"Sosyal mesafe"nin Türkçesi "Uzak dur!" veya "Kimseye yaklaşma!"dır, "izolasyon"a da "tecrit" denir
Koronavirüs derdi çıktı çıkalı bol bol tıbbî terimin yanısıra Batı dillerinden alınıp Türkçeleştirilmiş kavramlarla ve sloganlarla tanıştık…
Bu kavramların özellikle ikisi, son bir ay içerisinde dilimize pelesenk oldu: “Sosyal mesafe” yahut “fiziksel mesafe” ve “izolasyon”…
“Sosyal mesafe” ibaresini ilk işittiğimde şöyle bir irkilmiştim, zira “Başkaları ile aranızdaki sosyal mesafeyi koruyun” sözü bana geçmişte yaygın olan “alt sınıftan olanlardan uzak durulması” gibisinden sevimsiz bir tavsiyeyi hatırlatmıştı.
Hani 20. asrın ortalarına kadar İngiliz hâkimiyetinde bulunan Hindistan’da İngilizler “sahip”, yerli halk da “parya” idi; her iki milletin arasında aşılmaz bir mesafe vardı, İngilizler’e ait mekânların kapısında “Hintliler giremez” levhaları asılıydı ya, sanki o günler gelip de çatmış gibi hissettim…
Bu kadarla kalsa âmennâ! “Sosyal mesafe” kavramı hatırıma Amerika’da 1960’lara kadar vârolan siyah karşıtlığı ile Güney Afrika’da ortadan ancak 1990’larda kalkabilen ırkçı yönetimi, tuvaletlere kadar her tarafta asılı duran “Beyazlara mahsustur” veya “Siyahlar giremez” tabelâlarını ve benzer rejimleri getiriyordu ve getirmeye devam ediyor!
Şimdi her gün defalarca işittiğimiz “araya sosyal mesafe koyma” kavramını biz İngilizce’deki “social distancing” sözünden aldık, alırken mânâyı sakatlayıp “Senin kalitende olmayan insanlarla sakın hâââ temas etme!” diye anlaşılabilecek şekilde Türkçeleştirdik…
“Sosyal mesafe” kavramının hiç durmadan işitilir olması üzerine bu ibârenin Batı’da ne zaman ve ne maksatla kullanılmaya başladığını merak ettim. Merakımı sağolsun, yakın bir dostum giderdi ve Hacı Bayram Üniversitesi’nin sosyoloji hocalarından Prof. Dr. Ayşe Canatan’ın bu konudaki bir bilgi notunu gönderdi.
Prof. Canatan “sosyal mesafe”nin sosyoloji literatüründe geçtiğini, bu ifadenin toplumdaki “ayrıcalıklılar ile diğerleri”, “göçmenler ve diğerleri” ve farklı sosyo-ekonomik düzeylerdeki kişilerin arasındaki farklılığı göstermeye yaradığını, yani hastalık kapmamakla alâkasının bulunmadığını, bambaşka bir mânâsının bulunduğunu anlatıyor.
Kavramı, Amerikan üniversitelerindeki ilk sosyoloji kürsülerinden birini kuran Emory Bogardus 1920’lerde başka gruplardaki insanlara karşı hissedilen kabul ve yakınlık derecesini ölçebilmek maksadıyla ortaya atmış ve kavram yine ilk dönem Amerikan sosyolojisinin meşhur ismi Robert Park tarafından geliştirilmiş.
Hoca “sosyal mesafe”nin Koronavirüs salgınında sosyolojik anlamından tamamen farklı bir hâle geldiğini, kâfi açıklama yapılmaması yüzünden insanların virüsten korunabilmek için başkalarından en az iki metre uzak durmaları gerektiğini yeterince anlamadıklarını ve “sosyal izolasyon” kavramının salgında kullanılması ile de bir başka hatâ yapıldığını söylüyor. Sonra, TV’lerde sürekli şekilde işitilen “sosyal mesafeyi koruyun” ve “sosyal izolasyona dikkat edin” ifadeleri yerine “Aranıza fiziksel mesafe koyun, birbirinize iki metreden fazla yaklaşmayın, dokunmayın” gibi kolay şekilde anlaşılabilecek sözlerin gerektiğini yazıyor.
Prof. Canatan’a burada kısaltarak kullanmak zorunda kaldığım bilgileri gönderdiği için teşekkür ederim…
Sırası gelmişken söyleyeyim: Eski asırların büyük derdi cüzzam sebebi ile uygulanan ve aslında “kişiyi toplumdan dışlamak” demek olan “sosyal izolasyon” hakkındaki en eski ve en sert, aynı zamanda da karantina ile alâkalı ilk kurallar, “Eski Ahit”te, yani Tevrat’ta geçer…
Merak ettiğiniz takdirde, Tevrat’ın ilk beş kitabının üçüncüsü olan “Levililer”in 13. Bâb’ını birinciden 59. âyete kadar, yani baştan sona okuyun… Salgın korkusunun toplumu hastalara karşı nasıl vahşîce davranmaya mecbur bıraktığını ve cüzzamlıların neler çektiğini öğrenir, büyük ihtimalle dehşete kapılırsınız…
HEM HASTAHANEDE, HEM HAPİSHANEDE…
Koronavirüs illeti yüzünden Fransızca bir kelimeyi, “izolasyon” sözünü de sık kullanır olduk:
Son günlerin en fazla işitilen sözlerinden biri olmasına rağmen, bu ifadeyi hemen herkesin bildiğini ve anladığını hiç zannetmiyorum.
“İzolasyon”un Türkçesi, “tecrit”tir!
Eskiden hastahanelerde bulaşıcı hastalığa yakalanmış olanlar diğer hastalardan ayrı bir yere kondukları zaman “tecride alındı” derlerdi; zaman geçti, modernleştiğimizi düşündük, Batı dillerindeki “izole” tabirini kullanmaya başladık, neticede “tecride almak” tecrit edildi, “izole etmek” ve “izolasyon” revaç buldu.
Ama, “tecrit” sözü bir başka mekânda hâlâ kullanılıyor: Cezaevlerinde!
Cezaevine düşenler birkaç sene öncesine kadar oradaki ilk gecelerini tecritte geçirirler, yani tek başlarına kalacakları hücremsi bir odaya kapatılırlar, koğuşa ertesi gün nakledilirlerdi…
Bu uygulama hâlâ mevut mu bilmiyorum…
Tecrit bugün cezaevlerinde disiplin cezası olarak uygulanıyor, cezaevi idaresi kurallara riayet etmeyip kabahat işleyen mahkûmlara belli bir süre için “tecrit” yani yalnız bırakılma cezası veriyor, mahkûm koğuştan alınıp başka bir mekâna götürülüyor ve ceza müddetince orada “zindan içinde zindan” misâli tek başına tutuluyor.
Cezaevlerindeki tecrit, edebiyatımıza da girmiştir; meselâ Nazım Hikmet’in gayet iyi bilinen “Bugün Pazar / Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar” mısralarının geçtiği şiirinin ismi “Bir Cezaevinde, Tecritteki Adamın Mektupları”dır ve şiir tecritteki mahkûmun yalnızlığını anlatır.
“Tecrit”i “izolasyon” yaptığımız gibi “social distancing” ile “physical distancing” sözlerine karşılık ararken Türkçe’nin imkânlarını akıl edemedik, “sosyal mesafe” ve “fiziksel mesafe” diye soğuk, tatsız, hiçbir derinliği olmayan, üstelik buram buram tercüme kokan kavramlar uydurduk…
Bir dilde kabul görmüş olan kelimeler ve deyimler hatâlı şekilde kullanılsalar bile artık değişmez, öylece kalırlar; ama yine de söyleyeyim:
“Sosyal mesafeyi muhafaza edelim” gibisinden tuhaf ifadenin yerine “Kimseye yaklaşma!” ihtarı veya “Uzak dur!” uyarısı merâmı anlatabilmekte mutlaka çok daha tesirli olurdu!