Jeoloji ulemâsı 21 senedir hep konuşuyor ama İstanbul'un burnunun dibindeki bu faydan bir defa olsun bahsetmediler!
Önceki gece, sabah üçe dört dakika kala deprem oldu! Sallantı çok şükür hafif ve kısa sürdü ama o saatte ayakta olanları heyecanlandırdı, yataklarında mışıl mışıl uyuyanlardan bazılarını ayağa fırlattı ama dışarıdaki virüs tehlikesinin korkusu milletin kendini sokağa atmasına mani oldu ve deprem salgın endişesi yüzünden kaynadı, gitti…
1999 âfetinden buyana hissettiğimiz her sarsıntının ardından depremin büyüklüğünü ve merkezinin neresi olduğunu öğrenmek için Kandilli Rasathanesi’nin sitesine bakardım. Dün de hem Kandilli’nin, hem de AFAD’ın sitelerine gireyim dedim…
Sarsıntının şiddeti hakkında verilen bilgiler hesaplamalar henüz tamamlanmadığından olacak ilk bir-iki saat içerisinde değişip durdu ve nihayet sabitlendi. Ama o da ne? Kandilli depremin şiddetini 4.1 diye gösterirken önceki gece ilk defa girdiğim AFAD’ın sitesi 3.8’de karar kıldı. Bu yazıyı yazdığım sırada, yani depremin ardından 24 saat geçtikten sonra da iki ayrı sitede şimdi bu farklı rakamlar yeralıyor!
“Aynı deprem hakkında Türkiye’nin bu konu üzerinde çalışan en önemli iki kuruluşunun böyle başka başka sayılar vermesinin mutlaka bilmediğim, profesyonel bir sebebi olmalı” dedikten sonra, önceki gece meydana gelen son depremin ardından kafamı kurcalayıp duran bir başka meseleden bahsedeceğim…
Kandilli de, AFAD da merkez üssü olarak Karadeniz’i gösteriyor ama AFAD daha ciddî bilgiler veriyor ve depremin Karadeniz sahilindeki Arnavutköy’den 18,24 kilometre ileride meydana geldiğini söylüyor. Hattâ o yeri hemen herkesin bir bakışta anlayabileceği kadar basit bir harita vasıtası ile gösteriyor...
Meselenin önemli tarafı işte burası, yani depremin İstanbul’un kuzeyinde, karanın 18,24 kilometre ötesinde, yani Karadeniz’de olması…
1999 âfetinden sonra TV’lerde aylarca hemen her gün arz-ı endâm eden ve sonraki senelerde de çehrelerini seyredip seslerini dinlemekten bizleri çok şükür mahrum bırakmayan jeoloji, sismoloji, jeofizik vesaire gibi yerküre ile alâkalı ilimlerin erbâbından, deprem belâsının altında “fay” denilen musibetin yattığını öğrenmiştik. Fay olan yerde deprem olurdu, fay kırılınca zangır zangır sallanırdık, Türkiye bir fay cehennemi idi; Kuzey Anadolu, Güneydoğu, Ege ve Marmara fay ile dolu idi ve İstanbul’un altını üstüne getirecek olan depreme de Marmara’daki faylar sebep olacaktı…
Üstadlardan seneler boyu sadece bunları değil kırıkların çeşitlerini, ters kırıkları, eğim atımlı normal kırıkları, doğru dürüst adam gibi kırıkları, yamuk, belâ, kıvırtık, bilmemne kırıkları, vesaireyi de öğrendik ve sayelerinde jeolojinin daha başka alanlarında bile bilgi sahibi olduk! Hepimizin jeolog, sismolog, bilmemneolag olmasına ramak kalmıştı!
SİZLERİ TAM 21 SENEDİR DİNLİYORUZ!
Yıllarca bütün bunları dinleyip ezberledik fakat üstadların bir konuda hepimizi cahil bıraktıklarını önceki gece farkedebildik: Depremler faylardan kaynaklanıyorsa Karadeniz’de, Arnavutköy’ün 18,24 kilometre ötesindeki sarsıntının sebebi de oralardaki fay yahut faylar olmalıydı ama Karadeniz’deki, özellikle de Karadeniz’in batı tarafındaki faylardan bize kimseler bahsetmedi! Bu fayları mutlaka biliyordunuz, hattâ sadece birbirinize hitap eden akademik yayınlarınızda belki bahisleri bile geçmişti fakat işin erbâbı olmayanlar bilmiyordu!
Meh-cemâlinizi Marmara Depremi’nin üzerinden geçen 21 sene boyunca elhamdülillâh sık sık gördük, ekrana çıktığınızda geceler boyu evimizin başköşesindeki misafir kanepesine bağdaş kurup yerleştiniz, millet gün oldu annesinden, babasından, hattâ çoluk-çocuğundan daha fazla sizleri gördü, ettiğiniz kelâmı titreyerek dinledik, söyledikleriniz içimizi kararttıkça kararttı, bu seneler zarfında beraber yaşlandık, teşerrüf ettiğimiz günlerde doğan çocukların çoğu şimdi üniversiteyi bitiriyorlar…
İyi güzel de, bu 21 sene içerisinde sadece Marmara’da değil, Karadeniz’de, hem de İstanbul’un sadece 18 kilometre ötesinde de fay olduğunu söylemek, bu fayları ekranlarda her seferinde âlimâne tavırlarla gösterdiğiniz haritalarda işaret etmek, gazetelere verdiğiniz keramet dolu demeçlerinizde bunlar hakkında bir-iki kelime olsun edivermek hiç mi aklınıza gelmedi?
Belki “Karadeniz’deki faylar önemsizdir” diyebilirsiniz ama o fayların sebep olduğu deprem İstanbul’u sallıyor, yerkabuğunun çıkardığı canhıraş ses işitenleri akıl tutulmasına uğratıyor, sarsıntı milleti sabahın üçünde yatağından korku içerisinde kaldırıp “Kırk katır mı, kırk satır mı” misâli deprem ile dışarıdaki Koronavirüs arasında seçim yaptırtıyor ya!
Sevsinler böyle ulemâyı, kurban olsunlar!