Psikolojimiz ne durumda?
Acımız çok büyük. Ciddi bir felaket yaşadık. Öyle üç-beş ay değil yıllarca unutulmayacak bir yara aldık. Ve bu yara öyle kolay kolay da geçecek gibi gözükmüyor.
Evet yaralar zamanla kabuk bağlar. Ve geçer öyle değil mi? İşte bu yara kabuk bağlasa bile, o kabuğu elimizle oynaya oynaya daha da deşip, daha da kötü ve derin bir hale getirebiliriz. O kadar çaresizlik, insanı donduran, yalnızlaştıran bir tecrübe bu. Hatta ciddi bir sorun.
Depremi yaşayanlar, enkaz altında günlerce kalanlar, uzaktan izleyenler olarak tüm ülke psikolojimiz kötü.
Şimdi birileri çıkıp, "Şahane olacağız" demesin. Şu an değil. Şu an elbet olamayız. Çünkü ülkemizin önemli bir bölgesinde çoğu insan eksik kaldı. Vatandaşlarımız ailelerinden, analarından, babalarından, çocuklarından, ocaklarından ayrı düştüler. Bu yüzden de eksiğiz.
Acımız da derin, yaramız da hala taze.
Belki zamanla ahlaksızlara, vicdansızlara geçit vermediğimiz, o binaları yapanların, izin verenlerin yargılandığı gün biraz olsun nefes almaya başlayabiliriz.
Belki enkaz bölgesinde esnafların fahiş fiyatla çorba satmadığını gördüğümüzde az biraz umutlanabileceğiz.
Giden yardımları çalmayanları gördükçe huzur bulacağız. Ama bunlar olmadığı sürece hep bir yanımız eksik kalacak. Acımız daha da derinleşecek. Bakın geride çok hikaye kaldı.
Geride çok yarım yürek, kalp kaldı.
Ve evet geride çok eksik kalp kaldı. Kıvanç Tatlıtuğ'un da söylediği; "Hayatım boyunca kalbim fiziksel anlamda hiç bu kadar acımamıştı" sözü gibi kalplerimiz de hasarlı enkazlar gibi.
Enkaz altından çıkanların çoğu, "Orada hayal kurdum. Sanki çok kalabalıkta bir konuşma yapıyordum" dese de hayat bir oyun. Biz bu oyundan güzel çıkmamız için önce birbirimize inanmamız, güvenmemiz ve sıkı sıkıya sarılmamız lazım.
Belki o zaman psikolojimiz az biraz düzelecek.
Yani güvenmeye ihtiyacımız var. O zaman iyileşeceğiz. O zaman daha da yaralarımızı saracağız.