Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Hikmet Nedir?

        Bütün varlıkları, ne ise o olarak idrak etmeyi sağlayan bilgelik ve gerçeklik bilgisi demektir. Kelimenin en eski ve temel sözlük anlamı "menetmek, alıkoymak"tır. Bu menetme faaliyeti, zulme karşı olduğunda hikmet "adalet", cehalete karşı olduğunda "ilim", sefihliğe karşı olduğunda ise "hilim" olarak açıklanmıştır. Bir kişiyi kendisine veya başkalarına zararlı olabilecek teorik veya pratik teşebbüslerden menetmeye yönelik her türlü girişim, hikmet mefhumu çerçevesinde anlamlandırılmıştır. Böylece hikmet, İslam düşünce geleneğinde hem nazari (teorik) hem de ameli (pratik) unsur ve boyutlar ihtiva eden bir kavram olarak şekillenmiştir. İbn Kuteybe (ö. 889) gibi pek çok erken dönem İslam alimi, hikmeti bu bağlamda ilim ve amel bütünlüğü şeklinde tanımlayarak bir kişinin bilgi ve eylem bütünlüğünü elde edemeden hikmet sahibi (hakim) olarak değerlendirilemeyeceğini kaydetmiştir. Onların anlayışına göre bilgi hikmetin başlangıcıdır ve eylemle birlikte bulunması beklenir, bilgisine uygun ve bilgisi gereğince davranmayan, işi sözüne uygun olmayan ve de bilgisini güzel ahlaka dönüştürememiş kişiler hikmet sahibi olarak kabul edilemez.

        Hikmetin anlaşılıp yorumlanmasındaki bu geniş ve zengin semantik boyutlar, zaman içerisinde İslami ilimlerin değişik sahalarında çeşitli terminolojik kullanımlarla ortaya çıkmıştır. Müslüman bilginler, hikmeti bir taraftan kuşatıcı ve kapsamlı bilgi olarak tarif ederken diğer taraftan da onu ilahi gerçekleri kavramaktan doğan bilgi ve böyle bir bilgiye dayalı olarak hüküm ve davranışlarda tabii olarak tezahür eden isabet ve mükemmellik olarak anlamlandırmışlardır. Yine onlara göre hikmet, bizzat Hz. Peygamber'in örnek hayat tarzı yani sünneti demekti ve İslam'ın ilkelerine ve değerlerine uygun yaşamakla hayata geçirilebilecek epistemolojik ve etik erdemler bütünlüğüne işaret etmekteydi.

        Fıkıh bilginleri hikmeti daha ziyade dini hükümlerin konuluşunda gözetilen amaçları ortaya çıkarma bağlamında ele alırken kelam bilginleri onu varlıkta hakim olan gayelilik çerçevesinde inceleme konusu yapmıştır. Tasavvuf bilginleri, hikmeti genellikle ilham yoluyla verilmiş batın bilgisi olarak değerlendirmiş ve marifetle yakın bir anlam ilişkisi içinde tahlil etmişlerdir. Müslüman filozoflar ise hikmeti daha çok felsefe, felsefi ilim, akli ilimler karşılığında kullanmışlar ve onu ahlak ilminde dört temel ahlaki faziletten biri olarak inceleme konusu yapmışlardır.

        Tasavvuf bilginleri hikmeti ilim, marifet, akıl ve kalb gibi tasavvufun hem epistemolojik hem de ontolojik boyutlarıyla ilgili kavramlar bağlamında ele alırlar. Onların tahliline göre hikmet bilgisi sadece bir çeşit zihni faaliyetten ibaret değildir. Hikmet, teorik ve pratik kavramların kesişme noktasıdır; zira hikmetin bilgisi ancak onun tatbikiyle ortaya çıkar. Sufilerin anlayışına göre kişinin eylemi ve bilgisi arasında doğru bir orantı ve sağlam bir bağlantı olması gerektiği için hikmet bir taraftan takva, zühd, vera', ahlak, ibadet gibi eylem odaklı kavramlarla irtibatlıyken öbür taraftan da ilham, keşf, marifet, sır ve hakikat gibi bilgi odaklı mefhumlarla yakından ilişkilidir. Bir başka ifadeyle sufiler için hikmet sadece bir çeşit akli ve epistemolojik "bilme" değil, bunun ötesinde varoluşsal bir "olma"dır. Bilgi odaklı kavramların ortaya çıkabilmesi için eylem odaklı kavramların hayata yansıtılması bir gerek şarttır; hikmet sahibi olabilmede de temel kriter bilgi-davranış-ahlak bütünlüğüdür. 

        İslam felsefesi metinlerinde hikmet, felsefe ve ilim anlamlarında kullanılmıştır. Eski Yunanca felsefi eserlerin Arapçaya tercümesi sırasında "felsefe" şeklinde Arapçalaştırılan "phila-sophia" (hikmet sevgisi) kelimesi yer yer "hubbu'l-hikme" (hikmet sevgisi) olarak da tercüme edilmiştir. Müslüman felsefe tarihçilerine göre hikmet arayışı insanoğlunun hakikat ve onun doğru bilgisini araştırmaya yönelik başlangıçtan itibaren nesiller boyunca kesintisiz bir şekilde sürdürmekte olduğu bir çabadır ve nihai hedefi varlığın sahibi ve kaynağı olan Allahu Teala hakkında güvenilir bilgi edinmektir (marifetullah). Onlar bu hedefe yönelik faaliyetlerinin teşviğini de Kur'an-ı Kerim'deki hikmet mefhumundan almaktaydılar. Ayrıca bu hikmete ulaşma faaliyetinin Hz. Peygamber tarafından "müminin bir yitiği"ni bulma gayreti olarak tarif edilmesi ve onu elde etmede mümkün ve meşru olan her türlü yolun denenmesini tavsiye etmesi, onlar için bu hikmet arayışını ziyadesiyle değerli kılmaktaydı. Müslüman düşünürlere göre felsefe yapmak ve hikmetle meşgul olmak, başıboş bir zihin faaliyeti veya sadece kuru bir fikir jimnastiği değildi. Aksine, Kindi (ö. 866) gibi erken dönem Müslüman filozofları için felsefe Kur'anı¯ hikmete tekabül eden ve ilim-amel birlikteliği gerektiren bir faaliyettir ki bilgi, söz konusu olduğu kadarıyla "gerçeğe ulaşmak", amel de söz konusu olduğu kadarıyla "hakkıyla amel etme" anlamına gelmektedir. Hikmetin bu pratik tarafının önemi Müslüman filozoflar tarafından sıklıkla vurgulanır. Örneğin Farabi (ö. 950) kendi felsefe anlayışında teorik ve pratik felsefi erdemlerin birlikte bulunması gereğinin altını ısrarla çizer. Ona göre erdemler olarak davranışlara ve hayata yansıtılmamış, başkalarının istifadesine sunulmamış bir felsefe, eksik ve kusurlu bir felsefe anlayışıdır; hikmeti tam ve yetkin bir biçimde temsil edemez.

        YAZAR

        Hikmet Yaman