Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kerem Akça, 54. New York Film Festivali’nde izlediği “The Ornithologist” ve “Hermia & Helena”yı değerlendirdi.

        30 Eylül-16 Ekim tarihleri arasında 54. düzenlenen New York Film Festivali’nde izlediğim iki filmi değerlendirdim. Arjantin ve Portekiz sinemasının sıra dışı ve deneyci isimlerinin imzasını taşıyan eserlerden özellikle “The Ornithologist” ezber bozdu.

        “THE ORNITHOLOGIST”: EN SIRA DIŞI KUŞBİLİMCİ ÖYKÜSÜ OLABİLİR

        “O Fantasma” (2000) ve “Erkek Gibi Ölmek” (“Morrer Como Um Homem”, 2009) ile ülkesinde Almodovar kumaşını gösteren Portekizli bir yönetmen Joao Pedro Rodrigues. Onun dördüncü uzun metrajı “The Ornithologist” (“O Ornitólogo”, 2016) ise “Bağla Beni”nin (“Atame!”, 1989) ormanda geçen versiyonu gibi başlıyor. Ama zamanla Jodorowsky’nin “Kurtuluş”u (“Deliverance”, 1972) LGBT filmine çevirmesine kayıyor sanki…

        Pagan ayinleri, ‘İsa’ adlı bir çoban, görüntü bindirmeleri, özgürlükçü seks sahneleri, gizemli karakterler, pespaye objeler, kafayı bulma anları ve daha fazlası bir ‘cümbüş’ü duyuruyor. Film, gerçekçi start alıp “Cinayeti Gördüm” (“Blowup”, 1966) misali bir araştırmaya kayacağını düşündürten natüralist açılış sekansını inatla baltalıyor. Rodrigues, Portekiz sinemasından yeni milenyumda çıkan en nev-i şahsına münhasır isimlerden.

        Burada sürekli çalıştığı görüntü yönetmeni Rui Poças’ı yanında tutarken aslında Padovalı St. Antoine’ın cinsel ve ruhsal uyanışını ‘hayali’ ve ‘güncel’ öğelerle destekliyor. “The Ornithologist”, eşcinsel sinemaya Güney Amerika’dan yeni bir soluk getiren Marco Berger’in “Kelebek”i (“Mariposa”, 2015) gibi paralel evren bilimkurgusuna da kayıyor zaman zaman. Onun rüküş kardeşi gibi gözüküyor.

        Ama filmin teşhir altındaki erkek bedenlerinden öteye gitmediği anlar da yok değil. Hatta buna ‘kötü’ duran başrol performansıyla da ‘B-tipi’ destek verildiği bir gerçek. Buna rağmen sözü geçen eser, birçok şeyi iç içe geçirirken sabit kamerayla dingin kalabilen, ama kurgu ve kostümlerle pespayeliği anlamlandıran bir yol seçiyor. Bu doku da büyük oranda Almodovar üslubuna farklı bir şekil veren yönetmenin, ‘birbirinize bu gezegende çok kıydınız, diğerinde kıymayın!’ önermesine varan finali işaret etmesini sağlıyor. Bununla beraber gelen alegorik Katolik Kilisesi eleştirisi de anlamlı.

        “The Ornithologist” ya da Türkçe çevirisiyle ‘Kuşbilimci’, kült olması garanti bir film. Karakterlerinden sinemaya bakışına kadar kelimenin tam anlamıyla ayrıksı bir iş... ‘Acayip’ durmak her şey mi tartışılır. Fakat bir gerçek var o da Rodrigues’in iğneleyici finaliyle kendi ezberini yarattığı…

        FİLMİN NOTU: 6.8

        “HERMIA & HELENA”: ‘BİR YAZ GECESİ RÜYASI’NIN NEW YORK YAN BÖLÜMÜ GİBİ

        Arjantin sinemasının deneysel kanadının en yaratıcı yönetmenlerinden Matias Pineiro’nun “Fransa Prensesi”ndeki (“La Princesa de Francia”, 2014) bir spor sahasının genel planını kullanma arzusu burada da var. Ama tek farkla, o da Arjantin’den New York’a taşınan, futbolu basketbola çeviren bir kuşbakışı çekimiyle…

        “Hermia & Helena”, Shakespeare’in iki aşığını merkeze yerleştiriyor. Ama kadrajının üzerini sürekli karalama tahtasına çevirebiliyor. Araya gelen ‘Lady Chatterley’ okuma sahneleriyle de aslında sanatsal bir bilinç görüyoruz. Yönetmen ‘12. Gece’ (‘Twelfth Night’) ile ‘Love’s Labour’s Lost’tan sonra bu kez ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’nın (‘A Midsummer Night’s Dream’) serbest bir uyarlamasını devreye sokuyor.

        Ama “Fransa Prensesi”ndeki başarıyla işleyen parçalı anlatının radyo tiyatrosuna kayan devrimciliği burada yok. Ama hikaye kurgusunu ortadan yarıp, hikayenin öncesine ve sonrasına gidişlerle Arjantin ve New York arasında mesken tutan bir üslup denemesi var. “Bir Yaz Gecesi Seks Komedisi” (“A Midsummer Night’s Sex Comedy”, 1982) ile bu eseri ti’ye alan Woody Allen’ın hakim modelini Peter Greenaway’le birleştirme arzusu belli oranda hissedilebiliyor. Aslında ucu açık olarak filmin beyaz üzerine el yazısıyla veya not defteri şeklinde oturttuğu estetik, bir dile dikkat çekiyor.

        “Hermia & Helena”nın New York’ta geçmesiyle ‘Amerikan bağımsızı’ ibaresine kayması projenin zararına olmuş. Zira bu sayede büyük şehrin entelektüel kesimiyle ilgili sayısız eser arasına girip rekabeti arttırıyor. Bu sayede de “Fransa Prensesi” kadar ayakları üzerinde duran serbest bir uyarlamaya dönüşmüyor.

        Pineiro’yu ise Michael Almereyda’nın Shakespeare metinlerini günümüz toplumuna uyarladığı modern denemeleriyle ‘sıcak temas’ kurmaya sevk ediyor. “Hamlet” (2000) ile “Anarşi”den (“Cymbeline”, 2014) özellikle ikincisi dördüncü duvarı da yıkan cesur ve dengeli bir dil içeriyordu.

        FİLMİN NOTU: 5.5

        Diğer Yazılar