Kılıçdaroğlu'nun en gündem dışı gündemi - iklim göçü
Düzensiz göçmenlerle geçici koruma altındaki sığınmacıları geri gönderme bahsi açıldığı an yaylım ateşi başlıyor; cümleyi ağzına alan ırkçılıkla suçlanıyor. Aynı durum seçim vaadi olarak Kılıçdaroğlu retoriği için de geçerli.
Kılıçdaroğlu konuyu yine açtı, çalışma masasından “Sığınmacılar. Kaçaklar” başlıklı bir video paylaştı. Ama konuyu son kez “Bu işi çözeceğiz” demek için açtığını ve bunun ırkçılık değil bir kaynak sorunu olduğunu söyledi.
Mesajında demografik yapıya tehdit, ulusal güvenlik ve asayiş sorunu gibi kriterler yerine kuraklık tehlikesi ve iklim krizi vardı. Bu bağlamda başta Avrupa Birliği, uluslararası topluma da birkaç uyarı:
Kıtlık ve susuzluk göç demek – Önlem almazsak Dicle ve Fırat 20 yıl içinde kuruma riskiyle karşı karşıya kalacak. Bu Türkiye, Suriye ve Irak’ta 60 milyondan fazla insanın kıtlık ve susuzlukla karşı karşıya kalması demek. Önlem alınmazsa açlık çeken Suriyeli ve Iraklı göçmenlerin Türkiye’ye akın etmesi demek. Türkiye bu yükü kaldıramaz.
Sığınmacı sorunu iklim krizinin parçası - Akdeniz havzası iklim krizini en şiddetli yaşayan bölge. Bu havza tüm dünyadan yüzde 20 daha fazla ısınıyor. Aynı ekosistemi paylaşan 500 milyon nüfustan söz ediyoruz. İklim direnci artırılmadığı takdirde göçlerle ne Suriye kalır ne de Irak. Hepsi Avrupa kapılarına dayanır. Türkiye’nin iklim mültecilerine tampon olma ihtimali yok. Türkiye kendi altyapısını, suyunu kaybederse bırakın sığınmacıları kendi vatandaşlarını dahi tutamaz. AB “Rüşveti verdim kurtuldum” kafasından çıkmak zorundadır. Akdeniz havzası ülkelerine liderlik etmek zorundayız. Ya işbirliği yapılacak, ya da hep birlikte yok olacağız.
Kılıçdaroğlu’nun çözüm önerisi şu: Türkiye, Avrupa Birliği ve Akdeniz ülkeleri Suriyelileri iki yıl içinde geri göndermek için birlikte çalışacak. Suriye yönetimi ile görüşülüp gidenlerin mal ve can güvenliği için protokol yapılacak, AB ve BM de protokole dahil olacak. Bu işbirliğinde oluşturulan fonlarla hem sığınmacıların evi, yolu, okulu yapılacak, hem de Türkiye’nin iklim direnci artırılacak.
Seçimi kim kazanırsa kazansın, bu uyarılar somut gerçekliği ifade ediyor ve geleceğin küresel çapta en yakıcı meselesi siyasetin gündeminde yok. Sığınmacı bahsi açıldığı an, ırkçı – faşist yaftası yapıştırmak çözüm değil, başını kuma gömmek.
2050’DE 1.2 MİLYAR İKLİM GÖÇMENİ
Kılıçdaroğlu’nun sığınmacı videosu tabii ki kendi realitesi içinde gündem olmadı. Ancak Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) verileri ve projeksiyonu bu gündemi zorunlu kılıyor: 2010’dan bu yana iklim değişikliği nedeniyle 21.5 milyon kişi yurtlarını terk etmek zorunda kaldı. Bu trendin giderek hızlanması ve 2050 yılına kadar en az 1.2 milyar insanın iklim krizi nedeniyle göç yollarına düşmesi bekleniyor. Üstelik iklim göçmenleri henüz hukuki olarak mülteci statüsünde sayılmıyor.
Bu bilgiler Asterisk2050 proje ekibinin hazırladığı “Yeni Bir İnsanlık Krizi: İklim Göçü” bülteninde de yer alıyor. Kılıçdaroğlu’nun videosunu alıntılayıp Daktilo1984 sitesinden paylaşmışlar; “siyasi partilere ilettikleri bültenin siyasete yansımasından çok memnun oldukları” notuyla. Özellikle Akdeniz havzasındaki iklim kırılganlığının Türkiye ve Avrupa Birliği açısından önemi yazıda şöyle analiz ediliyor:
“Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan göç dalgası AB’nin bütünlüğüne, siyasal ideası ve demografik yapısına tehdit olarak algılanırken, muhtemel iklim göçü ve buna karşı alınacak önlemler, Birliğin yeni bir çıkmaza sürüklenebileceğini gösteriyor. Bu noktada ‘Müslüman’ ve ‘Afrikalı’ kimliklerinin radikalize edilerek iklim göçü politikalarının bu zeminde tartışılması, iklim değişikliğinin en ciddi etkilerinden biri olabilir. Üye ülkelerin orantısız şekilde göç alması ve kıyı devletlerinin üstlendiği sorumluluğu paylaşmak üzere güvence çıkmaması da önemli bir sorun.
Gelecek yıllarda göçmen krizine yeni bir boyut getirecek olan iklim göçü, şimdiden AB ajandasının üst sıralarında. Türkiye’nin iklim göçü tartışmasına vakit kaybetmeden dahil olması gerekiyor. Türkiye ve AB 2016’da geri kabul anlaşması imzalamış, kriz yönetimine karşı partner refleksi gösterebilmişti. Türkiye gibi iklim krizinden hem doğrudan etkilenen, hem de havzasındaki krizlerden jeopolitik olarak soyutlanamayacak bir ülke için iklim güvenliği ve iklim göçü politikalarının stratejik hesaplamalara dahil edilmesi elzemdir. “
AVRUPA’DAN KARAMSAR VE İYİMSER SENARYO
Avrupa Parlamentosu’nun “İklim Göçünün Geleceği” başlıklı raporu da, küresel emisyonlara karşı acil önlem alınmaması halinde karamsar bir 2050 perspektifi çiziyor:
“Küresel sıcaklık artışı 1.5 dereceyi geçtiği takdirde afetler sıklaşacak, su ve gıdaya erişimi olmayan kitleler uluslararası sınırları aşarak göçe zorlanacak. Göç alan ülkelerdeki kaynakların yeterli olmaması çatışmalara yol açabilir. Bu nedenle iklim göçü uzman gözüyle büyük bir jeopolitik risk.
Bugün kırılgan olan bölgeler gelecekte yaşanmaz hale geldiği takdirde çok büyük kitleler halinde uluslararası yer değiştirmeler meydana gelecek. BM tahminlerine göre 2030’da su kıtlığı 700 milyon kişiyi yerinden yurdundan edecek. Bugün yaşadığımız kuraklık, aşırı sıcaklar ve orman yangınlarıyla küresel ısınmanın kanıtları zaten ortada. Avrupa’daki ekolojik tehdit düzeyi görece düşük, ancak Ortadoğu ve Kuzey Afrika gibi kırılgan coğrafyalar Avrupa’nın kapı eşiğinde. Gerek Avrupa, gerekse Kuzey Amerika geniş çaplı iklim göçü hareketinin hedefi olacaktır.”
AP raporundaki iyimser senaryo ise Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatı’nı temel alıyor; iklim göçünü önlemek üzere ön saflarda yer alan bir oyuncu olarak değerlendiriliyor AB. İklim değişikliğine uyum amacıyla iki yıl önce kabul edilen yeni strateji, AB’nin 2050 itibariyle iklim dirençli hale gelmesini öngörüyor. Yeşil Mutabakat’ın ilkeleri arasında iklim krizine karşı uluslararası eylemi hızlandırmak da var. Mutabakat üçüncü taraflarla partner ülkeleri iklim değişikliği planıyla ortaklaştırıyor, AB merkezli uluslararası şirketlere yenilenebilir enerji yatırımları için teşvik sağlıyor.
AP raporunun sonuç bölümü şöyle: “Avrupa Birliği, kırılgan bölgelerden yönelecek geniş çaplı göç hareketiyle tek başına başa çıkamaz. En fazla risk altında olan bölgelerin tespiti, buraların iklim dirençli hale getirilmesi ve yurtlarından olanlara insani yardım ulaştırılması konusunda küresel çabaları teşvik etmesi gerekir.”
Suriye ve Irak’tan iklim göçünü önlemek üzere Türkiye ile yeni bir ortaklık girişimi de bu hedefe dahil olabilir.
Bu arada Kılıçdaroğlu’nun videosuna cevaben “Suriyelilerin iklim göçmeni olmadığı” yorumları çok tartışmalı. Mesela New York’taki Columbia Üniversitesi uzmanları, Suriye’den milyonları bulan sığınmacı akınını 2007-2010 yılları arasında yaşanan kuraklığa bağlıyor.
Araştırmaya göre iklim değişikliğinin yol açtığı kuraklık ve kıtlık kırsaldan kente yoğun göç hareketine neden oldu, protestolar yaşandı ve bu durum siyasi istikrarsızlık ortamında iç çatışmayı sertleştirdi. 2011’de patlak veren iç savaş öncesi köyden kente göçenlerin yerleşim yoğunluğu nedeniyle sığınmacı sayısı arttı.
- Bezos uyarıyor: Musk'ın uzay çöpleri düşerse ellemeyin1 saat önce
- Senaryo: Trump, Putin ve Zelenski İstanbul'da buluşur…27 dakika önce
- "Drill baby, drill" hoş ama boş3 gün önce
- Hangisi daha tehlikeli – Gazze'de ölümün kıyısı mı, kültür boykotları mı?1 hafta önce
- Yapay zekayla yeni erkek düzeni1 hafta önce
- Esas Nazi kim?2 hafta önce
- Zamanla oynamayı bırakmanın zamanı2 hafta önce
- AB en iyisi gözden ırak Guantanamo bulsun3 hafta önce
- Seçim kampanyası değil hayvanat bahçesi3 hafta önce
- Vogue kapağında karizma çizdirmek4 hafta önce