Direniş mi demokrasi mi?
“ÇÜNKÜ Maruun Er-Ras Köyü İsrail’i tepeden görüyor. Böylece onlar da bizim ne kadar kalabalık olduğumuzu görüyorlar.”
Ellerini fazla yukarı kaldırıp sonra fazla aşağıya indirerek konuşan siyah tesettürlü kadın gururla söylüyor bunu. Kilometrelerce uzayan gürültülü araba konvoyu önümüzde sıkışıp kalmış. Lübnanlılar âdetleri olduğu üzere kornalara basıp duruyorlar. Binlerce Hizbullah taraftarı sabırsız çünkü “Kudüs Günü” için İsrail sınırına sıfır noktada Maruun Er- Ras Köyü’nde yapılacak tören, liderleri Seyyid Hasan Nasrallah’ın yapacağı konuşma bir saate kadar başlayacak.
Binlerce insan arabalarından inip yokuş yukarı tırmanacakları son iki kilometreyi yürümeye başlıyor. İhtiyar kadınlar, bebekler, havalı arabalarına doluşmuş ve sarı-yeşil Hizbullah bayraklarını sallayan genç erkekler, dehşetli bir sıcak havada, akıntıya kürek çeker gibi yürümeye başlıyorlar tepelere. Nasrallah’ı görmeye mi gidiyorlar? Hayır. Her zamanki gibi güvenlik gerekçesiyle nerede olduğu bilinmeyen Nasrallah onlara dev bir sinevizyon ekranından seslenecek. Bu bile on altı yaşındaki Sabine’i yeterince mutlu ediyor. Çarşaflı annesi ve teyzesinin yanında, jöleli kıvırcık saçlarını sallayarak ve rimelli kirpiklerini kırpıştırarak “yabancı gazeteciye” ne kadar gururlu olduklarını çat pat İngilizce anlatmaya çalışıyor: “Çünkü çok mutluyuz. Çünkü bu bir bayram! Çünkü biz Hizbullah’ız.” Sabine, küçük kardeşleri ve akrabalarıyla akıntıya karşı kürek çekenlere katılıyor...
HİZBULLAH FAŞİST
“2006’da Nasrallah radyoda konuşmaya başladığında ağlamıştım. Bilirsin, ‘Kıyıdaki İsrail savaş gemisini görüyorsunuz değil mi? Birkaç dakika sonra o gemi batacak’ demişti ve canlı yayın sürerken gemi bombalandı. Ağlamıştım o zaman. Ama şimdi...”
Güney Lübnan’daki Sur kentindeki deniz fenerinin dibinde toplanan Şii gençler birkaç saat önce sona eren Kudüs Günü şenliklerinden sonra konuşuyorlar. Hiçbir örgüte yakın olmayan solcu Şii gençler Hizbullah’ın giderek nasıl “çekiciliğini” kaybettiğini anlatıyorlar. İsim vermiyor. Neden? “Neden olduğunu sanıyorsun” diyor gün boyu bana rehberlik eden Şii genç ve Maruun Er-Ras’ta yaptığım bir “yanlışı” söylüyor: “Bugün zaten o kadına da sordun ‘Hizbullah’ı mı destekliyorsunuz?’ diye. Desteklemese bile bunu söyleyebileceğini mi sanıyorsun! Böyle bir şey Lübnan’da mümkün mü sanıyorsun! Görmedin mi benim bütün gün nasıl gerildiğimi? Şii’yim ve Hizbullah taraftarı değilim. Çünkü onlar faşist. Neden hâlâ deli gibi Hizbullah’ın peşinden koşuyorlar anlamıyorum.”
2006’daki Temmuz Savaşı’nda İsrail Lübnan’a saldırdığında Hıristiyanlar da dahil olmak üzere ülkeyi savunan tek güç Hizbullah tam destek alıyordu Lübnan’da. Oysa bugün Beyrut’ta resmen Hizbullah taraftarı olmayan kiminle konuşsam ya tedirgin bir biçimde susuyor ya da örgütü eleştirmeye başlıyor. Öyle görünüyor ki Hizbullah’ın 2006’da yaptığı “hizmet” hafızalardan kısmen silinmiş. Artık hükümette olan ülkenin en baskın siyasi gücü Hizbullah iktidarın yıpratıcılığından payını almış.
Şİİ GENÇLERİ ESAS KIZDIRAN MESELE: SURİYE
HİZBULLAH iktidarın yıpratıcılığından payını almış. Ama Şii gençleri kızdıran esas neden bu değil. Her şey, her zamanki gibi, Suriye’yle ilgili. “Ne desem bilemiyorum. Bir tarafta ‘direniş’ var diğer tarafta demokrasi. Ne diyeceğim? ‘Suriye’deki rejim insanları öldürmeye devam etsin önemli olan İsrail’e karşı direniştir’ mi diyeceğim? Bunu yapamam. Ama öte yandan Libya’da oynanan oyunu görüyorsun. Geleceği söylenen ‘demokrasinin’ nasıl bir demokrasi olduğu ortada. Hizbullah Suriye’de olup bitenlere sessiz kalıyor diye ben de kalamam. Ama öte yandan Hizbullah’ın bu ülkenin ve tüm Arap dünyasının İsrail’e ve emperyalizme karşı direnişteki önemini de yok sayamam. Bilemiyorum.”
Eski bir Falanjist gerilla olan ama şimdi Hizbullah’ı destekleyen Hıristiyan gazeteci dostum konuşurken sık sık duraklıyor. Akıcı bir biçimde konuşamıyor çünkü onun da kafası bugün bütün geniş Ortadoğu’da herkesin canını sıkan soruya takılıyor: Amerikan tarzı sahte bir demokrasi mi yoksa otoriteryen ve fakat “direnişçi” bir rejim mi?
KALPLERİN KUDÜS NOKTASI
YOL boyu aynı tabela, Güney Lübnan’ın neredeyse tamamı mayınlı arazi. Buralar Hizbullah’ın yıllarca İsrail’le savaşarak geri aldığı topraklar. Bütün uçaksavarlar İsrail’e döndürülmüş durumda ve sınırın öte tarafında sayısız tank, uçaksavar da bu tarafa dönük duruyor. Her şey bir tetiğin çekilmesine bakarken... Demokrasi mi direniş mi? Beyrut’takiler için bu soru sıkıntı verici elbette ama mayınlı bir arazide yaşamak da daha az sıkıntılı değil. Kan kurumuyor. Kurusa bile elektrikti, Birleşmiş Milletler kararlarıydı, canı bu ayrıntılarla sıkılan bir örgüt “Gelin düşmanımıza tepeden bakalım” diyerek akmış kanı hatırlatıyor. Kalplerdeki Kudüs noktasına parmağını basmak vesilesi doğduğunda Seyyid Hasan Nasrallah yeniden heyecanla seslenebiliyor: “İlyoum, al Mukavama...”
BURASI MAYINLI ARAZİ, AŞAĞI İNEMEZSİN
“KAN kurumaz” diyorum Sur’da beraber yemek yediğim solcu Şii gençlere, “Bu yüzden hâlâ tepelere tırmanıyorlar, tarihin akıntısının tersine.” Maruun Er-Ras İsrail’i tepeden görüyor. İsrail askerleriyle burun burunasınız. Tellerin ötesi İsrail, elma ağaçları görünüyor beyaz evler arasında. Bu taraftaki tepede ise sarı-yeşil öfke bayrakları. Çünkü 2006’da İsrail bütün Güney Lübnan’ı bombaladı. Hastaneler ve okullar dahil. Oradaydım biliyorum, dünya izliyor ve onlar ölüyordu. Beyrut’un dışında sayılan ama merkeze on beş dakika uzaklıkta olan Dahye’de yani Hizbullah yandaşlarının yaşadığı mahallede nokta atışıyla vurdular kimi apartmanları. Sonradan öğrenildi ki, Dahye’ye turist kılığında gelen İsrail ajanları fotoğraf makinesine benzeyen makinelerle bombardıman uçakları için işaretlemişler Hizbullah üyelerinin evlerini. Bu yüzden Maruun Er-Ras yolunda fotoğraf makinemi kullanmaya her kalkıştığımda aniden bir elektrikli atmosfer oluşuyor etrafımda. Sonra, köyün dışına çıkınca biraz “Duralım” diyorum rehberime, “Fotoğraf çekeceğim. Nasılsa artık kimse yok.” Arabayı durduruyor ama inmeme izin yok. Neden? “Şu tabelayı görmüyor musun?” diyor. “Burası mayınlı arazi, aşağıya inemezsin” diyor rehberim. “Arapça yazmaları çok yerinde olmuş!” diyorum, gülüyoruz.
ELEKTRİK YÜZÜNDEN HÜKÜMET PARÇALANMA NOKTASINDA
HİZBULLAH kendisini “Direniş” olarak tarif eder Lübnan’da. Bu yüzden Nasrallah’ın bütün konuşmalarında hemen her paragraf aynı biçimde başlar: “İlyoum, al Mukavama...” “Bugün, Direniş...” Ama “Direniş” bugün, Suriye’deki gelişmelerin yanı sıra pek de o kadar savaşla ilgili olmayan meselelerle ilgili. Lübnan’da elektrik üretimi ve dağıtımıyla ilgili bir mesele yüzünden, zaten kurulması aylar almış olan hükümet neredeyse parçalanma noktasında. Lübnan politikasının kurdu ihtiyar dostlarım durumu anlatırken kimin ne kadar “komisyon” alacağını ve hükümet içindeki son derece karmaşık ekonomik çıkarlar dengesini anlatıyor. Bir de örgütün üzerindeki Hariri suikastını araştıran Uluslararası Özel Mahkeme’nin baskısını düşünürseniz durumun böyle “Direnişçi” bir örgüt için ne kadar heyecan kaçırıcı olduğunu tahmin edebilirsiniz. Hele siyasi rakipleri “Suriye’yi kınamadın, elektrik meselesini halledemedin, ayrıca zaten uluslararası düzeyde Hariri suikastıyla suçlanıyorsun” diyerek örgütten en şiddetli siyasi taleplerini, bu kısmi güçsüzlüğü fırsat bilerek dile getirmeye başlayınca: “Hizbullah silahlarını Lübnan ordusuna teslim etsin!” Hizbullah, artık kahraman direnişçilerin sorgulanamaz muhalif örgütü değil. “Direniş”, artık hem elektrik meselesini halletmesi hem de Suriye’deki ahlaki ve siyasi soruya cevap vermesi beklenen siyasi bir parti! Ama kan kurumaz, kurumasına izin verilmez...
- Velev ki...12 yıl önce
- Kahvaltı yılı12 yıl önce
- Emret komutan!12 yıl önce
- Dikkat kitap var!12 yıl önce
- Büşra Hoca'ya mektup var!12 yıl önce
- Twit'lemeli de mi saklamalı yoksa twit'lemeden mi?12 yıl önce
- Bizimkisi komple doğaçlama12 yıl önce
- En güzel ezan12 yıl önce
- 10 numara iç siyaset12 yıl önce
- Şu bahar meselesi...12 yıl önce