Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Mevzuat Nedir?

        Bir ülkede yürürlükte olan yazılı hukuk kaynaklarının tümünü ifade eder. Mevzuat, aynı zamanda hukukun kaynağı olarak, yetkili makamlar tarafından konulan yazılı metinlerdir. Mevzuat, hukukun somutlaşmış ve en belirgin hali olan kuralın (normun) yazılı formudur. Hukuk kurallarının somut, açık, yazılı ve sistematik bütününe "mevzuat" denir. Belirli bir yerde (ülkede), belirli bir zamanda yürürlükte bulunan (mer'i) hukuku ifade eden pozitif hukukun en önemli kaynağı mevzuattır. 

        Pozitif hukukun temelde üç kaynağı olduğu söylenebilir. Bunlar yazılı olan kaynaklar, yazılı olmayan kaynaklar ve içtihatlardır. Yazılı olmayan kaynaklar, örf ve adet hukuku gibi, sürekli uygulama ve genel kanaat sonucu oluşan ve hukuk tarafından da uyuşmazlıkların çözümünde esas alınan kaynaklardır. İçtihatlar ise yargı kararlarıyla oluşan yargısal içtihatlarla, bilimsel görüşlerden oluşan bilimsel içtihatlardır. Bu üçlü tasnif içinde en önemli, belirgin ve bağlayıcılığı kesin olan, hatta yürürlükteki hukuk denildiğinde ilk akla gelen ve en geniş kabul gören mevzuattır. Farklı hukuk sistemlerinde bu kaynakların kuvvet derecesi farklılık göstermektedir. Anglo-Amerikan Hukuk Sitemi'nde içtihatların kendine özgü bir gücü, ağırlığı ve bağlayıcılığı vardır. Oysa Türk Hukuk Sistemi'nin de içinde bulunduğu, Roma Hukuku kaynaklı Kıta Avrupası Hukuk Sistemi'nde, asıl olan yazılı hukuk, yani mevzuattır. Bu sistemde diğer hukuk kaynakları da belirli ölçüde mevzuata göre şekillenir. Zira, yazılı olmayan kaynaklarla içtihatlar, ya mevzuatın yorumlanması ve uygulanmasını sağlayacak şekilde karşımıza çıkar ya da mevzuatın olmadığı veya yeterli açıklıkta bulunmadığı durumlarda daha da önem kazanır, uygulama alanı bulur. Geçmişten günümüze kadar özellikle yazıyla birlikte, hukuk kurallarının yazılı hale getirilmesi, sistematize edilmesi ve bunların kalıcı şekilde korunması söz konusu olmuştur. Hatta bir toplumun sosyal yapısını, kültürünü, siyasi düzenini yazılı hale getirilmiş bu kurallar silsilesini inceleyerek anlamak mümkündür.

        Birçok yönden tüm hukuk alanlarında, bilhassa özel hukukta temel ve genel hükümler niteliğinde olan Türk Medeni Kanunu'nun başlangıç hükümleri arasında yer alan 1. maddesi "Hukukun uygulanması ve kaynakları" kenar başlığını taşımakta olup 1. fıkrasında "Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır." dedikten sonra 2. fıkrasında "Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hakim, örf ve adet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir." demekte ve 3. fıkrasında da "Hakim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır." şeklinde düzenleme yapmaktadır. Somut bir düzenleme olmakla birlikte, bu hüküm hukukumuz bakımından aslında genel ve temel yaklaşımı ortaya koymaktadır. Burada 1. fıkrada kanun ifadesi, dar anlamda kanun yanında geniş anlamda mevzuat, yani tüm yazılı hukuk kuralları anlamında da kullanılmaktadır. İkinci fıkrada ise mevzuatta düzenleme olmadığında, yazılı olmayan hukuk kaynaklarına ve hakimin bu boşluğu dolduracak şekilde, adeta kanun koyucu gibi davranarak içtihat yoluna başvurması kabul edilmekte, hakimin tüm yargısal faaliyeti ve onun sonucu olan kararında da bilimsel görüşler ve yargısal kararlardan, yani bilimsel ve yargısal içtihatlardan yararlanması gerektiği belirtilmektedir. Görüldüğü üzere, mevzuat bu anlamda birincil hukuk kaynağıdır.

        Bu temel yaklaşım yanında, özellikle temel haklar ve kamu hukuku bakımından durum biraz daha farklıdır. Zira bu alanlarda mevzuatta, hatta mevzuat içinde Anayasa'dan sonra gelen en üst norm olan kanunda düzenleme olmadan, yazılı olmayan kurallara dayanmak esasen mümkün değildir. Hukuki güvenlik ve temel hakların korunması anlayışı içinde, mutlak kanunilik ilkesinin kabul edildiği ve geçerli olduğu alanlarda, asıl hukuk kaynağı mevzuat ve dar anlamda da sadece kanundur; yazılı olmayan hukuk ve içtihatla bir hukuki durum meydana getirilemez. Örneğin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve uluslararası insan hakları düzenlemeleri çerçevesinde, temel haklar ve hürriyetler, özlerine de dokunulmaksızın ancak Anayasa'da çizilen sınırlar içinde "kanunla" sınırlanabilir. Keza, yine temel bir ilke olarak kanunsuz suç ve ceza olmaz, mali yükümlülükler ancak kanunla düzenlenebilir, hak arama hürriyetinin ve adil yargılanma hakkının teminatı olan mahkemeler ancak kanunla kurulabilir ve herkes kanuni hakim güvencesi altında olup hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkeme dışında başkaca bir mahkemede yargılanamaz.

        Mevzuatın bağlayıcılığı ve kesinliği konusunda Anayasa'da da özel düzenlemeler yapılmıştır. Örneğin kanunsuz emir çerçevesinde, kamu hizmetlerinde çalışan bir kimse, mevzuata (geniş anlamda kanuna) aykırı bir emri, ancak üstünün yazılı olarak bildirmesi halinde yerine getirebilir; ancak konusu suç teşkil ediyorsa bu emir de yerine getirilemez.

        Mevzuat bakımından önemli bir husus da, yazılı hukuk kaynakları arasındaki ilişkiye belirleyen "normlar hiyerarşisi"dir. Bu hiyerarşi içinde bir alt norm üst norma aykırı olamaz. Yazılı hukuk kaynakları bakımından "Anayasa düzeyi" (ilk ve en üst düzey-kurucu irade temel metindir), "kanun düzeyi" (ikinci ve kanun koyucunun iradesidir-yasama) ve "yürütmenin çıkardığı norm düzeyi" (üçüncü ve idarenin iradesi-yürütme) şeklinde, genel olarak üç kural düzeyinden bahsedilebilir.

        Anayasa düzeyindeki normlar, esasen Anayasada düzenlenen temel hukuk kurallarını ifade etmektedir. Ayrıca bazı temel hukuk prensipleri ile uluslararası düzenlemeler de (özellikle temel hak ve hürriyetlerle ilgili olanlar) bu düzey içinde kabul edilebilir. Hatta bu genel ve temel normların anayasaların meşruluğunu da belirlediği ve bu tür normların anayasa üstü olduğu söylenebilir. Bir şeyin mevzuat içinde yer alması ile onun hukuk devleti ölçüsünde meşruluğu ayrı hususlardır. Zira, hukuk devletinin vazgeçilmez ilkelerinden, Anayasa'nın temel kurallarından uzaklaşıldıkça normların meşruluk zemini de zayıflar. Bu çerçeve, hukukun ve buna uygun davranmak zorunda olan hukuk devletinin olmazsa olmaz normlarıdır. Diğer normlar, bu temel normlarla anayasa düzeyindeki normlara uygun olmak zorundadır. Bu esasa "anayasanın üstünlüğü" (ve bağlayıcılığı) denmektedir.

        Kanun düzeyindeki normlar, anayasanın çizdiği sınırlar içinde kanun koyucunun (yasama organı) kural olarak genel, objektif ve soyut iradesini yansıtır. Kanunlar, devlet ve toplum düzeninin sağlanması, organizasyonu ve ihtiyaçların karşılanması konusundaki kuralları belirler. T.C. Anayasası'na göre usûlüne uygun kabul edilmiş uluslararası antlaşmalar da kanun hükmündedir; ancak temel hak ve hürriyetlerle ilgili uluslararası antlaşmalar, kanun hükümleri karşısında öncelikle uygulanır.

        Yürütmenin çıkardığı normlar, yine temelini T.C. Anayasası'nda bulan, ancak kanunlarla da sınırlarının çizildiği, kurallar silsilesidir. Bu normlar Anayasa ve kanunlara aykırı olamaz. Bu normlar da kendi içinde gücü bakımından farklı kategorilere ayrılmaktadır ve yürütmedeki hiyerarşik yapıya göre bir sıralamaya tabi tutulur. Örneğin Cumhurbaşkanı'nın çıkardığı normlar, bakanlıkların; bakanlıkların normları alt birimlerin normlarından daha üstündür. Yürütmenin çıkardığı normlar esasen yasama normu etkisi doğurmaz. Normlar hiyerarşisinde Anayasa, kanunlar, uluslararası sözleşmeler şeklindeki üst normlar yanında, yürütmenin normlarını şu hiyerarşi içinde ifade etmek mümkündür: Cumhurbaşkanlığı kararnameleri, Cumhurbaşkanlığı (ve eski Bakanlar Kurulu) yönetmelikleri, Cumhurbaşkanı kararları, Cumhurbaşkanlığı genelgeleri, kamu kurumlarının çıkardıkları yönetmelikler, diğer alt düzenlemeler (genelgeler, tebliğler vd.). Bununla birlikte 2017 Anayasa değişikliğinden önce hukukumuzda Bakanlar Kurulu tarafından çıkartılan kanun hükmünde kararnameler ve tüzükler şeklinde hukuk normları da söz konusudur. Ancak daha önce yürürlükte olan kanun hükmünde kararnameler, tüzükler ile Başbakanlık ve Bakanlar Kurulu tarafından çıkartılan yönetmelikler ile diğer düzenleyici işlemler yürürlükten kaldırılmadıkça geçerliliğini sürdürmektedir. 

        Bu mevzuat türlerinin her birinin kabul edilişi, yürürlüğe girişi ve yürürlükten kalkması farklı şekilde olmaktadır. Örneğin bir kanun, yasama organı tarafından kabul edilir ve başka bir kanunla ya da Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararıyla yürürlükten kalkar. Ancak, bir yönetmelik, ilgili kamu kurumu tarafından belirli bir usûl izlenerek kabul edilir, yine aynı şekilde veya idari yargının iptal kararıyla yürürlükten kaldırılır.

        Mevzuatı oluşturan hukuk kuralı, ideal yapısı içinde bazı temel özellikler taşır. Bu kapsamda, hukuk kuralları "soyut", "genel", "objektif", "sürekli" ve "yaptırım" gücü olan kurallardır. Bazı düzenlemelerde bu tam olarak karşımıza çıkmasa da, mümkün olduğunca bu ilkelere uyulması gerekir. Mevzuatın hazırlanmasının, kabul edilmesinin ve yürürlüğe girmesinin de belirli kural ve yöntemleri vardır. Bu da genel anlamda "kanun yapma tekniği" olarak ifade edilir. Mevzuatın nasıl hazırlanacağı, kabul edileceği, yürürlüğe gireceği gibi hususlarda da farklı mevzuat hükümlerinde düzenlemeler mevcuttur; ayrıca buna ilişkin temel prensipler söz konusudur. Bu sebeple mevzuatın yürürlüğe konulması ve kaldırılması da keyfilikten uzak hukuk devletine uygun olmalıdır. Çünkü, mevzuatın bu yönden de açık ve belirgin olması gerekir. Ayrıca, hukukun ve hukuk kuralının onu koyanları da bağlayacağı unutulmamalıdır. Soyut ve genel olan hukuk kuralı (mevzuat), somut olayda yargı organlarınca altlama faaliyetiyle uygulanır ve hayatiyet kazanır. Buna da hukuk uygulaması denilmektedir.

        YAZAR

        Muhammet Özekes