Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

REFERANDUMA giden sürecin en kanlı son günlerinde şöyle yazmıştım:

“Bu referandum süreci boyunca Kürt meselesinin muhalefetle iktidar arasında ateş topu gibi, kimin elinde kalırsa onu yakar misali, atılıp tutulmasından müthiş rahatsızım. Meselenin kesilip biçilip, iğdiş edilip ‘Teröristle kim masaya oturdu?’ cehalet düzeyine indirilmesi yaşamış ve sonuna gelmiş olduğumuz sürecin verdiği en büyük hasarlardan biri. Bu söylemden şimdi geri, başladığımız yere nasıl yürüyeceğiz, bilemiyorum. Evet, hayır ya da boykot, kim ne oy verirse versin 13 Eylül sabahından başlayarak Türkiye’de demokrasi üzerine derdi olanların beraberce kafa patlatması gereken konu bu olacak. Ben elimden geleni hep yaptım, yine yaparım. Ama ‘evet’çilerin, yetmez ama ‘evet’çilerin de aynı gayretle bu işe sarılmasını bekliyorum. Bunu samimiyetle umut ediyorum.”

LANET OLSUN DELİĞİ

Hakkâri’de patlayan mayın, kalbimizin en çok darbe alan “Lanet olsun!” noktasını bir kere daha deldi geçti. İnsanlar öldüğü için. Daha fenası yine insanlar ölecek, belli ki ölecekler, bunun için. Durum, üzerine bir tahlil yapılamayacak kadar bulanık. Ama net olan bir şey var. Herkes kendinden beklenen açıklamayı yaparak Kürt meselesinin bir süre daha bir ateş topu olarak kucaktan kucağa atılacağına dair işaret verdi. Tam da BDP’nin beklediği Başbakan’la görüşme gerçekleşecekken yapılan saldırı bir kere daha Kürt meselesinin değil, terör meselesinin konuşulacağını gösteriyor. Tuhaf. Savaşı, ölümleri, kanı sona erdirme yolunda yapılacak görüşmeleri yine savaş, ölüm ve kan durdurabiliyorsa... Tuhaf.

Şimdi ne yapılacak? Mesele bu.

DİNMEYEN EVET ASABİYETİ

Referandum sonrası gazetelere bakıyorum. Enteresan bir durum var. “Evet”çilerin öfkesi geçmiyor. Zafer kazandıktan sonra bile “hayır” oyu verenlere saldırıyorlar. Artık bir sakin olun kardeş! Nedir yani hâlâ? Galibiyetin tadını çıkarın biraz.

Öte yandan hayır oyu vermiş özgürlükçü demokrat çevrelerde ise benim çok da anlam veremediğim bir moral bozukluğu. İnsanın moral bozukluğuna düşmesi için bu referanduma evet cephesinin yüklediği demokrasi testi anlamını atfetmiş olması gerek. Oysa bindik bir siyasi alamete gidiyoruz... Artık bilmiyorum nereye. Daha zor geçecek bir 10 ay var önümüzde. Biraz dirayet göstermek gerekmez mi? Üstelik yazmıştım, referandumun sonucu evet de çıksa, hayır da çıksa bu ülke daha demokratik olmayacak. Yukarıda da söylediğim gibi ülkenin “gerçek” sorunlarının hepsi hâlâ aynı ağırlık ve yakıcılıkla kucağımızda duruyor olacak. Duruyorlar da. Ne yapılacak peki?

ÖZGÜRLÜK CENNETİ ERZURUM

Anayasa’ya hayır oyu vermiş olanların yakında Kürt meselesiyle ilgili bir diyalog ve barış girişiminde bulunacaklarını biliyorum. Peki ya evetçiler?

Onların deyimiyle memleketimiz referandumla birlikte “demokratik devrimini” yaşadığına göre Kürt meselesinde de bir yol kat edilmiş ya da edilecek olmalı. Hiç değilse onların bir katkısı olmalı.

Şöyle düşünelim:

Eğer evet cephesinin tespitleri ve tahlilleri doğruysa bu memleketin en demokrat, en özgürlükçü şehri, en yüksek evet oyu çıkaran Erzurum. Şimdi ben evet cephesinden demokrasi, özgürlükler, birlikte yaşama, farklılıklara saygıyla ilgili, Erzurum’- dan başlayarak konferanslar dizisi düzenlemesini bekliyorum. “Demokrasi Konferansları!” Maytap geçtiğim sanılmasın, son derece ciddiyim. Bu memleketin demokratikleşmesinin, birlikte yaşama kültürüne sahip olmasının referandumdaki cepheleşmenin üzerine çıkması gereken bir sorun olduğunu düşünüyorum. “Türk açılımının” yapılabilmesi için, siyaseten güç aldıkları muhafazakâr Anadolu tabanını bu konuda en iyi ikna edebilecek kesimin evet cephesi olduğunu düşünüyorum. Nihayet hayır cephesi, malumunuz üzere, “elitist”, “darbeci” falan filan. Liberal arkadaşların İstanbul’dan çıkıp, bilhassa İç Anadolu dolaylarında biraz dolaşmalarını bekliyorum. Kana kana intikam kültürünün zayıflatılması, karşılığında barış seçeneğinin kamusal alanda kabul görmesi için etnik kimlik konusunda son derece hassas olan bu cephenin bir şeyler yapması gerekiyor.

Çünkü işte başlıyor. Ateşkesin biteceği gün 20 Eylül yaklaşıyor. İktidar, askeri çözüme gerilenebileceğinin sinyallerini veriyor. Örgüt gün sayıyor. Provokatörler ortada geziyor. Kar yağıncaya kadar derdik eskiden. Şimdi bu kirli ve dağınık savaşı kar bile durdurmuyor.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar