Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Önceden izlediklerimle beraber 53. Uluslararası Antalya Film Festivali’ndeki 12 ulusal yarışma filminden 10’unu tamamladım. Yüzde 80’i geçmişken: ‘Ana seçki neye işaret ediyor?’, ‘Yerli sinemada belli bir kaliteden söz edebilir miyiz?’, ‘Eğilimler ne yönde?’, ‘Yeni çıkan yönetmenlerde ümit var mı?’ gibi sorular sormak mümkün.

        Bu sene ulusal yarışmanın Adana’daki ilk gösterimlere ne kadar kafa tutabileceği tartışma konusu. Ama ana toplama bakınca sekiz yönetmenin sinemadaki ilk adımlarıyla yüzleşiyoruz. Bunlardan ikisi belgesel. Açıkçası “Rüya” ve “Toz”u henüz izleyemedim. Ama bu seçkiden bir eğilim belirlemek mümkün.

        YENİ TÜRKİYE’YE ODAKLANMAK FURYAYA DÖNÜŞTÜ

        Öncelikle ‘Yeni Türkiye’ ana tema olmasa bile furyaya dönüşmüş durumda. Herkes tutuculuk ile modernliğin çatıştığı ya da iç içe geçtiği sosyo-politik evrene dair yorum yapmak istiyor. “Albüm”de evlat edinmek zorunda kalan, döneme uygun ailenin durumuna ‘absürd-grotesk’ bakış çok değerli. “Tereddüt”te başörtülü kadın ile modern kadını paralel olarak yüzleştirmek aslında ‘seks hayatı’na dair çok çarpıcı tespitlere alan açıyor. Yeni Türkiye’nin “Persona”sını (1966) deneyimletiyor.

        “Rüzgarda Salınan Nilüfer”de Esme Madra’nın başörtüsü takması Woody Allen’ın Avrupa turunda Avrupalılara yukarıdan bakışı kadar yapay. “Babamın Kanatları”nda ise işçi sınıfından bir öyküde Kürt kökenli bir erkek ile muhafazakar bir kadının aşkı öne çıkarılıyor. Bu meselenin sorgulanmasına ‘azınlık hikayesi’ üzerinden tanıklık ediyoruz.

        Bu filmler sayesinde her türlü gruptan, kökenden insanın bir ‘gerçek’le yüzleştiği açığa çıkıyor. Aslında diğer filmler ne “Albüm” kadar özgün ve vurucu, ne de “Tereddüt” kadar olgun ve sert. Ama Ustaoğlu’nun ‘Yeni Türkiye’nin kadınlarının yatak hayatına, Mehmet Can Mertoğlu’nun ise en kutsal kurumun yozlaşmasına dair cesaretine şapka çıkarmak lazım. “Albüm” ve “Terredüt”ün ses miksajına el atan deneyimli Bruno Tarriere de aslında bu iki filme bir evrensellik katıyor.

        KÜRT SİNEMASI SOSYAL GERÇEKÇİ SİNEMANIN ÖNÜNDE

        “Mavi Bisiklet”te, “Babamın Kanatları”nın işitsel yapısı ve günümüz Türkiye’siyle ilgili farkındalık yaratan yorumlarına bir ‘sıradanlık’ katılmış. Sosyal gerçekçi sinema da bu sayede sömürülür hale gelmiş. “Bisiklet Hırsızları” (“Ladri di Biciclette”, 1948) göndermesi biraz havada kalıyor. Çocuk karaktere yaklaşım ise samimiyetsiz duruyor.

        “Babamın Kanatları”na eklenen “Rauf” ve “Siyah Karga” aslında Kürt açılımı sonrasına ait filmler gibi. Ama her ikisi de kendi dünyasını yansıtırken görsel dile hakim yönetmenleriyle bir etnik kökenin bu diyardaki teknik problemlerini yıkma şansına erişiyorlar.

        Sinematografik öğelerle bir şey anlatmada, natüralizm ile insaniliği bir araya getirmede becerikli işler. Hatta Tayfur Aydın için ikinci uzun metrajında ‘dağ ozanı’ demek mümkün. Puslu havadan beslenen “Siyah Karga”nın ‘efsane/mit estetiği’ni, Angelopoulos-Kiarostami arası bir yorumla taçlandırdığı söylenebilir. “Rauf”ta Kürtçe ana dilden kopuş eleştirilebilecek olsa da çocuğun gözünden hüzünlü bir coğrafyaya bakış ‘renk kullanımı’ ile bir görsel bilince kavuşuyor.

        İKİ BELGESEL ANA BÜTÜNE SÖZ GEÇİREMİYOR

        “Genç Pehlivanlar” ve “Orhan Pamuk’a Söylemeyin Kars’ta Çektiğim Filmde Kar Romanı da Var”, yönetmenlikte çaylak isimlerin varlığını hissettiren iki belgesel. İlki iddialı açılış ve kapanış bölümüne karşın ortada onu dolduracak bir omurga kullanmıyor, pehlivanlığın ‘yağ’ meselesini başka bir boyuta taşımayıp kamerayı sallayarak zaman kaybediyor.

        İkincisi ise Rıza Sönmez’in aslında kamera ve renk olarak bir sıkıntı çekmediği tutarlı bir docu-drama örneği. Mesele de ilginç, Kar romanının etrafında dönen efsaneler masaya yatırılıyor. Ama Pamuk’la ilgili hikaye sadece 30 dakika geliştirilebilince, 83 dakika ‘uzadıkça uzuyor’ izlenimi yaratıyor. Hatta tekrarların basit güldürme numaraları olduğuna dahi inanacak hale geliyoruz.

        EN ZAYIF HALKA OLMAKTA ZORLANMIYOR

        Açıkçası bu toplamın tartışmasız en zayıf halkası “Eşik”. Günümüzün ‘azınlıkların haklarını araması’ meselesine Arapları dahil ediyor. Ayhan Salar’ın kamera kullanımı biraz deneysel ve alternatif olarak saygıyı hak etse de, diyaloglarda da, ses-görüntü uyumunda da ciddi sıkıntılar var. “Eşik”i sanki Avustralya’da yaşayan bir Türk çekmiş gibi. İki yönetmene karşın amatörlük çok bariz… ‘Festival filmi formülü’nü zoraki canlandırma arzusu zorlama duruyor.

        Genel anlamda yeni Türkiye tanımında, azınlıkların da rahatlıkla ses çıkarabildiği bir mozaik çıkarmak mümkün. Bunların sanatsal yapısına bakınca Kürt sinemasında görsel açıdan bir yükseliş görmek mümkün, klasik minimalist sinemanın rafa kalktığı, çocukların gözünden duyarlı bakışın furyaya dönüştüğü hissediliyor. Günümüz ailesine, kadınına bakış yoluyla başka sinema dilleri aktif hale gelebiliyor. Kadınların dünyasını anlatma konusunda “Tereddüt”, ülkemizin genç kadın ve erkek yönetmenleri için ders niteliğinde bir eser.

        KEREM AKÇA’NIN ANTALYA ULUSAL YARIŞMASI İÇİN YILDIZ TABLOSU:

        Albüm: 7.8

        Babamın Kanatları: 6

        Eşik: 1.9

        Genç Pehlivanlar: 3.3

        Mavi Bisiklet: 3.5

        Orhan Pamuk’a Söylemeyin Kars’ta Çektiğim Filmde Kar Romanı da Var: 4

        Rauf: 5.7

        Rüzgarda Salınan Nilüfer: 4.5

        Siyah Karga: 6.2

        Tereddüt: 6.7

        KEREM AKÇA / keremakca@haberturk.com

        Diğer Yazılar