Kadir Mısıroğlu
Kadir Mısıroğlu birkaç günden buyana yoğun bakımda yatıyor ve sosyal medyada hakkında neler söyleniyor, neler neler yazıyorlar!
Seksen küsur yaşında ve yoğun bakımda olan bir hasta hakkında “Gidiyooor!” diye sevinç çığlıkları atanları mı, ardarda galiz küfürler sıralayanları mı yoksa mizah yaptığını zannedip helva tarifi veren densizini mi ararsınız, hangisini?
Hepsi mevcut, hem de bol miktarda!
Mısıroğlu’nun hastahaneye kaldırılmasının ardından yazılanlar artık edepsizlik, seviyesizlik ve terbiyesizlik sınırlarının çok ötesine geçmiş, hayâ yahut haysiyet gibi kavramlar bir tarafa, insanlık sınırlarının bile dışına çıkmıştır!
Açık söyleyeyim: Kadir Mısıroğlu’nun, yazdıklarına ve söylediklerine senelerden buyana en fazla muhalefet edenlerden biri benim; hattâ fikirlerine karşı çıkmak hususunda belki de ilk sırada gelirim…
Zaten, o da hakkımda demediğini bırakmamıştır…
Ama o işler başka; sağlık meselesi, hem de günlerden buyana yoğun bakımda kalmayı gerektirecek derecede sıkıntı dolu bir vaziyet, bambaşka! Muarızı olduğunuz kişinin başına büyük bir dert, hele ağır bir hastalık geldiği takdirde geçmişteki didişmeler, çekişmeler, kavgalar ve sarfedilen ağır sözler artık hatırlanmaz; aklıbaşında olanlar sevinç krizlerine kapılıp “Oh olsun!” demeyi düşünmez bile!
Ama böyle mâkul davranışlar insanlık vasfını hâlâ muhafaza edenlere mahsustur, o vasfı çoktan beridir kaybetmiş olanlar ise dillerinin ucuna gelen hakaretleri peşpeşe ve pervasıza savurup dururlar…
Mesele sadece yoğun bakımda yatan Kadir Mısıroğlu’na hakaretler yağdırılması değil… Paris’te dünya mimarîsinin en tantanalı eserlerinden olan Notre Dame Kilisesi yanıyor, cep telefonunu eline alan veya bilgisayarının başına geçen bıçkın klavye delikanlısı yahut şirret hatun derin bir “Oooooh!” çekip “Aman ne güzel! Beter olsunlar!” diye döktürüyor! Neymiş; onlar bize bilmemne ettikleri için kiliseleri cayır cayır yanmış, uğradıkları belânın böyle bereketlisine sevinmek lâzımmış, memnun olmamak mümkün mü imiş?
Çüş ki ne çüş!
NEFRET TENEFFÜS ETMEK
Tamam, öyle baştan aşağı sevgi hisleri ile dolu bir cemiyet değildik, aramızda hoşlanmadığı kişinin gözünü oyma fırsatı bekleyenler hep mevcuttu ama şimdiki gibi sadece nefret teneffüs eden bir güruh hiç olmadık!
Başımıza tuhaf bir haller geldi; bazılarımız insaniyetten koşarcasına uzaklaşıyorlar ve insana, hayvana ve hattâ binalara, yani canlı-cansız herşeye karşı sadece nefret hissediliyor. Hayvan sevgisi bahsinde asırlar boyunca dünyayı kendine hayran bırakmış olan necip milletimiz bugün kedilerin gözlerini oyuyor, kuşların gırtlağını sıkıyor, köpekleri yavruları ile beraber ateşe atıyor, ateş bulamadığı takdirde bîçarelerin ayaklarını kesiyor. Bazıları da yaptığı bu zulümleri görüntülerini sosyal medyaya koyup kendisi gibi bir-iki mecnunun “beğenisini” alabilmek için kıvrım kıvrım kıvranıyor ve daha da önemlisi, bütün bu yaptıklarından zevk alıyor, haz duyuyor!
Kedi-köpek gördüğünde serî katile dönen e histen nasibini alamamış uçuklara hastalığın alay mevzuu yapılamayacağını, böyle bir işin insaniyetle bağdaşmayacağını, üstelik benzer bir derdin günün birinde kendi başlarına da gelebileceğini öğretebilmenin mümkinatı yoktur!
Toplumda gittikçe çoğalan, üstelik azıtarak artan bu nefret hissinin sebebi artık sosyologların araştırma konusu olmaktan çıkmış, çaresini psikiyatristlerin bulması gereken bir hastalık, bir salgın haline gelmiştir!
Fikirlerinin, söylediklerinin ve yazdıklarının hemen tamamına senelerden buyana şiddetle karşı çıktığım ama hiç karşılaşmadığım ve tanışmadığım Kadir Mısıroğlu’na şifa temenni ediyorum.