Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bu hafta ardarda iki Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi yayınlandı: Devlet Arşivleri ile Millî Saraylar’ı Cumhurbaşkanlığı’na bağlayan kararnameler…

        Her iki kararname de aslında son derece önemli ama teknik, daha doğrusu sadece o bahislerin erbâbının anlayabileceği mahiyette oldukları için gazetelerimizde sadece birkaç satırla yer bulabildiler.

        Millî Saraylar hakkındaki kararnamenin öneminden ve neler getirdiğinden bahsetmeyi sonraya bırakarak, bugün Devlet Arşivleri’nde yapılan değişiklikten söz edeceğim…

        Arşivlerin, tarihçilere kaynak sağlamalarının yanı sıra çok daha önemli bir başka görevleri daha vardır: Devletin hafızası, yani bilgi bankasıdırlar! Sahip oldukları belgelerin eskiliği ile adedi bakımından dünyanın en zengin arşivlerinin ilk sırasında da İngiliz ve Türk Arşivleri gelir. Elimizdeki en eski belge 14. asırdan kalmadır ve Orhan Gazi’nin zamanına aittir.

        Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin yayınlanmasına kadar Başbakanlık’a bağlı bir genel müdürlük olan devlet arşivlerimiz iki ana bölümden, İstanbul’daki Osmanlı ve Ankara’daki Cumhuriyet Arşivleri’nden meydana geliyordu. Ama hemen her resmî kurumun kendi arşivi vardı, önem bakımından bunların başında gelen ATASE yani Genelkurmay’ın Askerî Tarih Arşivi, MİT’in, Dışişleri’nin, İçişleri’nin, Adalet ve Millî Savunma Bakanlıkları’nın, Tapu-Kadastro’nun ve Nüfus İdaresi’nin ilgili mevzuata göre devlet arşiv sistemine verilmiş olmaları gereken evrakı, kanunlara ve yönetmeliklere riayet edilmediği için bu bünyede yer alamamış, bulundukları müesseselerde kalmışlardı.

        Şu anda sadece Ankara’da arşive sahip resmî dairelerin adedinin otuzdan fazla olduğunu ve buralardaki belgelerin devlet arşivlerine devredilmeden kapalı vaziyette tutulduklarını söylesem, arşiv bahsini pek bilmeyenlere meramımı biraz olsun ifade etmiş sayılırım…

        HALİL HOCA SAYESİNDE…

        Cumhuriyet’in ilk senelerinden itibaren faaliyet gösteren arşivlerimiz uzun yıllar boyunca devletten maalesef pek alâka görmedi ve bir arşiv için ilk iş olan belge tasnifi de hayli yavaş şekilde devam etti.

        Arşivlerimiz İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde 1985 Mayıs’ında düzenlenen “Osmanlı Arşivleri ve Osmanlı Araştırmaları Sempozyumu” ile canlandılar. Türk Tarihçiliği’nin büyük üstâdı Prof. Halil İnalcık dinleyiciler arasında bulunan zamanın Başbakanı Turgut Özal’a hitaben arşivlerimizde bugün 20 küsur devlete ait evrakın bulunduğunu ama konuya gereken önemin verilmediğini söyleyip Özal’a hitaben “Bana arşivi verin, Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden kurayım” dedi.

        Başbakan Özal, Halil Hoca’nın bu konuşmasının ardından arşiv müdürlüğüne diğer devlet memurlarına nazaran daha iyi şartlara sahip yeni kadrolar verdi, bu kadrolar yetiştirilip tasnif yapabilecek ilmî seviyeye getirildi, belgelerin taranıp hazırlanan katalogların kaydedilmesi için gereken elektronik cihazlar da satın alındı ve Türk arşivciliğinin altın dönemi başladı…

        BELGE, ‘İRTİCA’ DEMEKMİŞ

        Derken aradan seneler geçti, başbakanlığa Bülent Ecevit geldi ve arşivlerimizin, özellikle de Osmanlı Arşivleri’nin üzerinde kara bulutlar dolaşmaya başladı…

        Zamanın Başbakanlık müsteşarı olan bir hanım, arşivcilerin önce aylıkları ile oynadı, eski harfleri Arapça zannederek “Bunlar Arapça birşeyler okuyorlar, Başbakanlık bünyesinde irticaya izin vermeyeceğiz” meâlinde cahilce sözler etti, çok sayıda arşiv uzmanının isifasına sebep oldu, işler Ecevit’in ardından nisbeten toparlandı ama Özal devrinin şaşaalı günleri bir daha geri gelmedi.

        Arşivlerimiz, özellikle de İstanbul’daki Osmanlı Arşivi bazı zorluklara rağmen senelerden bu yana tasnif faaliyetine fedakârca devam ediyor ve Kâğıthane’deki yeni binada araştırmacılara hizmetini sürdürüyor. Son senelerde katalogların tamamını olmasa bile büyük kısmını internetten taramak ve belgelerin görüntülerini satın almak mümkün olabiliyor…

        Bu derece önemli olan arşivlerimiz böyle ve daha başka sebepler yüzünden maalesef dağınıklıktan kurtulamadı ve tam bir tasnif hâlâ yapılamadı. Arşivlerin Batı’da, özellikle de İngiltere, Fransa ve ABD’de seneler önce “Ulusal Arşiv” olarak tek bir çatı hâlinde toplanmış olmalarına rağmen Türk arşivleri dağınık vaziyette kaldılar ve başta askerî arşivimiz olmak üzere çok önemli bazı arşivlerde araştırma yapma imkânı sağlanamadı. Bütün arşivlerin yasalar gereği tek bir çatı altında toplanmaları gerektiği halde talepler reddedilmekte, üstelik devlet arşivlerinin bünyesine alınamamış olan bazı resmî arşivlerde de yer sıkıntısından dolayı belge imhasının önüne geçilememekte idi!

        Arşivlerimizdeki bu tasnif yokluğu ve dağınıklık yüzünden Osmanlı ve Cumhuriyet tarihlerinin eksiksiz şekilde yazılabilmesi bugüne kadar maalesef mümkün olmamıştır! İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Halil İnalcık, Cengiz Orhonlu, Şehabettin Tekindağ, Ömer Lütfi Barkan ve daha başka âlimler mükemmel eserler vermişlerdir ama tasnif noksanlığı, dağınıklık ve bazı arşivlerin kullanıma açık olmamaları yüzünden vârolan bilinmezlik, eserlerinin çok daha mükemmel şekilde olmasına mâni olmuş, bazı tarihî konular tahminlerle ifade edilebilmiştir.

        İsimlerini verdiğim tarihçiler ile diğer âlimlerin eserleri, bu yokluklara rağmen yazılmış olmaları sebebi ile tahminlerden de ötede kıymet taşımaktadırlar.

        KAPI KAPI DOLAŞMANIZ GEREKİR

        Arşivciliğimizin yarım asırdır devam eden teşkilâtlanma derdi, hafta başında çıkartılan ve Cumhurbaşkanlığı’na bağlı bir “Devlet Arşivleri Başkanlığı” kurulmasını öngören 11 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile çözüldü. Arşivler gelişmiş memleketlerdeki gibi devletin zirvesine bağlandı, Devlet Arşivleri Başkanlığı’na 540 adet uzman ve uzman yardımcılığı kadrosu verilerek Büyük Millet Meclisi ile Millî İstihbarat Teşkilâtı’nın dışında kalan bütün resmî kurumların ellerindeki belgelerin tamamını belli bir zaman sonra bu arşive devretmeleri mecburiyeti getirildi.

        Bu kararlar konu ile alâkadar olmayanlar için pek birşey ifade etmeyebileceği için, yapılan değişikliği herkesin anlayabileceği şekilde, bir örnekle izah edeyim:

        Önemli bir konuda araştırma yapmaya çalıştığınızda ihtiyaç duyacağınız belgelerin değişik arşivlere dağılmış olması yüzünden kapı kapı dolaşıp iğne ile kuyu kazmanız gerekir…

        Diyelim ki İstiklâl Savaşı’nın başlangıcı kabul edilen çok önemli bir hadiseyi, Mustafa Kemal Paşa ile arkadaşlarının 1919 Mayıs’ında Samsun’a gitmeleri konusunu incelemek istiyorsunuz…

        İlk gitmeniz gereken yer Osmanlı Arşivi’dir; burada muhafaza edilen Harbiye Nezareti Evrakı içerisinde hayli belge bulabilirsiniz. Ama aynı konudaki evrakın bir kısmı Ankara’daki Cumhuriyet Arşivi’ndedir ve Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun yolculuğu askerî bir faaliyet olduğu için ATASE’ye de giderek rica-minnet evrak istemeniz gerekir…

        Bütün bu arşivleri dolaşıp ihtiyacınız olan belgeleri topladınız diyelim… İşiniz bitmemiştir, zira Samsun yolculuğunun nihaî evrakı, yani Mustafa Kemal Paşa’nın Bandırma Vapuru’na binmesi sırasında elinde bulunan belgeler özel bir arşivde, Kâzım Karabekir Müzesi’ndedir!

        11 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi tamamiyle uygulanıp uzun seneler önce yapılması gereken arşivleri tek bir çatı altında toplama faaliyeti tamamlandığında bütün bu zorluklar da nihayet bulacak ve hevesli tarihçilerimiz Avrupa ile Amerika’nın “National Archives”, yani “Ulusal Arşiv” sisteminin benzeri bir sistemde ihtiyaç duyacakları her belgeye internet vasıtası ile evlerinden bile ulaşabileceklerdir.

        Şimdi, arşivlerimizin başındaki arkadaşlara nâçiz bir tavsiyede bulunacağım: Öncelikle ATASE ile Dışişleri Bakanlığı’nın elindeki evrakı, özellikle de eski harfli belgelerin tamamını hemen alıp Devlet Arşivleri’ne nakledin! Bu işi sıcağı sıcağına ve tereddüt göstermeden derhal yapın ki tasnifler bir an önce tamamlansın ve tarihimizin eksiksiz şekilde yazılabilmesinin ilk merhalesine girilebilsin!

        Ben, kırk küsur sene önce Sultanahmed’de, Vilâyet’in bahçesindeki bir binanın küçük salonunda başlayan arşiv maceramın geç kalınmış da olsa gereken yola girmiş olmasını görmekten dolayı hayli memnunum.

        Diğer Yazılar