Mizacımız kaderimiz
“MERAK” diyor, “Bu çağın sorunlarını çözecek olan şey meraktır”.
“Merak doğru sözcük mü?” diyorum ben, “Belki de hayret olmalı doğru sözcük”.
Biraz duruyoruz. Oxford’daki Ashmolean Müzesi’nin kahvesinde, gün ışığı vuruyor ahşap masaya, iskemlelere. Sanırım aynı şeyden bahsediyoruz Theodore Zeldin ile. Belki onu “İnsanlığın Mahrem Tarihi” kitabından tanıyacaksınız. Birkaç yıldır, uzun aralıklarla tekrarladığımız yoğunlaştırılmış konuşmalarımızdan biri için buluştuk yine. Her seferinde zamanın ortasında bir kavşak oluyor bu konuşmalar. O andan itibaren nereye doğru gideceğime karar veriyorum az çok. Bir önceki konuşmamızda şöyle demişti zira:
“Yoksulluğa çözüm aramayı bırak. İnsanlık var olduğundan beri yoksulluk vardı. Bu çağa has olan sorun nedir, bunu düşünmeliyiz.”
ZAMANE GEZGİNLİĞİ
Ondan sonraydı, bu çağın sorunsalının inanç ve emniyet duygusu olduğunu düşünmeye başladım. Batı, emniyet duygusu için duvarlar örüyor ama aynı duvarlar inancı (insanın tek kurtarıcısı olan hikâyeyi, insanın tehlikeli imkânlarını, “biz” kavramına feda olmayı vesaire) dışarıda bırakıyordu. Sanırım bu yüzden de Muz Sesleri ‘ni yazdım. Şimdi neyin peşinden gideceğimi belirlemek için biraz da... Bir müzenin kahvesinde duruyoruz.
Theodore Zeldin, son iki yüzyıldır sorunun “Ben kimim?” olduğunu söylüyor, ama psikoanalizin iflas ettiğini ve artık sorunun değişmesi gerektiğini de...
‘SEN KİMSİN?’
“Soru artık ‘Sen kimsin?’. Bu yüzden artık anlam, ilişkide.”
O böyle diyor, ben katılmıyorum:
“İlişki değil, bağlantı. İnsanlar artık ilişki peşinde değil. Bağlantı (connection) kuruyorlar sadece. Yeni gezginin (nomad) meselesi bu. Bağlantılanmış olarak ama bir ilişki içinde değişmeden dönüyor yolculuklardan.”
“İnsanlar tarihin başlangıcında gezgindi. Sonra tarım köleleği sebebiyle yerleşik hale geldiler ve bugüne kadar yerleşiktiler. Şimdi insanlar başladıkları yere, gezginliğe geri dönüyorlar” diyor Theodore.
Zorunlu yer değiştirmeleri ve iradi yolculukları düşününce... Olabilir. Öte yandan gezginliğin temel kuralı kader çizgisini yolun kendisinin belirlemesiyse, bu da doğru değil. Çünkü insanlar yolda ilişki kurmadıklarına göre (benim tezim bu yönde), kaderlerini yolun belirlemesine izin vermeden dünya üzerinde “dolanıyorlarsa” o zaman zamane insanı “gidebiliyor” mu?
BENZEME KORKUSU
Üstelik “merakın” ardındaki korkular... Theodore‘a geçtiğimiz haftalarda yayınlanan “Büyük Tanışma” yazı dizisinden söz ediyorum. İnsanın “ötekini” merak ederken farklılıklardan korktuğunu ama daha çok korktuğu şeyin “ötekine” benzemek, yani benzerlik olduğunu söylüyorum. İlk kez böyle bir şey duyduğunu, bunun üzerine düşüneceğini söylüyor...
Theodore‘un her seferinde aklıma filizlenmesi için bıraktığı eşsiz sorularla çıkıyorum Müze’den. Mutat kitap alışverişi içinWaterstone’s’a uğruyorum, Oxford’daki kitapçım. “Kadın Gezginler” diye bir kitap alıyorum. Enteresandır, bir yıl önce almayıp bıraktığım rafta buluyorum kitabı. İşaretler, bakınca görebileceğiniz şeylerdir nitekim. Sonra yeni bir işaret.
YERLEŞİĞİN HİKÂYESİ
Gözüme takılan ilk cümle şöyle: “Hikâye, ancak iki şekilde başlar. Ya biri bir şehre gider, ya da şehre bir yabancı gelir.”
Gezginliğin, evsizleşmeye dönüştüğü noktada korkunçlaştığını düşünüyorum. İnsan öksüzleşiyor, yetimleşiyor. Bir tür düşkünlük hali. Belki de artık şehre gelen yabancı olmaktansa hikâyeyi diğer tarafından şehrine bir yabancı gelen yerleşik tarafından anlatmak gerektiğini... Ötekinin giderek yoruculaştığını... Sonra Theodore‘un söyledikleri geliyor aklıma:
“Sen tam olarak canlısın. Yarı canlı değilsin, yorucu olan bu. Sen, gezginsin. Ama ustalaşman gereken bir konu var: Dinlenmek!”
MİZACA ALIŞMAK KADERDİR
Belki de doğru. İnsan mizacında (ya da kaderinde!) olmayan şeylere heves etmemeli. Theodore‘un dediği gibi bir gezgin olarak doğmuşsam buna alışmalı ve dinlenme konusunda ustalaşmalıyım. Ya da...
Londra’daki yayıncım Verso’ya gidiyorum “Ağrı’nın Derinliği”nin İngiltere ve ABD’deki baskısı için son hazırlıklar. O, bu, şu yapılacak. Yani belki de hayatı baştan bir biçimde kuruyoruz bir saat gibi, sonra boşu boşuna düşünüyoruz yorulduğumuzu, değiştirmek gerektiğini. Mizacımızı, hiç düşünmeden, karnımızdan gelen bir bilgiyle kuruyor ve sonra bir kader gibi yaşıyoruz bunu, “kader” diyoruz adına. Sonrası... Sadece alışıyoruz kendimize.
okur@ecetemelkuran.com
- Velev ki...12 yıl önce
- Kahvaltı yılı12 yıl önce
- Emret komutan!12 yıl önce
- Dikkat kitap var!12 yıl önce
- Büşra Hoca'ya mektup var!12 yıl önce
- Twit'lemeli de mi saklamalı yoksa twit'lemeden mi?12 yıl önce
- Bizimkisi komple doğaçlama12 yıl önce
- En güzel ezan12 yıl önce
- Şu bahar meselesi...12 yıl önce
- 10 numara iç siyaset12 yıl önce