Ben bu adamı otuz küsur sene önce tanımıştım, öyle ciddiye alınacak bir herif değildir!
Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın Osmanlı Devleti hakkında edepsizce sözler etmesi üzerine Türkiye ayağa kalktı…
Başlıkta da söyledim: Ben, Mişel Avn’ı bundan 30 küsur sene önce tanımıştım. Adam o zaman da şimdiki gibi abukluklar edip ortalığı velveleye veriyordu, uçuklukları hâlâ devam ediyor, dolayısı ile de Avn’ı ciddiye alıp da hiddetlenmemize hiç lüzum yoktur!
Mişel Avn’ı, siyasî bir komedinin başrolünü oynadığı sırada tanımıştım…
1980’li senelerde Lübnan’da iç savaş bütün şiddeti ile devam ediyor, ne kadar dinî grup varsa birbirinin canını almaya çalışıyordu. İsrail ile Suriye menfaatleri gereği bu kanlı boğuşmada taraf olmuşlardı ve ateşin üzerine benzin döker gibi gidip işleri daha da karıştırıyorlardı… Lübnan’daki Filistinli gerillalar ile Filistin mülteci kampları İsrail’in hedefi idi, ülkenin kuzeyi işgalleri altında tutan Suriyeliler ikide bir Dürziler’i bombalıyorlardı; Hristiyan, Sünnî, Şii, ne kadar grup ve hizip varsa zaten hepsi birbirine girmişti…
Bütün bu hay-huy içerisinde 1988’e gelindi… Cumhurbaşkanlığı makamı aylardır boştu, zira seçimi yapacak olan parlamento bir türlü toplanamıyordu ve daha önceki cumhurbaşkanı bomba ile katledildiği için aday da bulunamıyordu. Başbakan Raşid Kerami birkaç ay önce görev süresi bitmek üzere olan Cumhurbaşkanı Emin Cemayel’e istifasını göndermiş ama bizzat gidip vermeye tenezzül etmeyip şoförüyle yollamıştı ve birkaç gün sonra bindiği helikopter bomba ile havaya uçuverdi!
Lübnan Anayasası’na göre cumhurbaşkanının Hristiyan, başbakanın da Müslüman olması gerekiyordu. Hristiyan Cumhurbaşkanı Emin Cemayel görevi bırakmasından hemen önce Amerika’da okumuş ve Avrupa bankalarında senelerce yöneticilik yapmış olan eski başbakanlardan Selim Hos’u 1987’de vekâleten başbakanlığa getirdi ama ertesi sene görev müddetini tamamlamasına 15 dakika kala bu defa Genelkurmay Başkanı General Mişel Avn’ı başbakan yaptı.
Lübnan bunun üzerine daha fazla karıştı, zira bir Hristiyan’ın başbakan olması anayasaya aykırıydı, üstelik Cumhurbaşkanı Cemayel başbakan Selim Hos’u azletmeyi unutmuş, Mişel Avn ise koltuğa sımsıkı sarılmıştı.
Beyrut’ta artık eşine emsâline pek rastlanmamış bir komedi oynanıyordu: Lübnan’ın iki başbakanı vardı… Selim Hos “Her kim ki Hristiyan başbakana hizmet ederse işinden olur” diyor, Mişel Avn da hemen “Müslüman başbakanın emirlerini yerine getirenleri fena yaparım” buyuruyordu…
O günlerde muhabir olarak Lübnan’da idim ve her iki başbakanla mülâkat yapmam farz olmuştu…
YALANDAN KİM ÖLMÜŞ? AMA, MECBURDUM!
Randevu taleplerim hemen kabul edildi fakat nasıl?
Selim Hos, beni Beyrut’un bir zamanlar dillere destan olan ama o senelerde perişan vaziyete gelen Hamra Caddesi’ndeki bir apartmanın dokuzunca katında kurduğu yeni başbakanlık makamında, sabahın yedisinde kabul edeceği haberini gönderdi. Mişel Avn’ın ofisinden de aynı gün sabah saat on birde şehrin Hristiyan tarafında bulunan Baabda’daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na gelmem söylendi.
Hos’un sabahın köründe gittiğim bürosuna nefes nefese girdim! Asansör güvenlik gerekçesi ile iptal edilmişti, bazı katların arasındaki merdivenlere kurulan barikatları atlamak gerekiyordu ve dokuzuncu kata çıktığımda perişan vaziyette idim…
Pencereleri kurşun geçirmez levhalarla kapatılmış yedi-sekiz metrekarelik bir odada görüştüğüm Selim Hos gayet nazikti, aklıbaşında sözler etti, meşru başbakanın kendisi olduğunu söyledi, işgal altındaki toprakları kurtarmaya öncelik verdiğini ve ikinci bir başbakan tâyinin sadece ayakbağı olduğunu anlattı, mülâkatın sonunda “O adama sakın gitmeyin, Lübnan’ın başbakanı benim” dedi, ben de “Tabii ki gitmeyeceğim. Meşru başbakan sizsiniz” cevabını verdim!
Müslüman başbakanın evinden yine katlar arasındaki barikatlardan atlaya atlaya ve koşarcasına çıktım. Mişel Avn ile Baabda Sarayı’ndaki randevuma zamanında yetişebilmek için Beyrut’un Müslüman ve Hristiyan kesimlerini ayıran Yeşil Hat’tı nasıl geçtiğimi hatırlamıyorum!
Baabda Sarayı aslında Lübnan’ın Cumhurbaşkanlığı sarayı idi ama ortada cumhurbaşkanı kalmadığı için General Avn binayı başbakanlık olarak kullanıyordu. Binanın önünde zırhlı bir araç vardı, kapıda sadece birkaç asker duruyordu, içeride de Mişel Avn ile iki-üç sekreterden başka kimse yoktu… Avn’ın hükümeti de kendisinden ve tayin ettiği iki bakandan ibaretti, zira can korkusu yüzünden hiç kimse bakan olmak istemiyordu ve Mişel Avn başbakanlığın yanısıra on-on iki bakanlığa da vekâleten bakıyordu!
Karşımda mâkul düşünmediği her tavrından belli olan bir sinir kumkuması vardı! Önce, diğer başbakanın “katil olduğunu” söyledi! Selim Hos’un adamlarını gönderip kendisini ve bakanlarını öldürmek istediğini iddia etti, bakanları katledilseler bile başbakanlığı bırakmayacağını ve bütün kararları tek başına alacağını anlattı, sonra Selim Hos’un dediklerinin aynını neredeyse kelimesi kelimesine tekrar edip “Meşru başbakan benim, işgal altındaki toprakları kurtarmaya öncelik veriyorum ama ikinci başbakan sadece ayakbağı oluyor!” dedi.
Esti, gürledi, uzun uzun aslında olmayan askerî gücünden bahsetti ve sözlerini Selim Hos gibi “Sakın o adama gitme! Meşru başbakan benim” diye bitirdi. Mişel Avn’a da “Tabii ki gitmeyeceğim” cevabını verdim ve aynı memleketin farklı başbakanları ile yaptığım mülâkatlar gazetemde birkaç gün sonra yanyana yayınlandı!
Bu yazı ile beraber hem Avn, hem de Hos ile çekilen fotoğraflarımı da yayınlamak istedim ama kimbilir nereye koydum! Saatlerce aradım, bulamadım!
Lübnan’daki bu başbakanlık oyunu iki sene devam etti. Selim Hos bir ara cumhurbaşkanı vekili oldu, 1998’de iki sene daha başbakanlık yaptı…
Ama, Mişel Avn’ın hakkını yemeyeyim: Lübnan’daki Suriye işgaline son verebilmek için hayli çaba gösterdi fakat muvaffak olamadı. Suriye birliklerinin 1999 Ekim’inde Baabda Sarayı’na saldırmaları üzerine Fransız Büyükelçiliği’ne sığınıp Lübnan’ı terketti, Fransa’da 15 sene boyunca mülteci olarak yaşadı, memleketine 2005’te dönüp yeniden siyasete girdi ve 2016’da Cumhurbaşkanı seçildi…
Şimdilerde de işte böyle saçmalamakla meşgul…