Madde bağımlılığı, uyutucu, sakinleştirici, uyarıcı ya da halüsinatif özellikler gösteren ve duygu, düşünce, davranış ve bilişsel süreçlerini etkileyen psikoaktif (psikotropik) maddelerin kullanımına bağlı olarak ortaya çıkan psikolojik bir bozukluktur. Söz konusu maddelerin bir kısmı doğal, büyük çoğunluğu ise yapay yani sentetik olarak üretilmektedir. Anlık etkileri açısından farklılık gösteren bu maddeler, genel olarak beyinde merkezi sinir sistemini etkileyerek kişinin fiziksel ve psikolojik sağlığı üzerinde yıkıcı etkilere neden olmaktadır. Tüm bağımlılık potansiyeli olan maddeler beyinde, sinir hücrelerinin aktivitesini azaltarak ya da artırarak, ya da sinir hücreleri arasında iletişimi sağlayan kimyasal maddelerin (nörotransmiterlerin), özellikle de dopaminin salınmasını azaltarak ya da çoğaltarak etkilerini gösterirler. Kişi gerek psikolojik gerek ise fizyolojik mekanizmaların etkisiyle zaman içerisinde madde kullanımı üzerindeki kontrolünü kaybetmektedir. Madde bağımlılığı için önemli risk faktörleri arasında genetik yatkınlık, maddeye ulaşım kolaylığı, akran etkisi, anne ya da babanın madde kullanması, depresyon ve kaygı gibi psikolojik bozukluk öyküsü yer almaktadır.
Madde bağımlılığının gelişimi sırasında iki önemli başat mekanizma göze çarpmaktadır. Bunlardan ilki tolerans geliştirmedir. Tolerans en genel tanımıyla kişinin ruhsal ve fiziksel olarak madde kullanımını sürdürmek için kullanılan dozu artırma gereksinimidir. Düzenli madde kullanımı sonucunda beyindeki sinir hücrelerinin kullanılan maddeye duyarlılıkları azalmaktadır. Bir diğer deyişle, madde aynı miktarda alınmasına karşın sinir sistemi üzerindeki etkisi giderek azalmakta ve istenilen etkiyi yaratmamaktadır. Bu sebeple, ilgili maddenin giderek daha fazla miktarlarda kullanılması gereksinimi doğmaktadır. Ayrıca, madde kullanımı sırasındaki çevresel koşullar (örn. maddenin alındığı oda) bir süre sonra koşullu uyaran görevi yaparak maddeyi artan dozlarda kullanma isteğini arttırmaktadır. Söz konusu bu durum kişide psikolojik bağımlılığın da geliştiğinin önemli bir göstergesidir.
Madde bağımlılığı sürecini açıklayan bir diğer mekanizma ise yoksunluktur. Yoksunluk, madde alınmadığında ya da daha az miktarlarda kullanıldığında ortaya çıkan psikolojik ve fiziksel geri çekilme belirtilerine verilen genel addır. Kas titremeleri, soğuk/sıcak basması, eklem ağrıları, kusma, ishal, uykusuzluk, çökkünlük, kaygı ve depresyon yaygın olarak deneyimlenen yoksunluk belirtileri arasında yer almaktadır. Yoksunluk belirtileri, kişinin fiziksel bağımlılık geliştirdiğinin önemli bir göstergesidir. Bahsedilen olumsuz etkileri azaltmak ya da bertaraf etmek için kişi madde arayışına girmekte ve zaman içerisinde madde arayışı ve kullanımı hayatının önceliği haline gelmektedir.
Madde bağımlılığı fizyolojik ve psikolojik bağımlılık olarak iki şekilde ortaya çıkabilir. Fizyolojik bağımlılık, madde alınmadığında ortaya çıkan fizyolojik yoksunluk belirtileri ile tanımlanır. Fizyolojik bağımlılığa neden olan maddelere örnek olarak alkol, eroin, morfin verilebilir. Psikolojik bağımlılık ise fizyolojik yoksunluk belirtilerinin az olduğu ya da hiç olmadığı ancak maddeyi aşırı kullanma isteği olarak tanımlanmaktadır. Hamilelikte kadınlarda görülen aşermeye benzer bir tablo söz konusudur. Fizyolojik bağımlılığının yanı sıra psikolojik bağımlılık yönü en güçlü olan maddelerden birisi sigaradır. Fizyolojik ve psikolojik bağımlılığı birbirinden ayırt etmek ya da aralarındaki sınırı belirlemek çok zordur. Bu nedenle, aynı maddeye hem fiziksel ve hem psikolojik bağımlılık geliştirilebilir. Ancak bir madde için fiziksel bağımlılık ile ilgili belirtiler daha baskın iken diğerinde psikolojik bağımlılık belirtileri daha baskın olabilir.
Alkol bağımlılığı, yaygınlığı ve etkileri açısından madde bağımlılıkları içinde oldukça önemli bir yere sahiptir. Kullanım sıklığı ve miktarına bağlı olarak hem uyarıcı hem de yatıştırıcı etkiye sahiptir. Alkol bağımlılığı tanısı almış kişilerde çapraz madde kullanımı bir diğer deyişle eş zamanlı psikoaktif madde kullanımı yaygındır. Konuşma bozukluğu, koordinasyon eksikliği, dikkat ve hafızada bozulma, intoksikasyon ve koma alkol bağımlılığının kısa süreli etkileri arasında yer almaktadır. Kronik alkolizmde ise demans, major depresyon ve kaygı bozukluklukları riski önemli derecede artmaktadır.
Fiziksel ve psikolojik bağımlılık riski oldukça yüksek olan bir diğer madde grubu ise eroin ve morfin türevlerinin yer aldığı opiyatlardır. Bu madde grubunda bağımlılık ve tolerans oldukça hızlı gelişmektedir. Kısa vadede ortaya çıkan etkileri arasında coşku, gevşeme, rahatlama, tokluk hissi ve ağrı duyumunun azalması yer almaktadır. Madde kullanımından yaklaşık 8 saat sonra ise şiddetli yoksunluk belirtileri ortaya çıkmaktadır. Yoksunluk belirtileri arasında kas ağrısı, sıcak/soğuk basması, titreme nöbetleri, kusma, karın krampları ve halüsinasyonlar yer almaktadır. Çoğunlukla damar yolu ile enjekte edilmesi sebebiyle opiyat bağımlılarının damar tıkanıklığı ve enfeksiyonlara yatkınlığı artmaktadır.
Alkol, sigara ve eroin ile karşılaştırıldığında bağımlılık riski daha sınırlı olduğu düşünülen ancak onlar kadar bağımlılık yapma potansiyeli olan bir diğer madde ise esrardır. Esrar halk arasında kubar, skunk, pot ya da haşhaş olarak bilinmektedir. Kısa süreli etkilerinin maddenin kullanıldığı duygu duruma göre değiştiği gözlemlenmiştir. Bu etkiler içinde zaman algısında bozulma, istemsiz gülme ve gevşeme yer almaktadır. Öte yandan, kronik esrar kullanımında kişilerde yaşama karşı ilgisizleşme ve major depresyon belirtileri sıklıkla görülmektedir.
Opiyatlardan sonra fiziksel ve psikolojik bağımlılık riski en kuvvetli madde, uyarıcılar türünde yer alan kokaindir. Halk arasında koko, taş ya da krek (crack) olarak bilinen kokainin kısa süreli etkileri arasında enerji artışı, yorgunluk hissinin ortadan kalkması, illüzyonlar ve istemsiz gülme yer almaktadır. Yoksunluk belirtileri oldukça ağır olan kokainin kronik kullanımında depresyon ve kalp krizi riski oldukça yüksektir.
Hem fiziksel hem psikolojik bağımlılık riski yüksek olan ve de günlük yaşantımızın içinde olan bir diğer madde sigaradır. Dünyada yaklaşık 2 milyar kişinin sigara bağımlısı olduğu düşünülmektedir. Sigara bağımlılığı tedavi edilmesi en zor olan bağımlılık türüdür. Sigaranın günlük yaşantımızın içinde olması, çevremizde sigara ile ilgili pek çok uyaranın olması (diğer içiciler, sigara kutusu gibi) nedeniyle sigara bırakmak neredeyse imkansıza yakındır. Sigarayı bırakmayı deneyen her on kişiden biri başarılı olmaktadır. Ne kadar erken başlanırsa bırakma da o kadar güçleşmektedir. İnsan beyninin gelişiminde bazı kritik yaş dönemleri vardır. Doğum öncesi, doğumdan sonra 0-2 yaş arası ve ergenlik dönemi gibi. Bu kritik dönemlerde beyin hücreleri ve hücreler arasındaki bağlar güçlenmekte, zayıf olanlar ortadan kalkmaktadır. Diğer bir deyişle beyinde nörolojik ve fiziksel bazı değişiklikler olmaktadır. Madde kullanımının bu kritik dönemlerde olması (ergenlik gibi) beyindeki yeni yapılanmanın madde tarafından etkilenmesi diğer bir deyişle madde tarafından şekillenmesine yol açmaktadır. Bu durum, maddenin ileri yaşlarda bırakılmasını güçleştirmektedir.
Madde bağımlılığında toplumda en yüksek risk grubunda olanlar 12-18 yaş arasındaki gençlerdir. Tiner gibi uçucu maddelerin kullanımında yaş sınırının 5'e kadar indiğine dair bulgular bulunmaktadır. Bu nedenle de gençler, özellikle de sokak çocukları ve çocuk işçiler hedef haline gelmektedir. Madde bağımlılığı tedavi edilmesi en zor olan psikolojik bozukluklardan birisi olması nedeniyle risk grubundaki gençleri madde bağımlısı olmadan önce yakalamak çok önemlidir. Risk grubundaki gençlerin belirlenmesi ve bu gençleri koruma ve madde kullanımını önleme çalışmaları oldukça önemlidir. En önemli tedavi yöntemi hiç kullanmamak ve hatta hiç başlamamaktır. Çünkü bir maddeyle başlanıldığında o maddeden diğerine geçmek kolaylaşmakta ve kişi çoklu madde kullanmaya başlamaktadır. Alkol ve eroinin birlikte kullanılması bu duruma örnek olarak verilebilir.
Madde bağımlılığı yıkıcı fiziksel ve psikososyal etkileri nedeniyle önemli bir toplum ruh sağlığı problemidir. Erken ölüm ve hastalıklarla ilişkilendirilmesinin yanı sıra, ailesel sorunlar, ekonomik güçlükler, okul başarısında düşme ya da okulu terk etme, toplum içinde saygınlık ve itibar kaybı gibi psikososyal sorunları da beraberinde getiren bu problemin çok disiplinli bir perspektifle ele alınması ve risk gruplarının belirlenerek önleme çalışmaları ile ilgili politikalar geliştirilmesi oldukça önemlidir.
YAZAR
Yağmur Ar