağlı olmayan arasında sınırı çizebilmişlerdir. Bu sınırı çizmek, başlarına gelenler konusunda sükûneti korumayı ve huzuru sağlamayı mümkün kılar. Gerçek nedenleri bilmek, sonuçlar hakkında daha doğru karar vermeyi, özgürlüğün ne anlama geldiğini de öğretir. Nitekim Aristoteles'te ilk felsefe, ilk ilke nedenlerin bilinmesidir. Bu açıdan da var olanı olduğu gibi bilmek gerekir. Bu durum, onlar için mutluluğun da kaynağı olmuştur.
Felsefe, kelime olarak bilgiyi, bilgeliği sevmek, bilgi ve bilgelik peşinden koşmak anlamlarına geldiği için, bu bilgi ve bilgeliğin ne olduğu ve nasıl kazanıldığı önem kazanmaktadır. Çünkü bilimsel, dini, gündelik, tecrübi diye ifade edebileceğimiz pek çok bilgi arasında felsefi bilginin ayrı bir yeri vardır. Bu bilgiyi farklı kılan, sofostur. Sofos'un pratik ve teorik olmak üzere iki anlamı vardır. Onun pratik yönü, yaşama sanatı ile ilgilidir. Bu açıdan bilgeliğe karşılık gelir ve tutkusuz yaşayan, sadece iyiliklere bağlanmış insanın yaşama tavrını gösterir. Bilgi, teorik kısımla ilgilidir. Yukarıda da ifade edildiği gibi bu bilgi, bütün var olanlar hakkında tam, doğru, tutarlı ve evrensele yönelik bir bilgidir. Böyle bir bilgi sahibi olmak, sadece Tanrı'ya has olduğu için insan böyle bir bilgiyi sevebilir, isteyebilir, peşinden koşabilir. Onun için insan sofos olamaz ama onu isteyebilir, arzulayabilir. Pythagoras, sofos olmanın insan için mümkün olmadığını ancak filo-sofos olmanın mümkün olduğunu ifade ederek, filozof kavramının da ilk kullanıcısı olmuştur. Bundan dolayı felsefe, Jaspers'in tanımlamasıyla, bilgeliğin yolunda olmaktır. Felsefe bu anlamda devam eden sürekli bir yolda olma halinde olmaktır; filosofia perennis'tir. Böyle bir yolculuk esnasında istenen bilgi sıradan, gündelik, sadece deneye dayanan bilgi olmadığı gibi sırf bilmek için bilmek isteğinden kaynaklanan bir bilgidir. Buradan anlaşılan da filozof kelimesi felsefe kelimesini öncelemekte ve felsefe filozof kelimesinden kaynaklanmaktadır. Kant felsefeyi, "kendisini akla dayalı nedenlerle meşru kılmak ve haklı çıkarmak iddiasında olan bir zihinsel etkinlik" olarak tanımlar. Bu anlamda felsefe, zihinsel olarak varlığa bakmayı, onu temaşa etmeyi ve bu bakış ve temaşa ile ulaşılanı temellendirmeyi gerektirir.
Kant'ın tanımında geçen akla dayalı olmak, bu suretle meşru kılınmak ve haklı çıkarılmak ve zihinsel bir etkinlik olarak görülmenin yanında refleksiyon, varlık karşısında tavır alış, eleştirel ve şüpheci oluş ve evrensele yöneliş felsefi tavrı belirleyen diğer özellikler olarak sayılabilir. Bu özelliklere sahip bir insanın hareket noktasında varlık karşısındaki tavır alışı esnasında hayret ve şaşma, merak ve korku onun soru sormasını gerektirir. Bu bakımdan soru, felsefe yapmaya başlamanın zemininde bulunur. Felsefi soru, "ne"lik sorusudur. "Ne"lik sorusu, hakkında sorduğumuz şeyin özüne, o şeyin ne olduğunun, hakikatinin açığa çıkarılmasına yönelik bir sorudur ve böylece soru, o şey hakkında tümel olanı bulmaya yönelik sorudur. Adil insan kimdir? Sorusu yerine adalet nedir? Sorusunu sorar. Bir bakıma felsefi bilgi ile diğer bilgileri de birbirinden ayıran, felsefenin soru sorma tarzıdır. Soru sorma, soruşturma yapmayı gerektirir. Ancak bütün bunlar için hakkında soru soracağımız şeye bakmak ve ondaki sorunu görmek gerekir. Felsefe, sorduğu soruya verdiği cevapta durup kalmaz. Verilen cevap üzerine düşünür ve ortaya çıkan şüphe varsa, o şüpheden kurtulmak için yeni bir soru sorar. Bu böylece devam eder.
Filozofun soru sorması, çocuğun soru sormasındaki saflığa benzetilebilir. Çünkü onun sorularında art niyet yoktur; hasbidir ve sadece bilmek isteğinden kaynaklanır. Bu anlamda Bergson felsefe, kişinin kendisine ve çevresine naiv bir biçimde, çocukça bakmasıdır. Çocuk da filozof gibi, sorduğu soruya aldığı cevapla birdenbire tatmin olmaz ve sorularını devam ettirir. Yargıçlar ise suçu itiraf ettirmeye yönelik bir soruşturma yaptıkları için faydaya yönelik bir amaç güder ve tuzak sorular sorar. Bundan dolayı çocuğun ve filozofun sorusu, yargıçların sorularından farklılaşır.
Felsefe, bir hakikat tutumu olduğu için farklı düşünme biçimlerine karşı demokratik ve hoşgörülüdür. Dogmatik ve fanatik tutum, felsefenin en büyük engelidir. Çünkü filozof, bilirim iddiasından uzak ve sadece hakikatin bilgisine yönelmiş bir tavırla hareket eder. Bunun için felsefe, her bilgi üzerine soru sorarak düşünmeye devam eder. Refleksif bir bilgi, bilgi üzerine bilgidir. Bir şeyin felsefesi, o şey hakkındaki ortaya konulmuş olanlar üzerine düşünmekle mümkündür. Türlü felsefe disiplinlerinin ortaya çıkışının nedeni de budur. Bu durum, felsefenin diğer disiplinlerle olan ilişkisini de kurar. Mesela bilimin elde ettiği sonuçlar üzerine yeni sorular sorarak bilimsel etkinliği anlamaya ve onun önünü açmaya yardım eder. Aynı tavrını din ve sanat üzerinde de gösterir ve hem dini hem de sanatı da anlamaya çalışır. Felsefe, böyle bir anlama çabası içinde olduğundan bir birikime ihtiyaç duyar. Çünkü doğru ve yanlışı (bilgi), iyi ve kötüyü (etik), güzel ve çirkini (sanat), değerli ve değersizi, anlamlı ve anlamsızı ayırabilmek için bu alanlara ait bir bilgi, eylem, eser olmalıdır. Mevcut bilgi, eylem ve eserlerin bir analizini yapmak durumunda olan felsefe bilimden, sanattan, mevcut kültürden, dinden, ahlaktan, dilden, mitolojiden kaynaklanabilir. Çünkü felsefe insan, onun hayatı ve evren hakkında ortaya konulmuş bilgileri soruşturmaya ve değerlendirmeye tabi tutar.
Felsefenin varlık felsefesi, epistemoloji, değerler felsefesi olarak üç temel disiplini olmakla birlikte siyaset felsefesi, bilim felsefesi, hukuk felsefesi, din felsefesi, doğa felsefesi, dil felsefesi gibi daha ayrıntılı alanları da vardır. Her filozofun felsefe yapma tarzı, önemli ölçüde hangi felsefe disiplininden hareket edeceğini ve felsefenin temel konusunun ne olduğunu da belirler. Mesela Milet Okulu filozoflarında doğa felsefesi (fizik), sofistlerde etik ve siyaset, Platon'da bilgi, Orta Çağ'da teoloji konuları, Descartes'ta bilgi ve metafizik, İngiliz deneycilerinde bilgi, Kant'ta bilgi ve etik, Hegel'de varlık, Viyana çevresi filozoflarında dil felsefesi merkezi bir yer işgal eder.
YAZAR
Ali Osman Gündoğan