Töre, bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, görenek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tutulan yolların bütünü ve bir toplumdaki ahlaki davranış biçimleridir. Töre, örf-adet, gelenek-görenek tabirleri çoğu zaman birbirlerinin yerine kullanılır. Her dört kavram birbiriyle anlamca irtibatlıdır.
Kaşgarlı Mahmut (ö. 1102)'un Divanu Lügat-it-Türk adlı eserinde "törü" kelimesi töre-nizam, görenek, adet olarak karşılık bulurken, "törümek" türemek, "törütmek" türetmek anlamlarında da kullanılmaktadır. Orhun Yazıtları'nda geçen "törü" kelimesi, sözlü yasa, örf, merasim, tören demekken, "törü-", "töri-" yaratılmak anlamına gelmektedir. Töre, hem doğmak ve türemek, hem de kanun, gelenek, düzen anlamlarıyla Türkçede olduğu gibi Moğolcada da kullanılagelmiştir. Eski Türk topluluklarında zamanla kendiliğinden gelişen gelenek, görenek, adet ve normlar, "yusun/yosun" hukukunu oluşturur, kağan'ın iradesiyle "yusun" töreye dönüşürdü. Bu bakımdan "yusun" törenin en önemli kaynağıdır. Töre üç kaynaktan neş'et etmiştir. Bunlar halk, kurultay ve han'dır.
Ziya Gökalp (ö. 1924)'in aktardığına göre, Vilhelm Thomsen (ö. 1927), "törüg" tabirini "kanun" diye tercüme etmiş, başka bir yerde ise müesseseler olarak anlamlandırmıştır. Ziya Gökalp'in aktarımıyla Orhun Abideleri'nde yer alan "Türk Oğuz Beyleri ve Boyları işitiniz! Yukardan gök basmadıysa, aşağıdan yer delinmediyse, sizin ilinizi ve törenizi kim yıkabilir?" ifadeleri eski Türk Bozkır hayatında "İl" ve "Töre"nin vazgeçilmezliğini göstermektedir. Ziya Gökalp'e göre yazılmış yasalardan başka yazılmamış teamüller de törenin içindedir. Hukuki törenin yanısıra, dini ve ahlaki töreler de mevcuttur. Töre kelimesinin, Türk kelimesiyle bir cevherden olması muhtemeldir ve Türk/Törük kelimesi "töre sahibi olan/töreli" anlamında yorumlanmalıdır.
Bozkır yaşama tarzı, toplumsal hayatı düzenleyen sözlü hukuk kurallarının oluşumuna kaynaklık etmiştir. Hem beşeri hem de ilahi kaynaklı toplumsal kurallar manzumesi olan töre, Türklerin "devlet hukukunu, ahlaki değerlerini, dini inançlarını, atalarından miras kalan, sosyal hayatı düzenleyen, hukuki sosyal değer kazanmış davranış kalıplarını ihtiva eden mecburi kuralların bir bütünü"dür. Törenin dayandığı kuralların temelini dayanışma ahlakı oluştururdu. Tengricilik olarak adlandırılan İslam öncesi geleneksel Türk dininde Tanrı inancı hep merkezi bir yer işgal etmiştir. Kutadgu Bilig'de törü, kanun, nizam olarak geçmektedir. Tanrı "törütgen" (yaratıcı-düzen koyucu) olarak anılmaktadır. Burada kastedilen düzen, Tanrı'nın insanlar için koyduğu kurallardan oluşan düzendir. Töreye uymayan Tanrıya karşı da sorumludur. Tek bir yaratıcıya-Törütgen'e inanmak aynı zamanda bir inanç sistemi olan törenin gereğidir. Dini, hukuki, ahlaki ve toplumsal boyutlarıyla bir bütün olarak değerlendirildiğinde, töreyi "manevi kültür" olarak tanımlamak mümkündür.
Kadim Türk toplumlarında töre, yazılı metinler halinde değildi. Kolektif hafızada kuşaktan kuşağa aktarılarak varlığını sürdürmekteydi. Kutadgu-Bilig'de törenin anayasa hükmünde, değişmez ilkeleri dört tanedir. Bunlar sırasıyla Könilik (adalet), Uzluk (iyilik, faydalılık), Tuzluk-tüzlük (eşitlik) ve Kişilik (insanlık). Bu ilkeler çerçevesinde adalet, törenin doğru ve tarafsız bir şekilde uygulanmasıdır. İlk defa yazılı hukuk metinleri Uygur Türkleri tarafından düzenlemiştir. Bu metinler fertlerin birbirleriyle ya da devletle ilişkileri çerçevesinde sosyal ve iktisadi hayatla ilgili anlaşmaları içermekteydi.
Töre başta kağan ve üst yöneticiler olmak üzere toplumun her ferdini bağlayan ve herkesin uyması zorunlu olan değerler ve kurallar bütünü olarak bir kutsallığa sahipti. Törenin bazı şart ve kuralları değiştirilemez nitelik taşırken, bazıları zamanla değişime uğramaktaydı. Her başa gelen kağan yeni bir töre ilan ederdi. Töre hükümleri değişmez kalıplar değildir. Bir sosyal-hukuki normlar bütünü olarak töre, gerekli olan yeniliklerin gerçekleştirilmesi yoluyla çevre ve imkanlar dikkate alınarak yaşıyor ve yaşatılıyordu. Töreye ait kuralların zaman ve ihtiyaca göre yenilenmesi ve değiştirilmesi "kengeş" ya da kurultayda gerçekleşirdi. Töreyi en iyi bilen ve tecrübe sahibi devlet adamlarından oluşan "kengeş" adlı yüksek idari meclis, bir yüksek mahkeme gibi görev ifa etmekteydi. Kurultay bir danışma meclisi hükmündeydi ve Oğuz Türkçesindeki kengeş tabirinin yerine kullanılmaya başlanmıştır. Kurultay, kağanın seçiminde ve kağanı tahttan indirmede tam yetki sahibiydi. Seçilen kağan, hukukun yani törenin üstünlüğüne uygun olarak yönetimde bulunacağına söz verirdi. Devlette iktidar sahiplerinin töreye bağlılığı, aynı zamanda devlet hayatında hukukun üstünlüğü ilkesini uygulamada geçerli kılmaktaydı. Kağanlar, töre gereği adaletli ve merhametli yönetim göstermekten halka karşı sorumluydular. Töreye uymamanın cezası devleti temsilen kağan ve görevlileri tarafından verilirdi. Kağanın en önemli vazifesi ülkesini töreye göre yönetmekti. Eski Türk devlet geleneğinde anayasa, töredir. Halil İnalcık (ö. 2016)'a göre, Türk Devlet geleneğinde törenin önemli bir yere sahip olması, kabileler arasında çok sıkı bir şekilde gözetilen örfi hukuka dayanmasından ileri gelir.
Törenin etkisi, İslamiyet'ten sonraki dönemlerde de devam etmiştir. Örf, bu etkiye en iyi örnektir. İslamlaşma dönemi sonrasında örf, töre kelimesinin yerine kullanılmaya başlanmıştır, ancak töre kavramı anlam itibarıyla daha kapsamlıdır. Günümüzde örf, her ne kadar sosyal bir norm olarak kabul edilse de aslında, Töre geleneğinin İslamiyet'le birlikte kazanmış olduğu yeni biçimdir. Örf kelimesi, Osmanlı Devleti'nde hukuki sistemine girmiş ve karar verme mekanizmasında "padişahın yönetme ve icra etme yetkisi" anlamında da kullanılmıştır. Örfi hukuk'la töre varlığını sürdürmüştür.
YAZAR
H. Musa Taşdelen