Türk'ün Türk'ten başka dostu var mıymış?
Önemli üniversitelerimizden birinin rektörü olan arkadaşım anlattı:
İstanbul’da bu ayın sonunda uluslararası bir akademik kongre düzenleyeceklermiş. Böyle toplantılarda katılımcıların ilmî hazırlıklarını tamamlayabilmeleri için aylar öncesinden davet edilmeleri âdettendir, öyle yapmışlar, yurtdışından gelecek olan hocalarla yazışıp hepsinin teyidlerini almışlar…
Derken kongrenin zamanı yaklaşmış ve rektör dostuma Avrupa’dan beklediği bilim adamlarının ardarda iptal mesajları gelmiş! Mesajlarda “Kusura bakmayın ama İstanbul’daki kongreye iştirak edemeyeceğiz. Bu daveti kabul etmemiz Türkiye’nin Suriye’de başlattığı harekâtı onaylamış olmamız anlamına geleceği için katılmaktan vazgeçtik ve İstanbul programımızı iptal ettik” deniyormuş.
Adamların mantığına bakın! Nasıl beceriyorlarsa beceriyor, Barış Pınarı Harekâtı ile bilimsel bir kongre arasında bağlantı kuruyor ve Türkiye’ye gelmelerinin operasyonu destekledikleri şekilde anlaşılacağı kanaatine varıp “Biz yokuz!” diyorlar…
Rektör dostumun yerinde olsam bu kafadaki adamlara “Başta valideniz madam olmak üzere bütün familyanıza en derin hürmetlerimi ve yedi ceddinizin hatırasına da emsalsiz muhabbetlerimi iletmenizi istirham ederim” diye yazardım ama onda o nezaket nerdeee? Yazmaz!
Son günlerde dört bir taraftan “Harekât konusunda yabancı kamuoyunu yeteri kadar aydınlatamadık. Avrupa ve Amerika basını ile iletişime gerekli ağırlığı vermedik. Kamuoyunu ve basını bilgilendirme işini düzgün şekilde yapabilse idik Batı’nın desteğini alabilirdik” gibisinden eleştiriler geliyor…
Boş lâflar!
Geçmişte tanıtım, iletişim, lobicilik, vesaire gibi alanlarda ciddî çalışmamamız, işin içine eşi-dostu sokmamız ve tanıtımın önemini de bir türlü kavrayamadığımız için defalarca çuvalladık ama son senelerde böyle olmadı, noksanlarımızı farkettik ve noksanlarımızı öğrenme bahsinde hayli yol aldık. Elimizden geleni yaptık fakat istediğimiz neticeyi bir türlü alamadık, birkaç ülke dışında yabancı kamuoyunu ve basını lehimize çeviremedik.
Barış Pınarı Harekâtı’ndaki haklılığımızı anlatma bahsinde de böyle oldu…
Sebep bizim beceriksizliğimiz değil dünyanın, özellikle de Batı’nın Türkiye’ye bakışıdır. Öyle saklamaya, gizlemeye falan gerek yok: Batı bize iyi gözle bakmaz, hattâ pek hoşlanmaz; zaten sadece şimdilerde değil, geçmişte de hep böyle bakmıştır. Ağzımızla kuş tutsak, hattâ adamların ayaklarının altına cennet-i âlâyı bile sersek herifleri ikna edemeyiz! Anlamamak için inat ederler, ayak direrler, anlasalar bile bize hak vermezler, binbir bahane ile karşı çıkıp demediklerini bırakmazlar ve onların akıntısına kapılmış olan devletçikler de tırıs tırıs efendilerinin yolundan yürürler.
Dolayısı ile bugün ortada iletişim işinde zayıflığımız yahut beceriksizliğimiz falan yoktur; meselenin temelinde eskilerin ifade ettikleri ve gayet doğru olan iki kural mevcuttur: “Gâvur gâvurluğunu yapar” ve “Küfür, tek millettir”!..
Hani dilimizden düşmeyen “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” diye bir söz vardır ama söylediğimizde bazıları kızar, “Böyle modası geçmiş, çağdışı lâflar edip saçmalama! Ne demek hiç dostumuzun olmaması? O iş eskidendi! Devir artık dostluk, kardeşlik devridir, zaten biz de onlardan olduk, aramızda fark kalmadı!” derler ya…
“Yapma, etme, söyleme, konuşma!” diyenlere şimdi sormak lâzım: Gavur gâvurluğunu hâlâ yaptığına göre Türk’ün Türk’ten başka dostu var mıymış, yok muymuş? Şayet varsa nerelerde kaldılar?