Sevr paranoyası
Dün, Türk Tarihi’nin en meş’um, en rezil ve en pespaye utanç belgesi olan ve Mustafa Kemal Paşa’nın başlattığı İstiklâl Harbi ile kazandığımız büyük zaferin neticesinde tarihin çöplüğüne bir daha çıkmamacasına attığımız Sevr Andlaşması’nın imzalanmasının 100. yıldönümü idi…
Sevr, hâlâ kurtulamadığımız büyük, çok büyük bir paranoyadır!
Türkiye 1920’de başlayan ve 1922’de süngülerimizin nihayete erdirdiği bu paranoyayı atlatmaya maalesef bir türlü muvaffak olamıyor. Sevr, Demokles’in kılıcı gibi tepemizde sallanmaya devam ediyor; Batı dünyası ile en ufak didişmemiz bile bize “Sevr hortladı” dedirtiyor, hele aleyhimizde bir ittifak kurulmayagörsün, millet olarak Sevr’in yeniden hayat bulduğunu düşünüyoruz.
Ve daha garibi: Türkiye’nin kuruluş ve vâroluş belgesi olan Lozan’dan bile, Sevr’i dilimize doladığımız kadar bahsetmiyoruz! Lozan’ın “mağlubiyet” olduğunu iddia eden bir-iki uçuk gerçi arada bir çıkıyor, onlara lâf yetiştirmeye tenezzül edenler de karşılık verebilmek için hemen Sevr’e sarılıyorlar ve iş dönüp dolaşıp “Sevr şöyle fena idi, böyle belâydı ama onu yırtıp attık, işgale son verdik, bağımsızlığımızı elde ettik, sonra da Lozan’ı imzaladık” minvâlinde gidiyor ve böyle tartışmaların temeli hâlâ Sevr’e dayandırılıyor.
Sevr, Birinci Dünya Harbi’nin galibi olan müttefik devletlerin savaşın beş mağlûbuna dayattığı teslimiyet andlaşmalardan biri idi. Almanya’ya 28 Haziran 1919’da Versailles’da, Avusturya’ya 10 Eylül 1919’da Saint-Germain’de, Bulgaristan’a 27 Kasım 1919’da Neuilly’de, Macaristan’a da 4 Haziran 1920’de Trianon’da mağlûbiyet andlaşmaları imzalatılmış, hesaplaşmada en sona bırakılan Türkiye musibetten nasibini 10 Ağustos 1920’de almış, İstanbul’un gönderdiği üç murahhas, zillet dolu andlaşmayı Paris’in porselenleriyle meşhur banliyösü Sevres’deki fabrikanın konferans salonunda, o gün öğleden sonra saat dördü sekiz geçe imzalamışlardı.
Ama, Sevr, öteki mağlûplara imzalatılan andlaşmalardan tamamen farklıydı; diğer andlaşmaların hiçbirinde Sevr’deki kadar sert hükümler yoktu! Sevr bir yenilgi belgesi değil, Türkiye’yi tamamen ortadan kaldırabilmek için insafsızca kaleme alınmış bir yoketme projesi idi!
SEKİZ AYRI SEVR VARDIR
Daha önce de yazmıştım, sırası gelmişken tekrar edeyim:
Biz, Sevr’in müttefikler ile Türkiye arasında imzalanmış tek bir andlaşma olduğunu zannederiz ama Sevr bir “andlaşmalar serisi”dir ve 10 Ağustos 1920’de bir değil, sekiz adet Sevr Andlaşması imzalanmıştır:
1. Müttefikler ile Türkiye arasındaki andlaşma.
2. İngiltere, Fransa ve İtalya’nın Anadolu hakkında imzaladıkları üçlü andlaşma.
3. Müttefikler ile Polonya, Romanya, Sırp-Hırvat-Slovak Devleti ve Çekoslovakya arasında imzalanan sınırlarla ilgili andlaşma.
4. Müttefikler ile İtalya, Polonya, Romanya, Sırp-Hırvat-Slovak Devleti ve Çekoslovakya arasında imzalanan andlaşma.
5. İtalya ile Yunanistan arasındaki andlaşma.
6. Müttefikler ile Yunanistan arasında Trakya konusunda imzalanan andlaşma.
7. Müttefikler ile Ermenistan arasındaki andlaşma.
8. Yunanistan ve Bulgaristan’ın imzaladıkları karşılıklı göç andlaşması.
Türkiye’de “Sevr” dendiğinde bu sekiz andlaşmanın sadece ilk sırasındaki metin bilinir, o andlaşma kastedilir ve o gün imzalanan diğer andlaşmalar hakkında bizde henüz bir çalışma yapılmamıştır.
Ve yine sırası gelmişken, sık sık yaptığımız bir başka hatâyı daha düzelteyim:
Sevr Andlaşması’nın altında hep tekrarladığımızın aksine Damad Ferid Paşa’nın imzası yoktur! 20. yüzyılın ilk çeyreğindeki “en ebleh, en düşüncesiz ve en şuursuz devlet adamı” unvanlarını kimselere bırakmayacak derecede basiretsiz olan Ferid Paşa andlaşmanın imzalanması sırasında sadrazam, yani başbakandır ama delege değildir; Sevr’i Türkiye adına imzalayanlar üç kişidir: O zamanlar “Meclis-i Ayân âzası” yani “senatör” olan Hâdi Paşa ile şair Rıza Tevfik ve Türkiye’nin İsviçre’deki ortaelçisi Reşad Halis Beyler...
BİTMEYEN BİR HİSTERİ
Sevr Türkiye’de bir histeri hâlindedir, bu histeri her 10 Ağustos’ta zirveye yükselir ve son senelerde daha da artmıştır!
Dün de öyle oldu ve basınımız yine “Maaşallah” dedirtti: Gazeteler, Sevr sanki harfiyyen uygulanmış ve hâlâ yürürlükte imiş gibi bir feryad, bir figan içerisinde idiler ki, sormayın! Yazılanlara bakarsanız Türkiye şu anda sanki Sevr yüzünden bin parçaya bölünmüş vaziyetteydi, dört bir tarafı işgal altında idi; Türkler’e sadece bir avuç toprak lûtfedilmişti, Damad Ferid haini ile hempaları hâlâ işbaşında idiler ve hele o saray yok mu, o saray!..
Sanki, yüz sene öncesinin o meş’um günlerindeydik!
Birinci Dünya Harbi’nin diğer mağlûpları uğradıkları yenilginin ardından imzalamak zorunda bırakıldıkları andlaşmaların yıldönümlerini bizim gibi unutulmaz ve önemli bir tarih hâline getirmemişlerdir. Versailles Andlaşması’nın imza günü olan 28 Haziran, Almanya’da sadece tarih kitaplarında kalmıştır. Vaziyet diğer mağlûplarda da böyledir; 10 Eylül Avusturya’da, 27 Kasım Bulgaristan’da, 4 Haziran da Macaristan’da geçmişin artık sadece uzmanlarca bilinen kara günlerinden biridir ve o günlerin bir ağlayıp sızlama yıldönümü hâline getirilmesi kimselerin hatırına gelmez.
Peki, başlattığımız Millî Mücadele sayesinde resmen uygulanma imkânı bulamayan ama İstanbul’un ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinin işgali ile fiilen uygulamaya konmaya çalışılan Sevr’in getirdiği paranoyadan hâlâ çıkamamızın sebebi ne idi?
İlk sebep, imparatorluğun yıkılmasının getirdiği ânî şaşkınlıktı. Türkiye o zamana kadar hem tarihinde, hem de psikolojisinde en büyük kırılma noktasını teşkil eden 93 Harbi’nde uğradığı büyük bozgundan çok daha büyüğünü Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşamış; payitahtı, yani başkenti bile işgale uğramış ve bütün bu ıztırapların ardından gelen Sevr belâsı halkın şuurunu, şuuraltını, velhâsıl herşeyini bozmuştu.
Sevr’in hükümlerini iki sene sonra, Yahya Kemal’in ifadesi ile “kan ve ateşle” sildik. Kazandığımız büyük zafer Sevr’in sebep olduğu şaşkınlığı zamanla tamamen ortadan kaldırabilirdi ama buna imkân bulamadık!
Bulamadık, zira Sevr gibi bir musibeti bile kamplaşma ve ideoloji vasıtası haline getirdik! Bugün, Cumhuriyet’in ilk seneleri ile ilgili hemen bütün tartışmalar Sevr’e dayandırılır; Sevr sadece tarihî değil, siyasî tartışmaların bile olmazsa olmazıdır ve paranoya bu yüzden sürüp gitmektedir.
Başımıza gelen büyük dertleri ve tarihimizin en büyük musibeti olan Sevr’i tabii ki unutmayacak; o günlere niçin, nasıl ve kimlerin hatâları yüzünden geldiğimizi bilip yapılan hatâlardan mutlaka ders alacağız ama bu işi bir ağlama, inleme, hemen herşeyin ardında Sevr zihniyeti arama ve “Hortluyor, hortladı, tekrar gelmek üzere, aha da geldi!” gibisinden yersiz korkulara kapılmamak şartı ile…
Sevr’in imza tarihinden sadece 20 gün sonra, her 30 Ağustos’ta iki büyük zaferin, Malazgirt ile Büyük Taarruz’un yıldönümlerini kutlayan Türkiye’ye böyle bir paranoya hiç yakışmıyor!