Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ÖZERKLİ; bir topluluğun, bir kuruluşun ayrı bir yasaya bağlı olarak kendi kendini yönetme hakkı, muhtariyet, otonomi, otonomluk olarak tanımlanıyor Türk Dil Kurumu'nun güncel Türkçe sözlüğünde.

        Mesela sporun en öz-erk federasyonundan başlayalım, Türkiye Futbol Federasyonu. Bizim algıladığımız anlamda İngilizler'in bir anayasası dahi yokken, dünyada eşi benzeri olmayan şekilde bizim futbol özerk olsun diye çıkarılmış bir futbol yasamız var. Bir para basma hakları yok.

        28 Mayıs 1985'te dönemin Anavatan Partisi Milletvekili Ata Aksu, profesyonel futbolun mali ve idari açıdan özerk hale gelmesi amacı ile "TFF Kuruluş Kanunu" tasarısını meclise vermiş ve dönemin spor adamları, spor yazarları ve siyasetçilerinin emekleri ile 27 Mayıs 1988 tarihinde 3461 sayılı "Türkiye Futbol Federasyonu Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun" kabul edilmiş.

        Daha sonra 3524, sonra da 3813 sayılı "Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun" 17 Haziran 1992'de kabul edilerek, TFF tam anlamı ile özerkliğe kavuşmuştur.

        Futbolda demokrasi baharının yaşandığı o yıllara geri dönelim. Özerkliğin sahada nasıl vuku bulduğuna, özerk federasyonun seçimlerinde neler yaşandığına bir bakalım.

        Rahmetli Özal'ın Başbakan olduğu dönemde hem kendisi hem dönemin Milli Eğitim ve Spor Bakanı Vehbi Dinçerler ve Gaziantep Milletvekili Ata Aksu, önde gelen spor adamı ve yazarları ile ayrı ayrı görüşmeler yapıyorlar ve kanun teklifi meclise sunuluyor. Aynı dönemde hükümet erken seçim kararı alıyor, seçime gidiliyor. Yeni hükümet döneminde ilk özerk seçimler yapılıyor.

        Adaylar Erdenay Oflaz ve Coşkun Özarı. Dokuz saat süren genel kurulda Turgut Özal'ın desteklediği büyük üstat Kahraman Bapçum önderliğinde, medyanın bir bölümünün de desteğini alan Coşkun Özarı seçimi kaybediyor. Ancak bu Ankara'da hoş karşılanmıyor ve ilk seçimin galibi Erdenay Oflaz'ın ataması yapılmıyor, yasa askıya alınıyor.

        Daha sonra 12 Eylül döneminin en stratejik isimlerinden Haydar Saltık'ın emir ve komuta zinciri ile Türk futboluna giriş yapmış, federasyon kurullarında görev almış Şenes Erzik atanıyor federasyon başkanlığına. Atanmış başkanın ilk seçimi ise dönemin bakanı Mehmet Ali Yılmaz'ın divan başkanlığındaki kongrede gerçekleşiyor ve bu sefer Oflaz kaybediyor ve yeni özerk TFF başkanı eski atanmış Şenes Erzik oluyor.

        Şenes Erzik bir dönem sonra istifa ediyor. UEFA'da daha önemli, yeni görevine doğru yelken açarken, kısa dönemli başkanlıklarla TFF yönetimleri değişiyor, hatta bir ara iki eski siyasetçi M. Ali Yılmaz ve Celal Doğan bile başkanlık yarışına giriyorlar.

        Bu fetret devrinin sonu ise bir başka atanmışın, seçilmesi ile bitiyor. Kendi içinde büyük çalkantılar yaşayan özerk federasyon yine başkansız kalınca, dönemin Spor Bakanı Yücel Seçkiner'in bir Küba seyahatinden dolayı Spor Bakanlığı'na vekalet eden Orman Bakanı Ersin Taranoğlu ani bir kararla mevcut federasyonun ikinci sıradaki başkanvekili Haluk Ulusoy'u Futbol Federasyonu Başkanlığı'na atıyor.

        Bu atamanın arkasından gelen seçimlerde Haluk Ulusoy hep başkan kalıyor. 1992'den 2006 yılına kadar birbirini tekrar eden bir döngüde önceden atanmış olanlar sonradan seçilerek koltuklarını muhafaza ediyorlar.

        Bugün hikayenin bu tarafını kimse hatırlamıyor, konuşmuyor ama özerkliğe vurulan darbeye atıflar son altı yıldır hep siyasilerin işaret ettiği adayların seçimi kazanması üzerinden yapılıyor. Halbuki bu özerkleşememe sorunun bir başka yanı. Diğer tarafta yığınla sorun öylece duruyor, dokunulmuyor, dokunulmak istenmiyor hem de özerkler tarafından.

        İnsan..

        Sonuçta özerklik devlete göbek bağı olmadan kendi kendini otonom olarak yönetmektir. Parayı, vergi

        affını, stadı devletten alıp, aldığın parayı denetimsiz çarçur etmenin, vergi kaçakçılığının, tesis bezirganlığının sonra da her sıkıştığında devletten aman dilemenin karşılığı değildir özerklik kavramı.

        Özerklik elbette devletin federasyon ve kulüp yönetimlerinden elini çekmesidir. Ancak sorun devlette veya sistemde değil insandadır. Çünkü insan olmazsa devlet de olmaz, insan kendini ne kadar geliştirirse devlette o kadar gelişir, sorunlu sistemler ya yıkılırlar ya da kendilerini geliştirecek çözümleri üretirler.

        “Bana bin balık vereceğine, bir balık tutmasını öğret” diyen Çin atasözü misali, balığı hep Et ve Balık Kurumu’ndan bekleyenler on yıllar sonra bile hala balığı heba etmeden yemeyi, paylaşmayı öğrenmediler, hatta bundan çok da mutlu gözüküyorlar. Bir gün balık tutmayı da öğrenirler elbet.

        Dedik ya sorunun odağı insan...

        Diğer Yazılar