Mesele mi Kürtler mi? Hangisi çözülüyor?
"AKŞAM saatlerinde Diyarbakır'a dönerken Dicle kıyısındaki Kırklar Dağı'nda yeni yapılan 'modern yaşam merkezi Kırklar Dağı Konakları' inşaatının ışıkları nehirde ayın aksini bozuyor. Diyarbakır içinde yapılan bir düğünde atılan havai fişekler öte tarafı aydınlatıyor. Surdibi'nden geçerken lastik yakıp kendi kendine oyun olsun diye kikirdeyerek slogan atan 10-12 yaşındaki çocuklar ve onların ötedeki hava fişekleri eylem sanacakları geliyor aklıma. 36 vekil, havai konaklara mı yoksa fişekli çocuklara mı daha çok ait, onu düşünüyorum. Diyarbakır ve bölge ilk kez özgüveni bu kadar yüksekken toplumun içindeki bir başka yarılma hızlı ama sessiz ilerliyor. Hasankeyf kıyısındaki Hatice henüz bunu bilmiyor olabilir ama buradan bakınca bazıları ötekilerden 'daha eşit', ötekiler berikilerden 'daha Kürt' görünüyor."
TAKTİK DEĞİL GERÇEK
Önceki gün, Diyarbakır-Mardin-Nusaybin hattından yazdığım seçim sonrası izlenim yazısı böyle bitiyordu. Bölgeyi, Kürt halkını, gündelik siyasetin ötesinde izleyen ve bu konudaki yüzey dalgalarını değil dip akıntıları takip edenlerin dikkatini çekmiştir bu son paragraf. Diyarbakır sessizce düşünmüştür ne demek istediğimi. Hatta nereye işaret ettiğimi anlamıştır Amed.
Bir süredir kenarından köşesinden ima ediyorum zaten. Bir şey değişiyor oralarda. Geri dönüşü olmayan bir şey. İyi mi, kötü mü bu değişim; mesele bu değil. Mesele bu değişimi zamanın ikinci alt katmanına bakarak görebilmek. Bu değişimin insanlara, insana, ilişkilere ne yaptığına korkmadan bakabilmek. 2003'te çocuklar ilk taş attığında, "Bu iş organik olarak değişmiştir" demiştim, "Bundan sonra çocukları kontrol edemeyeceksiniz".
O zaman ne partililer ne de Kürt siyasetinin içinden gelenler bu lafı pek ciddiye almamıştı. Nihayet sonuna kadar örgütlü, dibine kadar siyasi bir toplumdu Kürtler ve herkes kimin söylediğini dinlemesi gerektiğini biliyordu. Bugün Kürt siyasetinin içinden gelenler, farkında mısınız bilmiyorum, sürekli olarak "kitleyi kontrol etmekten" söz ediyorlar ya da "edememekten". Bu, dışarıya karşı yapılan siyasi bir tehdit, "Biz elimizden geleni yaptık ama ne yapalım ki halk öfkeli" taktiği olmaktan çıktı, artık gerçek. Öfkesi kontrol edilemeyen bir nesil büyüyor Diyarbekir'de.
MÜLK VE KÜRTLER
Tıpkı o gün nasıl bu tespit canını sıktıysa kimilerinin, sanırım bugün söyleyeceklerim de hoşa gitmeyebilir. Ama biraz sert olmakla birlikte bu kez Diyarbakır'dan dönerken şu soru vardı aklımda:
"Kürt meselesi çözülmeden Kürtler mi çözülecek acaba?"
Ya da şöyle de sorabilirim:
Mülk, mülksüzleri galebe mi çalacak?
(Bu "mülk" sözcüğünü iki anlamıyla da okuyabilirsiniz.)
Bir süredir Diyarbakır'a ilk geldiğim günleri düşünüyorum niyeyse. Asla nostalji değil ama tuhaf bir keder var içimde. Hayal bana ait olmamasına rağmen, "Bu işler böyle hayal edilmemişti" diyesim geliyor. Alışveriş merkezleri bilhassa duraklatıyor beni. Bu kadar para nereden geliyor? Bu parayı Diyarbakır'a kim akıtıyor? Daha önemlisi niye akıtıyor?
5-6 yıl önce başladı bu ya da ben o zaman görmeye başladım bu değişimi. Çocuklar sokaklarda "kimlik" için taş atıp dayak yerken, bir alışveriş merkezinde "Kimlik" diye bir cilalı mağaza görmüştüm. Şimdi bir ayrıntı olmaktan çıktı mesele. Diyarbakır'da her yer alışveriş merkezi. Bu kadar üretim olmayan bir yerde zenginlik ancak politik paradan gelir. Politik para ise müthiş "sıcak" bir para türüdür. El yakar, yaktığı için elden ele dolaşır ve etrafını çok ısıtır. O ısıya alışanlar artık hiç üşümek istemezler...
POLİTİKA VE YOKSULLAR
Güneydoğu, hiçbir zaman kapitalizm bakımından kurtarılmış bölge değildi, üstelik feodal ilişkiler modernize edilerek en zalim biçimde sürüyordu bölgede. Ama politizasyonun bütün bu ilişkileri kapsayan ve aşan (ya da örten mi demeli?) bir gücü vardı. Şimdi bakıyorum da Kırklar Dağı'nda konaklar yükseliyor. Bu sadece bir simge. Benim için politik iradenin bu değişimi onayladığının ya da hiç değilse karşı koymayacağının bir simgesi. Ya da acaba politikanın, "Biz bunu da kapsarız. Kitle bize inanır" özgüveni mi demeli? Politika, yoksulluğun gözünü ne zamana kadar bağlar, bunu da sormalı mesela.
Diyarbakır'dayken seçimle, politikayla alakasız gibi görünen şu soruyu herkese sordum:
"Ne diyorsunuz konaklarla ilgili?"
Siyasi bir arka'aş şöyle dedi: "Gençlerin siniri bozuluyor o işe. Eylem hazırlığı var diye duydum."
Daha kıdemli başka bir arka'aş ise daha net konuştu:
"O iş durduruldu."
Kırklar Dağı Konakları ile ilgili herkes başka bir şey söylüyor. Bu da bana sorarsanız temel bir değişimle ilgili herkesin kafasının karışık olmasından kaynaklanıyor. Eski sisteme tutunmak mümkün değil ama yeni sistemde de eski ilişkileri sürdürmek mümkün değil. Ya da şöyle mi demeli acaba:
"Eski düzeni sürdürmek yoksullara kalırken, zenginleşen Kürtler başka bir düzende yaşamaya mı başlıyor?"
"PROJE BEDELİ"
Diyarbakır'da "bedel" kavramı çok kullanılır. "O aile çok bedel ödedi", "Şu arkadaş yeterince bedel ödemedi" gibi. Bahis konusu kandır genellikle. Ama son zamanlarda Diyarbakır'da daha ziyade "proje bedeli" lafını duyar oldum. "Daha eşit, daha adil, daha özgür bir dünya kurulmayacaktıysa bütün o 'bedeller' niye ödendi?" diye soracak kadar naif değilim. Ama hızlanan değişimin insan ilişkilerini, siyasi ilişkileri nasıl değiştirdiğine bakarken hiç değilse, şöyle "Hey gidi!" tonundan "Vay be!" diyerek susma hakkımı da kullanmak isterim. Yeni hayatın siyasi karakterleri nasıl gevşettiğine bakarken bu şehre geldiğim ilk günleri anmak isterim... Ta ki bugün yaptığım gözlemin dumanları yoksul çocukların mahallesi Bağlar'dan yükselinceye kadar...
Not: Bu yazıda aynı şehir için üç ayrı isim kullanılmış olması tesadüf değildir. Belki de artık o şehir, üç şehirdir.
- Velev ki...12 yıl önce
- Kahvaltı yılı12 yıl önce
- Dikkat kitap var!12 yıl önce
- Emret komutan!12 yıl önce
- Büşra Hoca'ya mektup var!12 yıl önce
- Twit'lemeli de mi saklamalı yoksa twit'lemeden mi?12 yıl önce
- Bizimkisi komple doğaçlama12 yıl önce
- En güzel ezan12 yıl önce
- Şu bahar meselesi...12 yıl önce
- 10 numara iç siyaset12 yıl önce