İslam inanç esaslarını oluşturan Amentü'nün altı kuralından biri olan kaderin sözlük anlamı "bir nesnenin hacmini ve şeklini belirlemek, gücü yetmek, bir şeyi hesaplı ve ölçülü olarak yapmak, biçimlendirmek ve başka bir şeyle mukayese etmek; ölçü ve miktar"dır. Terim olarak ise "Allahu Teala'nın, nesneleri, olayları ve tüm kainatı ezelde bilmesi, planlaması"nı ifade eder. Kaderle birlikte anılan ve onun gerçekleşmesinde önemli bir aşamayı oluşturan kazanınsa sözlük anlamı "hükmetmek, emretmek, ifa etmek"tir terim olarak da "Allahu Teala'nın, ezeli bilgi ve planında yer alan hususların zamanı gelince yaratılması" demektir.
Kur'an-ı Kerim'de kader kelimesi "Allah'ın takdir etmesi, ölçü ve kanun koyması, belli bir nizam ve düzen içinde yaratması" gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Bazen Dünya'nın yaratılışı, Ay'ın ve Güneş'in hareketleri, gece ve gündüz örneklerinde olduğu gibi evrendeki düzen ve bu düzeni sağlayan yasalar (sünnetullah) şeklinde gerçekleşmektedir. Bu anlamı ile canlı cansız tüm varlıklar, Allah'ın koyduğu kadere (evrensel yasalara) uymak zorundadır. Kader, bazen de insan fiillerinde olduğu gibi hem Allahu Teala'nın hem de insanın tesirinin olduğu işler anlamına gelmektedir. Örneğin bütün safahatı ile Allahu Teala'ya ait olan zorunlu (istem dışı) fiillerin aksine ihtiyari fiillerin oluşumu iki aşamalı kabul edilerek ilk aşama (kesb) kula, ikinci aşama (halk) ise Allah'a bırakılabilir. Nitekim Kur'an'da insan fiilleri ele alınırken hem Allah'ın yaratıcılığı hem de kulun yapıcılığı göz önünde bulundurulmuş, bağlama göre Allah'ın yaratıcılığının vurgulanması gereken yerlerde O'nun rolüne, insanın sorumluluğunun vurgulanması gereken yerde ise insanın rolüne işaret edilmiştir. Bu durumu fark edemeyenler, insan fiillerini ya tümüyle Allah'a ya da tümüyle insana nispet etmişlerdir. Kader ve kaza meselesi, Kur'an-ı Kerim'de bir iman nesnesi (mü'menun bih) olarak zikredilmemekle beraber, Allah'ın sıfatları münasebetiyle birçok ayette konuya temas edilmektedir. İslam alimleri, O'na nispet edilen ilmin gizli-aşikar, küçük-büyük, yakın-uzak farkı olmaksızın her şeyi bilmesi, kudretin gücünün her şeye yetmesi, iradenin cebir altında olmaksızın dilemesi, tekvinin ise dilediği her şeyi yaratması anlamına geldiğini, dolayısıyla bu sıfatların kaderle irtibatlı olduklarını kaydetmektedirler. Bu duruma göre İslam'daki ulûhiyet anlayışı, içinde kader inancını da barındırmaktadır.
Kader konusu hadis literatüründe ise imanın nesnesi olarak Cibril hadisinde yer almış olup söz konusu rivayette "İman nedir?" sorusuna Hz. Peygamber: "Allah'a, O'nun meleklerine, kitabına, O'na kavuşacağına, O'nun elçilerine, ölümden sonraki hayata ve kadere, kaderin hepsine inanmaktır" (Müslim "İman", 1) şeklinde cevap vermiştir.
İnsan fiillerini zorunlu ve ihtiyari diye ikiye ayırdığımızda, Allahu Teala'nın doğrudan irade edip yarattığı fiiller zorunlu olup bunlarda hem tercih hem de yaratma Allahu Teala'ya ait olduğu için oluşum süreçleri de her yönüyle Allah'a aittir. Dolayısıyla bunlarda başkalarının dahli söz konusu değildir. Söz gelimi evrenin yaratılışı, tabi olduğu kanunlar, nesnelerin farklı tabiatlarda kılınışı gibi, canlıların yaşamlarını devam ettirebilmek için yeme, içme, barınma gibi ihtiyaçlara bağlı oluşu da yaratıkları çevreleyen esaslardan bazılarıdır ve her varlık bu çerçeveye uymak zorundadır. Kader kapsamına giren ihtiyari fiillere gelince bunlar yalnızca akıllı olan canlılara aittir. Literatürde "ef'al-i ibad" denildiğinde kastedilen de bu tür fiillerdir. Bir kişinin akıllı olması, onu doğa kanunlarının dışına çıkarmaz. Söz gelimi Allahu Teala her tür canlı için bir yaşama limiti tespit etmiştir. Tedbirli olmak, limit içinde değişimleri sağlasa da limiti aşma imkanı vermez. Onun için ihtiyari fiiller, Allah tarafından bize "sünnetullah" içinde tercih hakkı tanınan işlerdir. Bunların dahi yaratılması, Allahu Teala'ya aittir. Dolayısıyla kader ve kaza bağlamında yapılan tartışmalar, insanın istek ve iradesi ile yaptığı işler (ef'al-i ibad) kapsamındadır. Kul, Allah'ın koyduğu genel kuralların dışına çıkamaz. Bu durumda "İnsan, yapıp ettiklerinden neden sorumlu tutulmaktadır?" diye sorulabilir. Bu soruya Allah'ın ilmi, kudreti ve iradesi ile kulun sorumluluğu göz önünde bulundurularak cevap verilebilir. Şöyle ki: Kainatta vuku bulan olayları Cenab-ı Hakk'ın önceden bilmeyip ancak vuku bulunca onlara vakıf olması durumu, O'na bilgisizlik (cehalet) nispet etme sonucunu doğurur ki bunu ulûhiyet makamıyla bağdaştırmak mümkün değildir. Ayrıca insan, işlediği fiillerin kaderinde olup olmadığını önceden bilmemekte, alın yazısına bakarak hareket etmemekte, aksine işlerini kendi arzu ve isteğine göre kurgulayıp yapmaktadır.
Bazı insanlar Allahu Teala'nın insan fiillerini önceden bilmesini insanın hürriyetine, dolayısıyla sorumlu tutulması ilkesine aykırı bularak kader inancına itiraz etmektedirler. Bu itiraz yersiz olup kader inancı, fiilin meydana gelmesinde insanın sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Söz gelimi bir hırsız, kaderin zoruyla değil, kendi istek ve iradesiyle hırsızlık yapmakta, böyle bir takdirin kaderinde olup olmadığını önceden bilmemektedir. Aksine bulunduğu konumdaki tercih ve seçiminin fiilin yönünü tayin edeceğini düşünmekte, hukuk da bunu böyle kabul etmektedir. Kadere iman, insanın iradesini kullanmasına, çalışıp kazanmasına, dolayısıyla yapıp ettiklerinden sorumlu olmasına engel olmaz. Çünkü Allahu Teala insana irade ve kudret vermiştir. İnsan da bunları kullanarak işlerini yapar. Allah, onun tercihine katılırsa yapmak istediği iş olur, aksi takdirde ise olmaz. İnsan, yapmak istediği şeyi Allahu Teala'nın yaratıp yaratmayacağını önceden bilemez. Bu nedenle ona düşen yapmak istediği işin meydana gelmesi için gerekli olan sebeplere başvurmak ve sonucu Allah'tan beklemektir.
İslam mezhepleri, kainatın planlı ve ölçülü bir şekilde yaratıldığı ve yönetildiği anlamındaki kaderi kabulde ittifak; insanın iradi fiillerinin nasıl meydana geldiği konusunda ise ihtilaf etmişlerdir. Söz konusu ihtilaflı konular zamanla sosyal, siyasi ve kültürel koşullar tarafından da beslenince Müslümanlar arasında, farklı anlayışlar etrafında kümelenen fırkalar zuhur etmeye başlamıştır. Cebriye ve Cehmiye gibi mezhepler, Allahu Teala'nın uluhiyetine zarar gelmemesi için fiilleri tamamen Allah'a nispet edip insana herhangi bir rol tanımamıştır. Ca'd b. Dirhem ve Cehm b. Safvan'ın öncülüğünü yaptığı bu mezheplere göre insanın, kendi fiillerinde ne ihtiyarı ne de kudreti söz konusudur. Aksine o cebir altındadır. Çünkü onun yapıp ettiklerini yaratan Allah'tır. O ise fiillerinin gerçek faili değil, sadece onlara konu olan bir figürandır. Kaderiye ve Mu'tezile mezhepleri ise kulun sorumluluğunu esas almış; iradi fiillerin meydana gelişinde ilahi bir müdahalenin söz konusu olmadığını ileri sürmüştür. İlk olarak Mabed el-Cüheni, Amr b. Ubeyd ve Vasıl b. Ata gibi kelam alimleri tarafından savunulan bu görüşe göre fiillerin insana nispeti mecazi değil, hakikidir. Dolayısıyla onlar üzerinde Allah'ın yaratma şeklinde bir etkisi yoktur. Allah insana iş yapma kudretini önceden vermiş olup insan onu dilediği şekilde kullanabilir. İnsanın fiillerinde hür olduğu görüşünü benimseyen Mutezile, insanı yapıp ettiklerinde özgür kılmadıkça onundini sorumluluğunu temellendirmenin mümkün olmayacağını iddia etmektedir. Matüridiye ve Eş'ariye'nin oluşturduğu ehl-i sünnet ise uzlaştırıcı bir yöntem izleyerek kaderle ilgili ayetleri telif etme yoluna gitmişlerdir. Ebü'l-Hasan el-Eş'ari'nin öncüsü olduğu Eş'ari mezhebine göre insan fiilleri, istek dışı olanlar ve isteğe bağlı olanlar olmak üzere ikiye ayrılır. İstek dışı fiilleri irade de yaratma da tamamen Allah'a aittir. Onlarda insanın hiçbir rolü yoktur. Dolayısıyla bu tür fiillerden dolayı onun herhangi bir sorumluluğu söz konusu değildir. İsteğe bağlı fiillere gelince onları insan istemekte, Allah da yaratmaktadır. Bu işlem şöyle olmaktadır: İnsan bir iş yapmak istediğinde Allah onda bir kudret yaratmakta, o da bu kudreti kullanarak fiilini gerçekleştirmektedir. Dolayısıyla fiil, kulun kesbi ile Allah'ın yaratmasının bir araya gelmesi sonucu vuku bulmaktadır. Eş'ariler gibi Matüridiler de isteğe bağlı fiillerin oluşumunda kesb ve halk aşamalarının söz konusu olduğunu ve işi yapma gücünün insana fiille beraber verildiğini kabul etmektedirler. Bu görüşleri ile de Allah'ın iradesinin hadis olduğunu söyleyen ve kudretin insanda fiilden önce bulunduğunu savunan Mu'tezile'den ayrılmaktadırlar. Ayrıca Matüridiler, cüz'i irade ve kesb konularında insana daha fazla etkinlik tanımaları, cüz'i iradeyi Allah'ın değil, insanın ortaya koyduğu bir şey olarak görmeleri ve irade ile ilim arasında ayrım yapıp kaderi, "Allah'ın her şeyi önceden bilmesi" şeklinde yorumlamaları ile de Eş'arilerden ayrılmaktadır.
YAZAR
İlyas Çelebi