Yılbaşı ile tanışmamızın öyküsü…
Yarın başlayacak olan yeni sene hayırlı olsun, hepinize mutluluklar ve başarılar getirsin…
Son zamanlarda hemen her sene bir öncekine göre daha fazla tartışılan “yılbaşı” ile ne zaman ve nasıl tanıştığımızı bilmem hiç merak ettiniz mi?
İmparatorluk devrinde, Türkiye’de ikisi resmî, dört ayrı yılbaşı vardı: Asırlarca kullandığımız hicrî takvimin ilk ayı olan Muharrem’in ilk günü ve 19. yüzyıldan itibaren uygulamaya koyduğumuz Rumî takvimin başlangıcı ve malî senenin ilk günü olan 1 Mart, nüfusun daha dar bir kısmının kullandığı, o zamanki ismi ile “Efrencî takvim”in ilk günü olan ve Katolikler’in kutladığı 1 Kânunsânî, yani 1 Ocak ile Rum vatandaşlarımıza mahsus olan ve genellikle 13 Ocak’ta gelen Ortodoks yılbaşı…
Yılın son ayı Zilhicce’nin çıkıp ilk ayı olan Muharrem’in gelmesiyle beraber yeni yıl da gelirdi ama o zamanın yeni senesi resmî ve dinî ağırlıklı mahiyetteydi.
Muharrem’in gelişinin, yani yeni yılın halk tarafından eğlencelerle kutlanması diye birşey zaten yoktu ve ufak-tefek resmî kutlamalar da genellikle sarayda ve büyük konaklarda yapılırdı. Başta sadrazam olmak üzere zamanın vezirleri ile devletin diğer büyükleri Muharrem’in gelişi münasebetiyle saraya gidip padişahı tebrik ederler ve her birine mevkilerine göre “muharremiyye” denen hediyeler dağıtılırdı. Hediye genellikle para olurdu ve devlet protokolündekilerin de maiyetlerindekilere aynı şekilde muharremiyye vermeleri âdetti.
Muharremiyye âdetinin temelinde yeni senenin gelişinin kutlanması değil, eski asırlardan, tâââ Dört Halife Devri’nden beri devam eden bir inanç vardı: Yeni yılın ilk günü alınan parada bereket olduğu ve uğur getireceğine inanılması… Bu sebeple o gün hemen herkes akrabalarından yahut yakınlarından meblâğı az da olsa bir miktar para kopartabilmeye çalışır, hatta bu iş şakaya varır, dostlarının istedikleri borcu o günün 1 Muharrem olduğunu unutarak verenler, karşısındakinin “Yeni seneniz hayırlı olsun!” diyerek parayı öpüp cebine atmasıyla hayrete düşer ve “Nasıl da fakabastım” diye kendilerine kızarlardı.
Muharrem ayının, yani yeni yılın gelmesi işte bu kadarlık bir eğlenceden ibaretti ama yeni seneyi en fazla bekleyenler, zamanın şairleriydi. O gün hükümdara ve devlet büyüklerine hitaben yeni senelerini kutlayan şiirler takdim edilir, okunup takdir görmeleri heyecan içerisinde beklenirdi. Bir-ikisi Türk Edebiyatı’nda seçkin yer edinmiş olan bu şiirlere de “Muharremiyye” denirdi ve yazılış maksatları aynı adı taşıyan meblâğları, yani kese içerisindeki altın “muharremiyye”leri alabilmekti.
1 OCAK NASIL ÜSTÜN GELDİ?
Derken, bu dört yılbaşından biri olan 1 Ocak, seneler sonra diğer üçüne galip geldi!
Biz, sosyal hayatımızdaki ilk büyük değişikliği 1839’da ilân edilen Tanzimat Fermanı’nın ardından yaşadık. Halkın sandalye ile tanışması, çatal-bıçak kullanmaya başlaması, nâdiren de olsa kadınlı-erkekli davetler verilmesi gibi o zaman için alışılmadık ve çok yeni olan davranışlar, günlük hayattaki değişikliklerin öncüleri oldu…
31 Aralık’ı 1 Ocak’a bağlayan geceye “yılbaşı” dendiğini ve diğer gecelerden daha değişik şekilde, en azından eğlenilerek geçirildiğini de yine Tanzimat sonrasında, başta İstanbul olmak üzere imparatorluğun diğer büyük şehirlerinde yaşayan yabancılardan ve sâkinlerini Avrupalılar’ın teşkil ettiği mahallelerden öğrendik.
Yılbaşı kutlaması ile ilk tanışan Türkler, bulundukları yerlerdeki Hristiyan cemaatle temasta bulunan ve o gece verilen davetlere katılanlar oldu ve bu davetlerde tuhaflıklar da yaşandı. Özellikle 19. yüzyılda yabancıların kaleme aldığı seyahatnameler, sakinlerinin çoğunluğunu Hristiyanların teşkil ettiği Galata taraflarındaki yılbaşı davetlerine iştirak eden Türkler’in nasıl şaşkınlığa düştüklerini eğlendirici üslupla hikâye ederler.
Milâdî yılbaşı, Tanzimat sonrasındaki sosyal yenilikler arasında en yavaş yayılanı oldu, zira yılbaşının 24 Aralık gecesi kutlanan Noel ile karıştırılmasından, Noel’in uzantısı sanılmasından, dolayısıyla da bir “Hristiyan bayramı” zannedilmesi ihtimalinden çekiniliyordu.
Türkiye’nin “yeni yıl” kavramıyla tam olarak ne zaman ve nasıl tanıştığını bilir misiniz?
26 Aralık 1925’te çıkartılan ve Milâdi takvimi “resmî takvim” yapan kanun sayesinde…