Muz gürültüsü
BİR süredir "Muz Sesleri"nin peşinde mecnun oldum. Şehir şehir... Bana sorarsanız bir yazar için fazla ortalıklarda göründüm. Muhtemeldir ki bana benzeyen okurları tedirgin eden bir görünme/konuşma/soru cevaplama süreci yaşandı. İtiraf edeyim, şahsen hakkında çok şey söylenen, kalabalıkların hücum ettiği kitaplardan uzak dururum. O gürültü, kitapla aramdaki mahrem ilişkiyi yağmalar. Çoktan ele geçirilmiş bir ülkeyi keşfetmenin ne anlamı var ki?
Daha da fenası, çoktan "turistikleşmiş" bir memlekette paketlenip pazarlanmamış bir an, bir mekân bulmak mümkün müdür? Böyle düşünürüm. Üstelik "popülerlik" denen o plastikleştiren sürece giren yazarla artık insani bağım kopar. Yazar artık benden uzaklaşmış, başka bir gezegene gitmiştir. Benim gibi düşünen okurdan, artık sona erdirdiğim bu "muz gürültüsünden" dolayı özür dilerim.
BİRİCİK OKUR-'ÖTEKİ' OKUR
Diğer yandan kafamda oluşan birkaç soru var: Okura ulaşmak için niye okuru kendimizden uzağa itecek bir mekanizmanın içine girmek zorundayız? Niçin ona gazetelerden, ekranlardan konuşmak zorundayız? Onun hiç sesinin duyulmayacağı o platforma çıkmak hem haberdar ediyor onu yazdığımızdan hem de uzaklara itiyor bizi.
Ya da:
Edebiyatı, sadece hakiki edebiyatla ilgilenen biricik okur için sakınmanın karşılığı, edebiyata aşina olmayan kişilerin o hikâyenin içine girme hakkını engellemek mi olmalı? Orada bir kibir yok mu?
Ayrıca "okur" ne demek? İndirgeyici bir sıfat. Sanki işi gücü senin yazdıklarını okumak ve başka da bir işlevi yok kişinin. Burnu büyük bir sözcük "okur". Tek başına bile, "Ben yazarım, sen de okursun" gibi bir cümle kuruyor sanki.
KENDİNİ CİDDİYE ALAN YAZAR
Öte yandan enteresan bir serüven bu. İmza günlerinde, söyleşilerde yaşanan acayip durumlardan birkaçını paylaşmak isterim.
Adana. İmza kuyruğu uzayıp gitmiş. Buna hayret ediyor ve her seferinde samimiyetle söylüyorum, mahcup oluyorum. Bir hayal kuruyorsun, düpedüz bir yalan uyduruyorsun ve insanlar o hayalin peşinde, sırada bekliyorlar. Derken orta yaşlı bir kadın ters köşeden yaklaşıyor:
"Sizi Hülya Avşar'da gördüm. (Bu sık sık söylenecek daha sonra) Muzlarla ilgili bir kitabınız varmış. Onu almaya geldim."
Kendini çok ciddiye alan yazarlar böyle durumlarda ne yapar bilmiyorum, benim hoşuma gitti. Yağmurlu bir akşamda şehir dışındaki kitap fuarı alanına "muzlarla ilgili bir kitap" almaya gelmiş kişiye ancak ihtimam gösterilebilir.
ZİRAİ ŞİİRLER!
Ankara. Genç, hoş bir kadın. "Bana ilham veriyorsunuz" deyince her zamanki gibi "Eyvallah" dedim. Diyalog şöyle devam etti:
Ziraat mühendisiyim ben. Ama ben de yazıyorum.
Ne güzel. Ne yazıyorsunuz?
Zirai şiirler!
Efendim?
Öyle işte, meyvelerin, sebzelerin büyümesine dair.
Enteresan.
SEVİŞME SAHNESİ
Aynı günün ilerleyen saatleri. Genç bir oğlan, bıçkın bir şekilde, elinde kitap geldi. Teklifsiz başladı konuşmaya:
Şimdi Ece Hanım...
Buyrun?
Bu kitapta herkes sevişiyor.
Yok canım!
(Ciddi bir ifadeyle) Tabii aileler hariç!
(Güldüm doğal olarak) Siz ailelerin sevişmediğini mi sanıyorsunuz?
Hayır benim merak ettiğim şu...
Buyrun?
Diğer kitaplarda da sevişme var mı?
(Asfalyalarım tel tel atıyor) Yok canım kardeşim, diğer kitaplara parça atmadık!
KENDİNİ TANIMAYAN ROMAN KAHRAMANI
Diyarbakır. O harikulade kalabalığa bir kez daha teşekkür ederim. Mahcup ettiler. İmza gününün böyle güzel bir yanı var. İnanılmaz güzellikte isimler öğreniyorsunuz:
Siyabend, Herdem, Sozda, Ranya, Ronahi, Nazya...
Bir hikâyenin içine girmeyi bekleyen onca kahraman ismi topladım şehirler arasında. Birer roman kahramanı olacaklarını henüz bilmeyen yüzler. Teşekkürler...
- Velev ki...12 yıl önce
- Kahvaltı yılı12 yıl önce
- Emret komutan!12 yıl önce
- Dikkat kitap var!12 yıl önce
- Büşra Hoca'ya mektup var!12 yıl önce
- Twit'lemeli de mi saklamalı yoksa twit'lemeden mi?12 yıl önce
- Bizimkisi komple doğaçlama12 yıl önce
- En güzel ezan12 yıl önce
- Şu bahar meselesi...12 yıl önce
- 10 numara iç siyaset12 yıl önce