Bu hayattaki en büyük gerçeklik; ölüm
Uzun bir bayram tatili tantanasını geride bıraktığımız yorucu bir hafta sonunda, önceki gün her şeyden ve herkesten uzakta sessizliğe çekilip uzun uzun kendimle kaldım.
Ve artık hiç yapamadığımız bir olayı da deneyimleyip uzun saatler elime telefonu almayıp sosyal medyaya girmedim.
Akıl, beyin sağlığım için gerçekleştirdiğim bu küçük seans sonrası istemeye istemeye yine döndüm sosyal medya alemine. Çünkü elim alışmış telefona gidiyor. Beynim alışmış, neler olduğunu merak ediyor. Kendimi kandırmıyorum, uzun saatler uzak kalmak çok nadir oluyor bu hastalıktan. Maalesef hastalık olduğunu bile bile yine dönüş yapıyorum. Ve hastalıklı dünyaya girer girmez de acımasız yüzü ile karşı karşıya kaldım.
Önceki günün en hararetli mevzusu da Hıncal Uluç'tu. Kendisi yaşamla, ölüm arasında mücadele veriyor. Yaşayıp yaşamayacağını Allah bilir. Durumu ciddiyetini koruyormuş. Belki bu yazı yayınlandığı zaman hayatta bile olmayacak. Bilemiyoruz sadece Allah bilir. Çünkü bu çirkin hayatın en büyük gerçekliği "Ölüm" ve ne zaman kime geleceğinin belli olmaması!!!
Sana, bana, ona... Kim bilebilir.
Ve ölünce de dönüşü yok, gidiyorsun.
Kefenin cebi de olmadığı için ancak bu hayatta yaptıklarınla, bıraktıklarınla, yaşattıklarınla, düşündürdüklerinle anılıyorsun ki Hıncal Uluç daha ölmeden ektiklerini biçiyor gibi. Çünkü önceki, gün okuduklarıma bakılırsa Hıncal Uluç, bu dünyada iyi bir ekim yapmamış.
Daha bir kişinin ağzından iyi bir şey duymadım. Defne Joy Foster'a söylediklerinden tutun, Sezen Aksu'nun kendisine yazdığı mektuba kadar her şey yayınlandı. Oyuncu Yunus Günçe de "Üzülmeyi denedim ama olmadı" tadında bir mesaj yayınladı. Yani kısacası Hıncal Uluç güzel anılmayacak.
Kendisini mesleğe başladığım ilk günlerden tanırım. Daha yeni, heyecanlı bir muhabirken oturtulduğum masanın tam karşısındaydı odası. Hemen yanında da, Selahattin Duman'ın odası vardı. 90'lı yıllar bu mesleğin en hareketli, en değeri bilenen, en kıymetli ve gazeteciliğin şaha kalktığı yıllar. Ve o yıllarda bu gözler neler gördü, bu kulaklar neler duydu! Neler yaşandı neler.
Tabii şimdi oturup bunları yazmayacağım.
Çünkü benim aldığım eğitim, ailemden aldığım ahlak hasta yatağında, hele ölüm döşeğinde olan kişilerin arkasından konuşmayı uygun görmüyorum. Ki asla da yapmadım, yapmayacağım da. Ama yıllardır bu kadar sevilmeyen, bu kadar kibirli, egosu yüksek, bencil birinin de yazı yazmasını anlamadım. Onun yazdığı yazıların şaha kalkmasını, önemsemesini anlamadım. Köşe yazarlığı bu değildi bana göre. Patronluk yapmak değildir. Bencillik hiç değildir.
Ve Hıncal Uluç'un uğurlanış şekli de, bize çok şeyi anlatıyor ve özetliyor. Şu hayatta yaptıklarının önemini bir kez daha gösteriyor.
İster zengin, ister fakir.
İster eğitimli, ister eğitimsiz.
İster mevkii sahibi, ister sıradan biri.
Senin kim olduğunun bir önemi yok. Geride iyi bir miras bırakmak istiyorsan güzel yaşa arkadaş. Kaliteli yaşa, güzel insan ol.
En azından kendine "İyi insandı" dedirt. Eğer bunu da dedirtemiyorsan vah haline!!!