Ben bilgiyle ilgileniyorum
MUHTEREM okuyucularım, Sevgili dostum Fatih (Altaylı), bu sayfada yazdıklarımın beni belirli kalıplar içine girmek zorunda bıraktığını düşünüyor olmalı ki, “Celal’ciğim, arada bir de bu sayfada seninle sohbet edelim. Daha geniş bir alanda konuşma fırsatımız olsun” önerisiyle geldi.
Fatih’in gazetecilik bilgisi ve öngörüsüne hayranlık duyduğumu sık sık ifade ettiğim için tekrarlamakta beis görmüyorum.
Bu bilgiye güvenerek dostumun bu önerisini kabul ettim.
Bundan böyle, fırsat bulursak ayda bir burada hasbihal edeceğiz.
Bu hasbihale katılmak, sorular sormak isterseniz, sorularınızı Fatih Altaylı’nın “faltayli@htgazete.com.tr” mail adresine yollarsanız, o da uygun gördüğü sualleri bana iletecek, böylelikle bu sohbete sizleri de dahil edecektir.
Fatih Altaylı: Celal Hocam, yine bir röportaj verdin ve yine ortalık karıştı. Geçen hafta bir televizyon programına çıktın ve Fatih Sultan Mehmed’in Müslüman olmama ihtimalini dile getirdin. Bunu konuşacağız ama en büyük merakım şu: “Kendi programın varken, niye bir başka programa çıkma gereği hissettin?”
Celal Şengör: Yahu Fatih, dilini eşek arısı soksun. Sana 30 senedir “Bana hocam deme” diyorum hâlâ diyorsun. Bu sıfatı sevmiyorum. Öğrencilerimden bile bana Celal veya Celal Ağabey demelerini istiyorum. Sen niye şimdi durduk yerde “Hocam”la girdin lafa.
- Peki geri aldım. Celal Ağabey.
- Ha şöyle... Bak sevgili dostum, beni bu memleket eğitti. Ben burada doğdum, burada öleceğim. Bu memlekete borcum var. Ben bildiğim her şeyi bu ülke insanlarıyla, halkımla paylaşmak zorundayım. Devlet bana bunun için maaş veriyor. Bu yüzden de her platformda bildiklerimi anlatmak zorundayım. Bilimin ne olduğunu anlatmak zorundayım. Açıkçası o programa da bu nedenle çıktım. Bir de biliyorsun İTÜ’nün kütüphanesi için bağış toplamaya çalışıyoruz birlikte. Onu da her yerde duyurmak istiyorum.
- Çıktın da, Fatih’in Müslüman olmaması ihtimali üzerine konuşup ortalığı ayağa kaldırmak, şimşekleri üzerine çekmek zorunda mıydın?
- Sevgili dostum, mesele de burada işte. Ben öyle bir şey demedim. Aklı başında herkes, daha doğrusu o programda söylediklerimi dinleyen ve biraz izan sahibi herkes öyle bir şey demediğimi biliyor. Ben sadece Fatih’in hayatıyla ilgili bugüne kadar aksetmiş bilginin çok az olduğunu, bu konuda kaynakların yetersiz olduğunu anlattım. Bu arada bazı Batılı kaynaklarda böyle iddianın da dile getirildiğini söyledim. Ama “Bu kaynaklara güvenilir, bu kaynaklar kesin doğrudur” demedim. Benim yapmak istediğim, Batı’nın Fatih’e nasıl baktığını, nasıl görmek istediğini gündeme getirmekti.
- Söylemek zorunda mıydın?
- Tabii ki söylemek zorundaydım. Bilim böyle bir şeydir. Bir konuda gerçeğe ulaşmak, hakikati öğrenmek istiyorsan, mümkün olan en fazla kaynağı değerlendirmek zorundasın. Pozitif bilimlerde mümkün olan en fazla sayıda gözlem ve deney yapacaksın, tarih gibi bilimlerde ise mümkün olan en fazla sayıda kaynağa ulaşacaksın. Ben de Fatih’in hayatından bahsederken bunu dile getirdim. Youtube’dan Hakan Çelik Bey’le yaptığım programı izleyenler benim ne dediğimi duyacaktır.
- Ortak dostumuz Prof. Erhan Afyoncu da sana itiraz etti ama... “Kaynaklar güvenilir değil” dedi.
- Bir kısım yayınlara cevap vermeye değmez, ama onlara paralel bir laf saygı duyduğum bir akademisyenden de geldiği için biraz konuyu açayım o halde. Dediydim ya bilim palavra kaldırmaz!
Ben “Fatih’in Müslümanlığı bazı çevrelerde tartışılır” dedim. Buna da Julian Raby’i kaynak gösterdim. (Raby, J., 1982, A Sultan of Paradox, Oxford Art Journal, Bd. 5, S. 8).
Raby, başkalarının Fatih’i hiçbir dine inanmadığı için eleştirdiklerini de kaydediyor. Raby kendisi de Fatih’in hiçbir tek kültüre inanmadığını vurgulayarak “Bu bir eleştiri midir?” diye soruyor. Raby makalesinde bu söyledikleri için herhangi bir kaynak göstermiyor, ama bana yazdığı 15 Aralık 2015 tarihli bir mektubunda Gian-Maria Angiolello’nun (1421-1525) meşhur Historia Turchesca’ya (yazarı Donado da Leze, ancak bu eser Gian-Maria Angiolello’ya da atfedilir: Publicata, adnotata, împreuna cu o introducere de Dr. Ion Ursu, etc. Academia Republicii Socialiste România, Bucuresti, 1909, S.121.) bakmamı öneriyor. Bu kitap ilk defa 1490’da basılmıştır ama elimizdeki en eski baskısı 1559 tarihine aittir. Raby ayrıca mektubunda şuraya bakmamı da tavsiye etmiştir: Thuasne, L., Gentile Bellini et Sultan Mohammed II.: Notes sur le Séjour du Peintre Venitien à Constantinople (1479- 1480) d’après les Documents Originaux en Partie Inédits: E. Leroux, Paris, 1888, S. 68.
Raby mektubunda Angiolello’nun kitabından şu kısmı alıntılamıştır: “...et disse il detto Bayazit che suo padre era padrone et che non credeva in Macometto; et in effeto era così per quello dicono tutti questo Mehemet non credeva in fede alcuna.”
Raby’nin başkaları dediği Theodoros Spandounes’tir ki (16. yüzyıl), bu zat Venedik’e sığınmış Bizanslı bir ailenin çocuğu olup, Fatih’in analığı olan Sultan II. Murad’ın eşi Mara Brankovic’in yanında, Jezevo’da büyümüştür. Spandounes’in dediği de Fatih’in ne Hıristiyanlığa ne de Müslümanlığa inandığıdır. Bu kaynak da yayımlanmıştır (İlk yayın tarihi 1509; nihai şekli 1538): Nicol, D. M. (Tercüme eden ve yayına hazırlayan), 1997, Theodore Spandounes: On the Origins of the Ottoman Emperors: Cambridge University Press, xxix+161 ss.
Bu belgelerin hiçbiri Fatih’in gerçek düşünce ve inançlarını bilmemize sebep olamaz; ama bunlar bizzat kendisinin yaşamında bile tartışmalı olduğunu belgeler. Benim, Julian Raby’nin ve bu konuda yayın yapan Gülru Necipoğlu gibi diğer tarihçilerin dediği de bundan ibarettir; yoksa hiçbirimiz bazılarının yaygara ettiği gibi “Fatih, Müslüman değildi” demedik.
- Ağabey, ben bunları yazamam. Çok fazla.
- Ağabeyciğim yaz. Yaz ki, kaynak tartışması falan olmasın. Bir tarafımdan uydurmuyorum ben söylediklerimi. “Bu kaynaklar yüzde yüz güvenilirdir” de demiyorum ama var bu kaynaklar. Bu kaynaklar eleştirilebilir. Nasıl? Başka kaynaklarla karşılaştırılarak, zamanın havası incelenerek, Fatih’in çevresi tetkik edilerek. Bilim böyle bir şey. Her şey tartışılır. Bilimde tabu olmaz. Olursa bilim olmaz.
- Bir de Osmanlı İmparatorluğu’nu küçülttüğün söyleniyor. Onlar “10 milyon kilometrekareydi” diyor, sen “6 milyon kilometrekareden biraz fazlaydı” diyorsun.
- Büyüklük metrekareyle ölçülmez. Osmanlı’nın daha küçük bir alanda daha etkin, daha geniş bir alanda daha az etkin olduğu dönemler var. Galiba, 10 milyon kilometrekare hesabı yapanlar, Osmanlı’nın altındaki ülkelerin bugünkü yüzölçümlerini üst üste koyup buna karar veriyorlar ama durum bu değil. Gel beraber hesaplayalım. Al bir kalem yaz alt alta.
- Aldım.
- Dur, yanlış yapmayalım. Notlarımı çıkarayım. Yaz bakalım:
Macaristan 93.030, Eski Yugoslavya 255.804, Romanya 238.397, Arnavutluk 28.748, Bulgaristan 110.994, Yunanistan 131.957, Türkiye 783.562, Kırım 27.000, Suriye 185.180, Irak 437.072, Lübnan 10.452, Ürdün 89.342, İsrail 20.770, Suudi Arabistan ve Yemen’in Osmanlı egemenliğinde olan yerleri 1.300.000, Mısır 1.010.000, Libya+ Tunus+Cezayir’in Osmanlı egemenliğinde olan yerleri 1.500.000, Kıbrıs 9.251. Topla bakalım!
- 6.118.529 kilometrekare. Vallahi sayende matematikçi de olacağım.
- Şimdi buna bazı yerleri eklemek mümkün, Sudan’ın bir kısmını ve Habeşistan’ın sahil bölgeleri. Ama o zaman da Avrupa’da alınıp hızla kaybedilen yerleri de çıkarmak lazım. En iyisi sen şu haritayı al da sayfaya koyalım. Herkes gözüyle görsün.
- Erhan Afyoncu, “Herkes bildiği işle uğraşsın. Biz jeoloji yapıyor muyuz” dedi sana.
- Sevgili Erhan’ı görürsen sen söyle, ben görürsem ben söylerim. Daha geçen sene bir tarihçi olarak uluslararası Mary C. Rabbit Ödülü’nü aldığımı hatırlatırım. Eminim kendisinin de pek çok böyle uluslararası ödülü mevcuttur ve bunları muhakkak bana yazacağı cevapta sıralayacaktır, ama benim tarihçi olarak aldığım en az bir ödülüm de var. Bir şeyi tekrarlayayım: Bilim palavra kaldırmaz. Benim bu anlattıklarımda yanlışlarım varsa bunların düzeltilmesi beni ancak memnun eder, yeni bir şey öğrenmiş olurum. Ama ne doğa bilimleri ne de sosyal bilimler hamasetle yapılamaz, zira gerçek eninde sonunda gelip çatar. Benim de tek amacım bunu muhterem okuyucularıma öğretmektir.
- Peki Celal Ağabey, bilimin bu kadar farklı dallarıyla niye ilgileniyorsun?
- Ben bilimin farklı dallarıyla ilgilenmiyorum, ben bilgiyle ilgileniyorum. Her bilgi benim ilgi alanıma giriyor. “Tarihle niye ilgileniyorsun?” diyecek olursan, çünkü ben jeoloğum ve bir jeoloğun başvuru kaynaklarından biri de tarihtir. Sonuçta jeoloji de insanlığın değilse de dünyanın tarihi ve çok daha uzun bir zaman sürecini kapsayan bir tarih.
- Şimdi tarihi, jeolojiyi bırak da geçen hafta Habertürk HT Dokun’da yayınlanan mini röportajında Elon Musk’ı tanımadığını söyledin. Okurların da çok şaşırdı, “Nasıl tanımaz?” diye.
- Vallahi de, billahi de tanımıyordum. Tanımam için bir gerekçem yokmuş anlaşılan, çünkü benim ilgi alanımda değilmiş. Bak bunca yıldır sürekli bilimsel toplantılara katılırım, üniversitelerde uzay, gezegen bilimle ilgili çok çalışmalarım oldu. Yemin ederim hiçbir yerde adı geçmedi.
- Adam roket yapıyor. Mars’ta koloni kurmak istiyor. Elektrikli otomobiller yapıyor!
- Otomobiller senin alanın. Benim alanım değil. Roketler de benim alanım değil. Ben Mars’a gitmekle ilgilenmiyorum ki, ben Mars’a giden olursa orada neyle karşılaşacak, ona nasıl yardımcı oluruzla ilgileniyorum. Mars’ın jeolojisini, tektoniğini, su kaynaklarını araştırıyorum. Elon Bey bir gün Mars’a giderse, ona faydalı olacak işlerle ilgileniyorum. Elon Musk bilim adamı değil. Bilim adamlarıyla çalışan bir yatırımcı ve mühendis. Bu yüzden tanımıyorum.
- Ama Büşra Develi’yi tanıyorsun. O ilgi alanında mı?
- Ho ho ho! Tabii ilgi alanım. Çok güzel bir kız. Bir gazetede bu kızın fotoğrafını gördüm. Gazeteleri düzenli okumam. Okuduğum bölümleri vardır sadece ama bir gün bir gazetede kızın resmini gördüm. Çok Avrupai buldum. Götür Paris’e koy, kimse “Bu kız Fransız değil” demez. Ayrıca senin geçen gün yazdığın Eliz Sakuçoğlu da çok güzel bir kız. Fakat sen haklısın. O kadar dövme hoş olmuyor. Ne öyle el yazması gibi kadın mı olur!
- Niye sen kitapsever bir adamsın!
- Tövbe tövbe. Başımı belaya sokacaksın. Zaten Oya da kızıyor evde, “Sen bu kızlara niye bakıyorsun” diye.
- Soracağım birkaç konu daha var ama çok uzun olacak. Onları da bir dahaki sohbete mi bıraksak?
- Ne soracaktın ki!
- Fatih Sultan Mehmed’e olan merakını, Sarı Lütfi’yi, Murat Bardakçı’nın senin meşhur kütüphanenle ilgili bana yaptığı dedikoduyu.
- Oooo, öyle bir anlatırım ki, gazeteye sığmaz. Bırak istersen bir dahaki sefere konuşalım. Ama şunu lütfen okuyucularımıza duyur. Sosyal medyada benim adımı kullanıp İTÜ için bağış toplayanlar varmış. Benim sosyal medyayla bir ilgim yok. Sakın ola ki, sosyal medya üzerinde gördükleri böyle hesaplara bağış falan yapmasın hiç kimse.
İTÜ KÜTÜPHANESİ BAĞIŞ HESABI
İş Bankası Ayazağa Şubesi
1281/521303 TR09 0006 4000 00112810 521303
- Ara tür diye bir sorun var mı?6 yıl önce
- Doğal seçme kuramı ve 'Türlerin Kökeni'6 yıl önce
- Bilimde tekdüzecilik6 yıl önce
- Bilim dünyasında bir yıldız daha kaydı: Kevin Burke6 yıl önce
- Pek çok yanlış yapmış bir bilim devi: Stephen William Hawking6 yıl önce
- Üç bilim dalının kurucusu: CUVIER6 yıl önce
- Bu bir deneydi ama özür dilerim6 yıl önce
- Her canlıya önce cins sonra tür adı6 yıl önce
- Modern jeolojinin kurucusu: Steno6 yıl önce
- Evrim teorisi Darwin'den çok önce İslam âlimlerinde vardı6 yıl önce