Utanç afişi!
Berbat bir soğuk algınlığı evden dışarıya çıkmama mâni olduğu için şehrin bazı yerlerine asılmış bu pankart ile karşılaşma bahtsızlığına uğramamıştım, dün günler sonra ilk defa çıktım ve pankartı görme azabını yaşadım!
Bu konu daha önce sosyal medyada gerçi şöyle bir tartışılmış ve bazı gazetelerde hakkında bir-iki haber çıkmıştı ama böyle bir ayıba dikkatleri daha fazla çekmenin şart ve hattâ vazife olduğuna inandığım için hadiseyi yazmadan edemeyeceğim:
Pankartın burada yer verdiğim fotoğrafında da görüyorsunuz: Bir partinin Fatih Belediye Başkan Adayı olan hanımefendi, Fatih’i Suriyeliler’e teslim etmeyecekmiş!
Üstelik, şimdi dar bir grup dışında bütün dünyanın mücadele ettiği nefret zihniyeti ile aynı olan ve buram buram nefret kokan bu pankart, bin küsur seneden buyana dünyanın en kozmopolit şehirlerinden olan İstanbul’da pervasızca asılıyor ve amatör bir siyasetçi “Beni seçtiğiniz takdirde Suriyeliler Fatih’te barınamayacaklar” demeye çalışıyor!
Ama, imlâdan bile bîhaber; “Suriyeliler’e” diye yazılması gereken ifadeyi “Suriye’lilere” hâline getiriyor, yani Türkçe’yi de eğiyor, büküyor, katlediyor!
İstanbul’un sokaklarına asılan pankartlardaki bu ifade, ırkçılık ile İslâm düşmanlığından kaynaklanan ve en son Yeni Zelanda’da yaşanan katliamları lânetleyen memleketlerin başında gelen, üstelik bu gibi sapık düşüncelerle mücadelenin bayraktarlığını yapan Türkiye’nin elini zayıflatacak akıl almaz bir düşüncesizliktir!
“Suriyeliler’in Fatih’te barınmalarına izin verilmemesi” ile neonazilerin, neofaşistlerin,vesairenin “Türkler” yahut “Müslümanlar dışarı!” sloganları ve yine bu sayfada gördüğünüz Türkler’i Avusturya’dan “süpürme” hevesindekilerin söylemleri ile hazırladıkları afişler arasında hiçbir fark yok gibidir! Özellikle de Christchurch’deki katliamın ardından devlet olarak en sert tepkiyi gösterdiğimiz günlerde İstanbul’un sokaklarında bir utanç paçavrası gibi dalgalanıp duran bu pankart karşı tarafa “Suriyeliler hakkında siz ne düşünüyorsanız, aynını biz de Müslümanlar için düşünüyoruz! Dolayısı ile lâf etmeden önce kendinize bakın!” deme hakkı tanır ve böyle bir suçlama karşısında cevap vermekte hayli zorlanırız!
ON ASIR ÖNCE GELİP KALDIK!
Nedense hep unutuyor yahut bilmezden geliyoruz: Türkiye bir göçmenler ülkesidir! Bizans’ın kurucuları da buraların insanı değildir, Batı’dan gelmişlerdir; bu toprakla onların ardından gelen bizler ve başka diyarların daha dünya kadar milleti için “daimî vatan” olmuştur ve gelenlerin hiçbiri geri dönmemiştir.
Dönmeyenlerin en başında da bizler varız: Yani 11. asırdan itibaren Asya’dan kalkıp batıya doğru yürüyen ve bu topraklara yerleşen Türkler!...
Üstelik, Türkiye gibi imparatorluk geçmişi olan ve imparatorluğun aslî unsurunun yaşadığı memleketlerin, eski toprakları üzerinde kurulmuş yeni ülkelerin halkına gerektiğinde kapılarını açıp evsahipliği etmesi normal bir hadisedir. Akın akın gelenlerin geri çevrilmesi hem tarihî sorumluluk sebebiyle, hem de insanî bakımından mümkün değildir. İstanbul gibi bin küsur seneden buyana imparatorlukların payitahtı olan bir şehirde her zaman için kalabalık bir mülteci nüfusun mevcut bulunmasının ve mültecilerin bugün de gelmelerinin bu yüzden tuhaf karşılanmaması gerekir…
Şimdi bütün önyargıları, yabancılara karşı yeni yeni hissedilen bıkkınlığı ve “precariat” denen endişeleri bir tarafa bırakıp kendi kendimize soralım ve cevabı da dürüstçe verelim: Suriyeliler’in memleketlerini terkedip buralarda perişan olmalarında bizim hiç mi sorumluluğumuz yoktur?
Hele, birkaç oy uğruna böylesine rezil bir kampanyaya tevessül edenlerin içerisinde Türkiye’ye kendileri de sonradan gelip yerleşenler mevcut ise, ortada ayıbın ve rezaletin daniskası var demektir!
Sahilyolu’nda bir utanç manzarası gibi asılı duran pankart. Türkler’in “süpürme” hevesindeki Avusturyalılar’ın hazırladıkları bir afiş! Bu afişteki zihniyet ile “Fatih’i Suriyeliler’e teslim etmeyeceğim” sözü arasında hiç fark yoktur!