Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SON günlerin baskın gündem maddelerinden biri terörde yaşanan tırmanış. Birçok uzman “çözüm süreci”nin hangi aşamasında olduğumuz sorusuna cevap aramakla meşgul. Oysa temel sorun, hangi aşamada olduğumuzdan ziyade gerçek bir çözüm için hangi araçlara odaklanmak gerektiği.

        Türkiye’nin süreç boyunca silahlı seçenek, siyasi seçenek, bununla beraber sosyo-ekonomik ve diplomatik seçenekleri kullandığını belirtmek gerek. Ancak gelinen noktada, bütün bu seçenekler kullanılmasına rağmen bir devletin egemenlik sınırlarını ihlal eden bir başka yapılanma, çözüm kelimesiyle yan yana zikredilemeyecek eylemler içinde. Üstelik egemenlik iddiasındaki bu yapının tasarrufları, artık sadece kırsaldaki toprak parçasıyla sınırlı kalmıyor, karayolları ve ulaşım hatlarına kadar etki doğurabiliyor.

        Şimdi, “Devletin dışında bir oluşum, devletin egemen olduğu bir bölgede nasıl otorite iddia edebiliyor?” sorusu üzerinde biraz akıl yürütmeye ihtiyacımız var.

        YANLIŞ GİDEN ŞEYLER

        Sorunun cevabı aslında iç içe girmiş olan terör, Kürt ve azgelişmişlik sorununu doğru anlamaktan geçiyor. Dolayısıyla sosyo-ekonomik sorunların giderilmesi için gerekli olan projelerin üretilmesi, siyasal çözüm arayışları ve eşzamanlı güvenlik önlemleriyle bütüncül bir paketin uygulanması gerekiyor.

        Türkiye bunları farklı dönemlerde ısrarla birbirinden kopuk şekilde uyguladı. En son gelinen aşamada ise “müzakere/çözüm süreci” temeldeki sorunlardan kaynaklanan ciddi risklerle karşı karşıya.

        Öncelikle; Taha Akyol’un ısrarla gündeme getirdiği ve başarılı örnek olarak ele aldığı İngiltere’deki İşçi Partisi-Muhafazakâr Parti ittifakı gibi bir partiler üstü uzlaşı Türkiye’de henüz sağlanamadı. Akyol, İngiltere’deki bu ittifakı şöyle niteliyor: “Halbuki İngiltere’de IRA ile görüşmeleri yürüten solcu Başbakan Tony Blair, sağcı muhalefetle ilişkilerinin iyi değil, çok iyi olmasına özen gösterdi. Hatta süreç tıkandığında Blair, Muhafazakâr muhalefet lideri John Major’dan yardım istedi ve aldı.

        İspanya’da da aynı şekilde terörün siyasi temsilcisi olan parti dışında -Batasunabütün siyasal partilerin konsensüsüyle kurulan “Grand Coalition” (Büyük Koalisyon) neticesinde ETA ile mücadelede büyük mesafe kat edildi.

        Bizde ise 2013 yılı başında siyasal uzlaşının hükümet ve BDP ile sınırlı tutulmasıyla, sürece gerekli desteğin sağlanmasında ilk düğme yanlış iliklenmiş oldu.

        Kısa dönemde gerçekleşecek yerel seçimler, Cumhurbaşkanlığı seçimi ve akabindeki genel seçimler, çözümle ilgili atılacak adımlarda iktidarın hareket alanını kısıtladı. Diğer yandan BDP’nin ise pazarlık gücünü her geçen gün daha da yükselttiği ortada. Nitekim bugünlerde yaşananlar tam da bunun yansımasıdır.

        Çözümün rehin alındığı bir süreçteyiz. Yaklaşık bir buçuk yıl önce kamuoyundaki iyimserliği ve olumlu algıyı bugünlerde görmek mümkün değil. Bunun diğer önemli nedeniyse Ümit Fırat’ın Habertürk röportajındaki anlamlı ifadesiyle terör örgütünün şımarık bir çocuk havasına bürünen davranışları.

        DEVLETİN GÖREVİ

        Kürt meselesine güvenlikçi yaklaşım ile “egemen bir ülkenin vatandaşlarını koruyabilmesi için güvenlik önlemleri alması” birbirine karıştırılmamalıdır.

        Çözüm, egemen bir devletin kendi topraklarında vatandaşlarının en temel hak ve özgürlüklerini koruma görevini yerine getirmesidir. Bu devlet için bir seçenek değil, görevdir. Aksi takdirde bu durum vatandaşta devlet tarafından korunamayacağı duygusunu artırdığı gibi tüm sisteme olan inancını da büyük oranda tahrip edebilir.

        Daha önce ısrarla yazdığım gibi müzakere ve mücadele birbirinin alternatifi olmadığı gibi bugünlerde de güvenliğin caydırıcılığıyla siyasetin çözüm aklı birbirlerinin alternatifi değil, tamamlayıcısıdır.

        Diğer Yazılar