Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Siyah başörtüsünü beyaz süveterinin üzerinden şal gibi beline kadar uzatmış bir genç kadın... Elinde, evinin sığdırabildiği bütün değerli eşyalarını doldurduğu karton kutu... Hemen arkasındaki, nişan tahtasına döndürülmüş duvarları, oyularak gözü alınmış bir yüze çevrilmiş pencereleriyle duran ev, onun evi olmalı...

        İç savaşın tahribatına uğramış herhangi bir Suriye kenti mi burası? Yoksa tepesine demokrasi bombaları yağdırılmış Bağdat’tan bir görüntü mü?

        Fotoğrafın arka planında küçük kubbeleriyle tanıdık bir bina göze çarpıyor. Yabancımız olmayan bir coğrafyanın, kendi memleketimin bir parçası... Burası Diyarbakır ve kentin en merkezi mahallesi olan Sur...

        Uzaktan Sezen Aksu’nun kendi dizelerine eşlik eden sesi geliyor: “Beni yak, kendini yak, her şeyi yak / Bir kıvılcım yeter, ben hazırım bak...”

        Bir kıvılcım yetmiş gerçekten...

        “İster öp okşa, istersen öldür” de diyor şarkı...

        Kısa süre öncesine kadar “Öp, okşa” dönemini yaşamış bölgede şimdi ölüm meleği kol geziyor; hem kendini, hem her şeyi yakıyor; hem de seni, beni...

        Çok değil, iki yıl önce, ülkemizin belki de en güvenle dolaşılabilen bölgesiydi burası. Neredeyse 30 yıl boyunca ataması çıkanın araya “dayı” sokup başka yerlere kaçtığı bir yer olmaktan çıkmış, oğlunu sınır beklemeye gönderen anne-babaların geceleri rahat uyuyabildiği, yatırım fakiri, turizm yoksunu olma özelliğini kısa zamanda telafi edeceği izlenimi alınan heyecan verici bir bölgeye dönmüştü.

        Sezen Aksu’nun sesi ara nağmede daha da yükseliyor: “Allah’ım, Allah’ım, ateşlere yürüyorum / Allah’ım acı ile aşk ile büyüyorum.”

        Böyle mi olacaktı? Kentin en değerli tarihi eserlerine hoyratlıkla mı yaklaşılacak, “Dört Ayaklı Minare”nin ayakları atış talimlerinde hedef olarak kullanılacak, Fatihpaşa Camii yakılacak, “Ne bu ya!” diye itiraz edenin tepkisi ensesine sıkılan kurşunla son sözü haline mi getirilecekti?

        Akıl yitimi bu olsa gerek.

        İnsan canından ve tarihi bir kentin kişiliğini yansıtan eserlerinden daha değerli hiçbir şey olamaz. İnsanlara, onların yaşadığı kentlere ve bölgelere onları yok ederek sahip çıkamazsınız.

        Devletseniz de bunu yapamazsınız, o insanların hayrına işlere soyunduğunuz iddiasındaysanız da yapamazsınız.

        İnsan öldürmeyi öngören hiçbir ideoloji, dava, üstün değer olamaz; öyle bir ideoloji, dava ve üstün değer iddiasını taşıyorsanız, bunu, insan hayatını ve kentin kişiliğini feda ederek yapmamalısınız.

        “Beni yor hasretinle, sevginle yor / Sevgisizlik ayrılıktan daha zor / Dilediğin kadar acıt canımı / Yokluğun da varlığın da yetmiyor...”

        Seslenmeye devam ediyor Sezen Aksu, uzaktan...

        Görüşüp konuşmanın, birbirini ikna etmeye çalışmanın yerini, inatlaşma, dalaşma, kavga ve savaş alınca, bunun olduğu yer, kent, bölge ve ülke, birdenbire, uygarlık skalasındaki yerini kaybediveriyor.

        Kucağında ölü bebeği ya da evinden kurtarabildiği eşyalar, feri sönmüş gözleriyle oradan oraya kaçışan kadınlar, elinde kalem ve kitap olması gerektiği halde silahlar ve molotoflarla etrafa ölüm saçan gençler “anakronik” bir görüntü veriyorlar.

        Ortaçağ görüntüsü...

        Sezen Aksu, şarkısında, “Aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk” diyor defalarca...

        Ne için olduğunu bilmeden ölüyor oysa insanlarımız...

        Diğer Yazılar