Kızınca neden bağırırız?
Bugün size içinde derin anlamlar barındıran, sonu da güzel bir öğütle biten çok değişik bir hikayem var. Kaynak, son zamanlarda internet ortamında yazılarına ve güzel fikirlerine sık sık rastladığım sayın M. Kemal Adal...
......................................
Hindu keşiş yıkanmak üzere gittiği Ganj Nehri'nin kıyısına geldiğinde, birbirlerine kızgınlıkla bağıran aile üyeleri görür. Kendisiyle birlikte gelen öğrencilerine döner ve gülümseyerek onlara şu soruyu sorar;
- Neden insanlar birbirlerine öfkeli şekilde bağırır?
Öğrenciler bir süre düşünür ve içlerinden birisi;
- Kızınca sükunetimizi kaybederiz ve ondan bağırırız, der.
- Ama hemen yanınızdayken neden ona bağırıyor olabilirsiniz? Ona söylemek istediklerinizi yumuşak bir şekilde de söyleyebilirsiniz, der keşiş.
Öğrencilerden başka başka cevaplar gelir ama hiçbiri keşişle birlikte diğer öğrencileri tatmin edecek cinsten değildir. Sonunda keşiş kestirmeden gidip şöyle bir açıklama getirir;
- İki insan birbirine kızgınken kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzaklığa rağmen kendisini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalır. Ne kadar
kızgınlarsa uzağı yakın edebilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir.
İki insan birbirine aşık olduğunda ne olur? Birbirine bağırmaz tam tersi yumuşak bir şekilde konuşur. Çünkü kalpleri dip dibedir. Aradaki mesafe ya yoktur ya da yok denebilecek kadar azdır...
Keşiş devam eder; birbirlerini daha çok severlerse ne olur?
- Konuşmadan sadece fısıldaşarak daha da yakınlaşır ve sevgi düzeyini artırırlar. En sonunda fısıldaşmaya da gerek kalmaz, sadece birbirleri ile
bakışırlar ve bu yeterlidir. Bu da insanların birbirlerini sevdiklerinde yakınlaşma anlamında ulaşabilecekleri son noktadır.
Keşiş, öğrencilerinin gözlerinin içine bakarak final cümlelerini kurar;
- Tartışırken gönüllerin birbirinden uzaklaşmasına izin vermeyin.
Birbirinizden daha da uzaklaşmanıza yol açacak kelimeler sarf etmeyin çünkü bir de bakarsınız bir gün birbirinizden o kadar uzaklaşmış olursunuz ki geri dönüş yolunu bulmak mümkün olmaz.
İki de Temel fıkrası...
Bizim Cafer'den (Yarkent) gelen iki fıkra ile bugünkü köşemizi noktalayalım;
Marangoz Temel, ahşap bir binanın restorasyonunda çalışmaktadır. Elinde testere ile ikinci katın iskelesinde çalışırken görünmez bir kaza meydana gelir ve testereyi kaydırarak bir anda yanlışlıkla kulağını keser. Kulak da aşağıya düşer. Kulağını görmek ümidiyle aşağıya bakar ve orada çalışan işçilere seslenir:
- Beyler, aşağılarda bir kulak gördünüz mü?
Şaşkın işçiler şöyle bir etraflarına bakarlar ve kanlar içinde bir kulak bulup bizim Temel'e gösterirler:
- Bu mu?
Temel aşağı doğru eğilip gözlerini kısar:
- Yok yav... Benimkinin arkasında kalem olacaktı...
.............................
Temel'e, ambulans şoförü olarak işe başladığı ilk gün, bir hastayı evden alıp hastaneye getirmesini söylerler.
İki saat sonra dört hasta ile geri dönen Temel, görevlilere durumu açıklar:
- Ha bu ilk sıradaki esas hastadur da... Diğer üçüne ben çarptum...
Hepinize sağlık içinde, mutlu pazarlar dilerim.
- Politik günahlar üzerine...6 yıl önce
- Keskinoğlu atlatır6 yıl önce
- Oyunuz kaliteli olsun...6 yıl önce
- 4. Mehmet'ten paşalarına...6 yıl önce
- Bir zamanlar Avrupa6 yıl önce
- Siyasetin sağ duyusu: CHP6 yıl önce
- Seçim değil, başka bir şey...6 yıl önce
- Ekol Sanat'ta Atatürk günleri6 yıl önce
- Ekol Sanat'ta Atatürk günleri6 yıl önce
- Biz de Osmanlı torunuyuz...6 yıl önce