Sorumluluk kavramı, hukukta Özel Hukuk, Ceza Hukuku ve İdare Hukuku açısından üç farklı şekilde ele alınabilir.
Özel hukuk sorumluluğu kişinin bir başkasının zararını tazmin etmesi yükümlülüğünü ifade eden çok geniş bir kavramdır. Zira gerçek ve tüzel kişilerin sorumluluğu sadece özel hukuk sorumluluğu ile sınırlı olmaz; kişilerin cezai sorumluluğu veya idarenin sorumluluğu hatta devletlerin sorumluluğu da gündeme gelebilir. Tüm bu konular ceza, idare veya devletler hukuku gibi çeşitli hukuk dallarının temel sorunlarını oluşturur. Bununla birlikte sorumluluk hukuku daha çok özel hukuk sorumluluğu anlamında kullanılmaktadır.
Özel hukuk sorumluluğu hem haksız fiil sorumluluğunu hem de sözleşmesel sorumluluğu kapsayan bir alandır. Türk Borçlar Kanunu'nda tüm özel hukuk sorumluluğunun kurucu unsurları düzenlenmiştir. Bunlar, zarar verenin kusuru (kusur), hukuka aykırı fiil (hukuka aykırılık), hukuka aykırı fiil ile başkasına zarar verme (zarar), hukuka aykırı fiil ile zarar arasında uygun nedensellik bağı (nedensellik bağı) olarak sıralanabilir. Bu unsurlardan herhangi birinin eksikliği sorumluluğun kurulmasını kural olarak engeller. Sorumluluğun söz konusu kurucu unsurları sadece haksız fiil sorumluluğunun değil sözleşmesel sorumluluğun da kurucu unsurlarıdır. İlgili madde, sözleşmesel sorumluluk için de genel hüküm niteliğindedir. Türk Borçlar Kanunu uyarınca haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümler, kıyas yoluyla sözleşmeye aykırılık hallerine de uygulanır. Haksız fiil sorumluluğu ile sözleşmesel sorumluluk arasında kuruluş şartları bakımından bir farklılık söz konusu değildir ancak yapısal farklar elbette mevcuttur. Sözleşmeden doğan borca aykırılığın kendisi hukuka aykırılıktır, taraflar sözleşmeleri ile kendi hukuk kurallarını yaratmışlardır ve bu kurallara aykırılık borca aykırılıktır. Haksız fiil sorumluluğunda ise hukuka aykırılık genel davranış kuralına aykırılıktır. Ancak bu davranış kuralı sözleşmedeki gibi taraflarca tespit edilmemiştir; genel hukuk düzeninden çıkartılmalıdır. Sözleşmeden doğan bir koruma yükümlülüğünü bulmak tesadüfi bir ilişki olan haksız fiil için mevzuatta bir norm aramaktan elbette daha kolay ve pratiktir.
Haksız fiil sorumluluğu ile sözleşmesel sorumluluk arasındaki ilişki önemlidir ve oldukça tartışmalıdır. Hangi borç kaynağının alacaklı/zarar gören için daha avantajlı olduğu noktasında bu iki borç ilişkisi arasındaki sınırın belirlenmesi her hukuk sisteminde rol oynamıştır. Sözleşmeye aykırılık teşkil eden bir olay aynı zamanda haksız fiil sorumluluğuna da yol açabilecek nitelikte olabilir, bu durumda öğretide yarışmanın varlığı artık tereddütsüz kabul edilmektedir. Söz konusu olan, seçenekli talepler yarışmasıdır; hemen belirtmek gerekir ki Türk hukukunda talep sahibinin dilediği talep temeline dayanabileceği kabul edilmektedir. Yarışma kabul edilmekle birlikte borca (sözleşmeye) aykırılık hükümlerinin zarar görenin daha lehine olduğu da sıklıkla vurgulanır. Zarar görenin daha lehine olan hükümler de geleneksel olarak üç başlık altında toplanır: (1) Kusursuzluğu ispat yükü borca aykırılıktan doğan sorumlulukta zarar veren üzerindedir. (2) Borca aykırılıktan doğan sorumlulukta, borçlu ifa yardımcısının eyleminden kusursuz olarak sorumludur. (3) Sözleşmeye aykırılık halinde öngörülen zaman aşımı süresi kural olarak on yıldır; haksız fiil zaman aşımındaki gibi kısa zaman aşımı süresi (iki yıl) mevcut değildir.
Bunun dışında çeşitli kanunlarda sorumluluğun özel olarak düzenlenmesi söz konusu olabilir. Anonim ortaklık yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğu (Türk Ticaret Kanunu); kusursuz sorumluluk hallerinin özel olarak düzenlendiği, çevreyi kirletenlerin ve çevreye zarar verenlerin sebep oldukları kirlenme ve bozulmadan doğan zararlardan sorumluluğu (Çevre Kanunu), motorlu araçların işletilmesinden doğan sorumluluk (Karayolları Trafik Kanunu), sivil hava aracını işletenin sorumluluğu (Türk Sivil Havacılık Kanunu) gibi düzenlemeler buna örnek olarak gösterilebilir. Sayılan düzenlemelerin dışında da birçok hüküm mevcuttur. Bu durumda özel düzenlemeler öncelikli uygulama alanı bulacaktır. Bununla birlikte özel düzenlemenin varlığı genel ilkelerin tamamen devre dışı bırakıldığı anlamına gelmez. Nerede düzenlenmiş olursa olsun sorumluluğun kurucu unsurlarının bulunmadığı bir durumda sorumluluk yine de doğmayacaktır. Unsurlarla ilgili tek istisna kusur unsuru ile ilgilidir, kusursuz sorumluluk açık hükümle öngörülebilir. Ancak zarar, hukuka aykırılık ve uygun nedensellik bağı unsurlarının herhangi birinin bulunmadığı bir sorumluluk kanun hükmü ile bile yaratılamaz, bu unsurlardan herhangi birinin eksikliği durumunda özel hukuk sorumluluğunun varlığından bahsedilemeyecektir.
Ceza hukuku sorumluluğu ise ahlak kurallarıyla aralarında sadece umum husus ilişkisi bulunan ve asla çelişki söz konusu olmayan hukuk kuralları, kişiler bakımından hak ve yetkinin yanı sıra ödev ve yükümlülük ifade etmektedirler.
Ahlak kuralları gibi, hukuk kurallarının amacı, insanın "şahsiyetini serbestçe tekamül ettirmek"tir. Bu amaç, anayasalarda devlete izafe edilen bir görev olarak belirlenmiştir.
İnsanın şahsiyetinin tekamülü (Anayasa'daki ifadeyle, "insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi") ancak irade serbestisiyle mümkündür.
Hukuk kurallarının muhatabı, toplumu oluşturan herkestir. Hatta, özel bir yükümlülüğün kaynağını teşkil eden hukuk kuralları bakımından da nitelik ve sıfat farkı gözetilmeksizin; yaşı, cinsiyeti, eğitim düzeyi ne olursa olsun, toplumu oluşturan bütün bireyler muhataptır.
Hukuk kuralları, kişiler bakımından bir mecburiyet değil, ödev ve yükümlülük ifade etmektedir. İnsanın kişiliğini geliştirmesi, hayatını ancak ahlak ve hukuk kurallarına uygun bir şekilde sürdürmesiyle mümkündür. Yani kişiler, ahlak ve hukuk kurallarına uygun davranmakla yükümlü olmakla birlikte, bu kurallara uygun davranmak mecburiyetinde değillerdir. Mecburiyet halinde irade serbestisinden ve kişiliğin tekamülünden de söz edilemez.
Kişinin hukuk kurallarının icaplarına aykırı hareket etmesi, sorumluluğunu gerektirmektedir. Sorumluluk, kişinin hukuk kurallarının icaplarına uygun davranma imkan ve iktidarının bulunmasına rağmen, aykırı hareket etme yönünde bir tercihte bulunması ve bu tercih doğrultusunda hareket etmesi halinde söz konusudur.
Ceza sorumluluğu, ancak gerçek kişiler bakımından söz konusudur. Tüzel kişiler hakkında adli cezaya hükmedilemez. Ancak tüzel kişinin yararına olarak veya faaliyeti çerçevesinde gerçek kişinin işlemiş bulunduğu suçtan dolayı tüzel kişi hakkında da uygun güvenlik tedbirine hükmedilebilir. Fakat bu, tüzel kişinin de ceza sorumluluğunun olduğu anlamına gelmemektedir.
İdare hukukunda idarenin (devletin) (mali) sorumluluğuna dair düzenlemeler ise genel olarak; hukuk devleti, sosyal devlet, sosyal hukuk devleti, refah devleti gibi modern devleti tanımlayan ilkelere dayandırılmaktadır. İdarenin sorumluluğu ile ilgili Türk Hukuku'ndaki "genel" tek yasal dayanak ise Anayasa'da yer almaktadır: "İdare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlüdür.". Söz konusu hükümden hareketle ülkemizde idarenin sorumluluğu idari yargı içtihadı ile iki esasa dayandırılmıştır: kusur sorumluluğu ve kusursuz sorumluluk.
Kusur sorumluluğu, -kamu görevlileri tarafından kamu hizmetinin ifasında, görevlinin yetkilerini kullanırken, resmi sıfatı ve hizmet araç gereçleri ile gerçekleştirdiği "kişisel kusurlar" da dahil- idarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetinin, "kuruluş", "işleyiş" ya da "personel" açısından gereken emir ve talimatların verilmemesi, denetimin yetersiz olması, hizmete tahsis edilen araç ve gereçlerin hizmet gereklerine uygun ve yeterli olmaması, gereken tedbirlerin alınmaması gibi nedenlerle bir "aksaklık", "bozukluk", "düzensizlik", "eksiklik" veya "sakatlık" şeklinde karşımıza çıkan "anonim", "objektif", "özerk" ve "doğrudan doğruya ve aslen" idarenin sorumluluğunu gerektiren "hizmet kusuru"ndan kaynaklanan sorumluluktur.
İdarenin kusursuz sorumluluğu bakımından ise üç temel ilke bulunmaktadır: risk ilkesi, kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesi ve sosyal risk ilkesi. Risk ilkesi, zarar ile idari faaliyet arasında illiyet bağı bulunması koşuluyla idarenin; özel bir riskin sebep olduğu, kamu görevlilerinin meslek kazalarının neden olduğu zararlardan; kamu hizmetine ait yapılar ve hizmete tahsis edilen araç-gereçler nedeniyle meydana gelen kazalardan ve toplantı ve gösteri yürüyüşleri nedeniyle ortaya çıkan zararlardan, gerekli her türlü tedbiri almış olsa dahi sorumlu olmasını gerektiren bir ilkedir. İdarenin kamunun yararına yaptığı faaliyetin belli kişi ya da kişilerin "belli", "doğrudan", "özel ve olağanüstü" bir zarara uğramasına neden olması halinde bu zarardan sorumluluğu ise kamu külfetleri karşısında eşitlik (fedakarlığın denkleştirilmesi) ilkesi uyarıncadır. Sorumluluğun temel unsuru olan zarar ile zarara neden olan davranış arasında illiyet bağının aranmadığı sosyal risk ilkesi ise terör eylemlerinden doğan zararların karşılanması amacıyla yargı yerlerince idare tarafından önlenmesi beklenen, ancak önlenemeyen tehlikelerin sebep olduğu ve toplum içinde yaşamanın kaçınılmaz sonucu olarak ortaya çıkan zararlar bakımından kabul edilmiş ve bir kusursuz sorumluluk ilkesi olarak uygulanmıştır.
YAZAR
Başak Baysal