'Vakıf' kavramı artık boş bir hayaldir!
ÇELİK Gülersoy Vakfı, rahmetli Çelik Bey’in 40 küsur sene uğraşıp meydana getirdiği kütüphanesinin bulunduğu “İstanbul Kitaplığı”nın Ayasofya’daki binasını kiraya vermeyi kararlaştırmış. Kitaplar başka bir yere taşınacak, bina da aylığı 20 bin liradan 49 yıllığına kiralanacakmış.
Karar, vakfın mütevelli heyetinde bire karşı iki oyla alınmış; muhalif üye ile yönetim kurulu başkanı gazetelerde birbirlerine demediklerini bırakmıyorlar...
Maddî sıkıntı çeken bir vakfın sahip olduğu gayrımenkullerden bazılarını kiralaması yahut satması mümkündür ve bu asırlardır maalesef yapılır.
“Maalesef” diyorum, zira gönül böyle olmamasını, vakıf şartının devamını istiyor ama fakat o maddî sıkıntılar ve dertler!
Ama satış yahut kiralama kararı verildiği takdirde, uygulamanın ve sarfedilen sözlerin mantık çerçevesinde olması şarttır...
Meselâ, Çelik Bey’in vakfının yönetim kurulu başkanı Uğur İbrahimhakkıoğlu’nun “Kitapların 14 trilyonluk bir binada durması diye bir şey yok, üç trilyonluk binada da durabilirler” gibisinden bir söz etmemesi gerekir. Zira, böyle bir vakfın başında olan zâtın dünyanın önde gelen kütüphanelerinin binalarının asırlar öncesinden kaldığını, üstelik trilyonluk falan değil, birkaç katrilyonluk olduklarını bilmesi ve dolayısı ile “kitap” ve “kütüphane” gibi kavramlarla meblâğı biraraya getirmemesi şarttır!
NELER ÇEKTİ, YAKINDAN BİLİRİM
Bu kadarla kalsa, iyi... Üç katlı kütüphane binası için aylık 20 bin lira kira isteyen ama 49 senelik peşin ödeme yapıldığı takdirde bedeli 12 bin liraya düşürebileceğini duyuran vakfın başındaki zâtın alternatifi soranlara “Bize her ay 50 bin lira verin, kitaplığı kiralamayalım” diye ucuz ve âfâkî sözler etmemesi de gerekir.
Ben, Uğur İbrahimhakkıoğlu’dan bu cevabı alan muhabirden “Size her ay 12 bin mi yoksa 50 bin mi lâzım? Ayda 50 bin liraya ihtiyacınız varsa başka neleri kiralayacak yahut satacaksınız?” sorusunu beklerdim ama işte, günümüzün gazeteciliği...
Rahmetli Çelik Bey çok sevdiğim ve sık sık görüştüğüm bir dostumdu. Hâlis evlâdlarından olduğu İstanbul’a birşeyler kazandırabilmek için nasıl çabaladığını ama kimlerden neler çektiğini yakından bilirim... Hattâ vakfına önceden gelir sağlamak maksadı ile Avrupa’nın önde gelen bir nadir kitap uzmanını İstanbul’a davet edip bir kısmı 16. yüzyıl baskısı olan eserlerden bazılarını elden çıkartırken hissettiği azâbı da...
Çelik Gülersoy Vakfı’nda yaşananlar, özel vakıfları ve bilhassa hususî kütüphaneleri gelecekte nelerin beklediği konusunda dostlarımla senelerden buyana yaptığımız tartışmalarda maalesef benim haklı olduğumu tekrar gösterdi...
SATIP BİR YERE BAĞIŞLASINLAR
Sizlere de söyleyeyim: Vakıf müessesesi, bugün sadece “geçmişle övünme” vasıtasıdır! Asırlar boyunca aralarında padişahlara ve sadrazamlara da ait olan binlerce, belki de onbinlerce vakıf kurulmuş ama bunların çok azı bugüne gelebilmiş; parasızlık, kötü yönetim yahut açgözlü mütevellîler sebebi ile neredeyse tamamı ya ortadan kalkmış yahut devletin elkoyduğu “mazbut vakıf” olmuşlardır.
Özel kütüphanelerin vakıf haline getirilip bu kitaplardan gelecek nesillerin de istifadesini düşünmek ise boş bir hayaldir! Örnek mi soruyorsunuz? Buyurun, vaktiyle Türkiye’nin en zengin “periyodik” yani gazete ve dergi kolleksiyonlarından birine sahip olan ve senelerce Bayezid’de tahsisli bir binada faaliyet gösteren “Hakkı Tarık Us Kütüphanesi”...
Bir zamanların meşhur gazetecilerinden Hakkı Tarık’ın vakfettiği kütüphane zamanla perişan hâle geldi, kolleksiyonları târumar oldu, kapısına kilit vuruldu, kalan yayınların Bayezid Kütüphanesi’ne alınması yıllar sonra akıl edildi, üstelik kataloğunu da elli küsur sene sonra Japonlar yaptılar.
Bizde âdettir: Sahip olduğunuz binayı kütüphane olarak kullanılması şartıyla vakfedersiniz ama sizden sonrakiler burayı garaja, diskoteğe yahut bilmemnehâneye çevirirler. “Şu kadar adet kitabı falanca kütüphanede durması şartıyla filânca bakanlığa bağışlıyorum” der, bu işi resmî şekilde yaparsınız fakat bakanlık ömür boyu emek verip topladığınız eserleri dağıtır, saçar, savurur ve kütüphanenizin canına okur!
Dünyadan hayır işleyerek gitmeyi mi düşünüyorsunuz? Sakın vakıf yapmayın! Bina, arazi, menkul yahut kitap cinsinden neyiniz varsa sizden sonra satılmasını, gelirinin de herhangi bir hayır kurumuna bağışlanmasını vasiyet edin, kâfi...
Ama vakfetmeyi sakın ola ki aklınıza getirmeyin, zira bizde en zengin ve en güçlü vakfın ömrü bile artık iki, haydi bilemediniz üç nesilden ibarettir!