Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İstanbul'un 2020 adaylığı süresince Olimpiyatlar'ın sadece bir spor organizasyonundan öte bir ülkenin spor kültürü oluşturmasında, sadece takım sporlarında değil, tüm olimpik hatta olimpik olmayan branşlarda dahi sporcu yetiştirmesinde ve belki de en önemlisi her yaş grubundan insanımızın spor yapması adına çok önemli bir fırsat olduğunu anlatmaya çalıştım.

        Çünkü olimpiyat sadece bir organizasyondan öte bir ülkenin spor kalkınmasının en güçlü kaldıracıdır. Olimpiyatsız topyekün bir spor kalkınması olamaz mı? Elbette olabilir ama oldukça zordur hele bizim gibi bir ülkede! Bizim gibi bir ülke derken küçümsediğim için böyle demiyorum. Ülkemizin potansiyeli fazlasıyla yeterlidir Olimpik ve Paralimpik Oyunlar için.

        İşaret etmeye çalıştığım, isteyerek ya da istemeden toplumu yanlış yönlendirenler. Bu yazı dizisinde sıkça atıfta bulunduğum tipoloji, tarihsel ve siyasi analizini yapmaya çalıştığım "Bize olimpiyat vermezler" veya "Olimpiyat bizim neyimize" diye açıktan ya da masa altından çalışanlar.

        Önce çuvaldızı kendimize yani medyaya batırarak başlayalım. Adaylık sürecinin nedense son döneminde ortaya çıkan (!) üç olay, bizim neden 2020'yi hak etmediğimiz konusunda sayfalarca yazıya konu oldu. Bir kısmı arkadaşım olan köşe yazarı, yorumcu, mevzu olimpiyat adaylığı olunca ülkenin olumlu taraflarını ve aday şehirler arasındaki avantajlarımızı ön plana çıkarmak yerine doping, ırkçılık ve Gezi protestosu ile ilgili negatif yorumlarıyla toplumun algısını, doğal olarak da adaylık sürecinde ülkenin elini zayıflattılar.

        Bazıları bunu sadece muhalif görünmek için, bazıları siyasi düşüncelerinden, bazıları da bu konularda yeterli bilgileri olmadığı için böyle olumsuz bir kampanyanın içinde yer aldılar, sporumuza tarihinin en olumlu katkısını sağlayacak 2020 adaylığı için.

        Dopingden başlayalım... Son dönemde özellikle atletizm ve halter gibi doping kültürünün yoğun olduğu branşlarda yakalanan sporcuların çokluğunun ana sebebi Türkiye'nin Olimpiyatlar'a aday bir ülke olarak daha önce duyarsız kaldığı bu alana kararlı ve "0" toleranslı yaklaşımıdır, ki bu adaylık sürecini olumlu etkiler.

        "Doping yapılan ülkeye Olimpiyat vermezler" söylemi külliyen yanlış bilgilendirmedir. 1992 Barcelona Oyunları'nda iki Avustralyalı sporcu doping yüzünden olimpiyatlardan ihraç edildikten sadece aylar sonra 2000 Oyunları Sydney'e verilmişti. Amerika, Rusya vs... o kadar çok örnek var ki maalesef... Hatta İspanya ikinci kez aday oyunlara!

        Irkçılıktan devam edelim. Rıza Kayaalp'in Gezi eylemleri sırasında attığı twitlere ırkçılık yaftası yapıştırdık. Bu ülkede herkes her istediğini söyleme hakkına sahip. 'Irkçılık' çok zorlama bir suçlamaydı Rıza için. Bakın TDK nasıl tanımlıyor ırkçılığı; "İnsanların toplumsal özelliklerini biyolojik, ırksal özelliklerine indirgeyerek bir ırkın başka ırklara üstün olduğunu öne süren öğreti, rasizm."

        "Meydanı Ermeniler'e bırakmak" nasıl bir ırkçılıktır? "Bu twit ırkçı, Türkiye'nin bayrağını nasıl bir ırkçıya taşıtırsınız!" diye sayfalarca eleştiri yazanlar bu ülkeye gelmiş geçmiş ırkçılığı en tescilli Aragones, Kezman ve Baros için methiyeler düzmüşler, hatta bazıları hatıra fotoğraflarını Twitter'dan bile paylaşmışlardır. Demek ki konu sadece ırkçılık, değilmiş!

        Olimpiyat adaylığı, bir tür samimiyet testidir aslında Türk medyası için. Spor medyasının bir bölümü desteğini açıkça verirken, başta kaşalot siyasi yazarlar ve bir bölüm spor medyası bu samimiyet testinde başarısız oldular ama bilgisizliklerinden ama kıskançlıklarından ama siyasi yanaşmalıktan ama popülizmden ama vesaire.....

        Geçen hafta yazdığım aynı troyka yine Türk'ün spor ile imtihanından sınıfta kalması için elinden geleni ardına koymadı.

        Haftaya Taksim'nden Buenos Aires'e bir yolculuğun hikâyesi ile devam edeceğiz!

        Diğer Yazılar