Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        AKM nihayet açıldı ve açılışta yeni besteletilen Sinan Operası sahnelendi...

        Küçük bir rahatsızlık davetli olduğum AKM’ye gitmeme mâni oldu ama TRT’nin açılış törenini ve Sinan Operası’nın tamamını canlı olarak yayınlaması sayesinde hem konuşmaları hem de operayı dinleme fırsatını bulabildim...

        Şimdi, klasik müzik çevrelerini hayli hiddetlendireceğimi bilerek, Sinan Operası hakkındaki kanaatlerimi açıkça yazıyorum...

        Sinan’ı anlatan kitapların en mükemmeli hem önemli bir ressam, hem de aynı şekilde önemli bir edebiyatçı olan Abidin Dino’nun “Sinan. Bir Düşsel Yaşamöyküsü” isimli eseridir ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın açılış konuşmasında Abidin Dino’ya yaptığı atıflar da bu kitaptandır.

        Dino, eserinin girişinde “İstanbul şehrinin fethi 1453’te başlamış ve Süleymaniye’nin bittiği güne kadar sürmüştür. ...Sinan, Kostantiniyye’yi İstanbul yaptı. Şehrin müjdelediğini tuttu” der...

        Ama, operada böyle bir Sinan mevcut değildi ve libretto, yani operanın sözleri Sinan’ın önemine yakışmayacak amatörlükte idi! Mimarın meslekî ağırlığı bir tarafa bırakılmış, nerede ise herşey camiin zamanında yetişmeme ihtimali, harcanan paralar, masraf defterleri, vesaire gibi maddiyat üzerine kurulmuştu.

        Librettonun rahmetli Halit Refiğin aynı isimli senaryosundan hareketle yazıldığı söyleniyor ama tanıdığım ve bildiğim rahmetli Halit Bey gibi bir sinema üstadının bu temelde bir senaryo yazacağına, yani Kanunî’yi aceleci ve tehditkâr bir malsahibi, Sinan’ı da acemi müteahhit seviyesine getirmiş olacağına hiç inanmıyorum!

        REKLAM

        Sinan Operası’nın müziğine gelince...

        Türk bestecilerinin pek meraklı oldukları ama klasik formdaki eserlerde kulak tırmalayan modern armoni Sinan’da çok şükür yoktu; yaylı ağırlıklı orkestra partileri uyumlu ezgilerle bestelenmişti...

        Ama ya sözlü bölümler, yani solo, düet ve koral kısımlar?

        Bu bölümlerden tek bir nağme hatırlayabilene aşkolsun!

        Her operada opera ile pek alâkası olmayanlara sıkıcı gelebilecek bölümler vardır. Uzayıp giden solo aryalar, düetler yahut koro partileri anlamayana sıkıntı verir ama bütün meşhur operaların dinleyiciyi bir anda etkisi altına alan, kısa zamanda hafızalara nakşolan, yani kendiliğinden ezberlenen unutulmaz nağmeleri vardır.

        Meselâ, Verdi’nin Rigoletto’sundan “La donna e mobile”, Nabucco’sundan “Va Pensiero” yani “Esirler Korosu”, Bellini’nin Norma’sından “Casta Diva”, Giacomo Puccini’nin “Gianni Schicchi” sinden “O Mio Babbino Caro”, Georges Bizet’nin Carmen’inden en başta Habanera ile “L’Amour est un Oiseau Rebelle” olmak üzere birçok müzik ve arya, aynı bestecinin İnci Avcıları’ndan “Je Crois Entendre Encore”, Alfredo Catalani’nin La Wally’sinden “Ebben”, vesaire...

        Batı klasiklerinin bu kadar eskilerinden örnek göstermeme gerek yok; operanın hafifi sayılan operetlerde de vaziyet aynıdır. Son dönemin en tutulan operetlerinden olan Andrew Lloyd Weber’e ait Opera’daki Hayalet’inin tema müziği diye bilinen “In sleep he sung to me, in dreams he came” parçası herkesin dilindedir. Bir Türk operetinden de örnek vereyim: Cemal Reşid’in tâââ 1933’te bestelediği “Lüküs Hayat”ı ve operetteki aynı isimli şarkı...

        REKLAM

        Lüküs Hayat’ın “Şişlide bir apartıman /Yoksa eğer hâlin yaman” diye başlayan kısmını bilmeyen herhalde çok az kişi vardır...

        Ben, Sinan Operası’nda böyle hatırda kalabilecek tek bir nağme bulamadım... En sonda Yahya Kemal’in “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiirinin üzerine giydirilen Segâhımsı koralde bile...

        KABUL EDELİM, YAPAMIYORUZ!

        Gönül, Türkiye’de de dört başı mamur operalar bestelenmesini tabii ki istiyor ama maalesef olmuyor! Sadece operada değil, müziğin bütün formlarında! Devletin tahıl satarak döviz elde etmeye çalıştığı en fukara günlerinde çoksesli müziğe her türlü desteği vermesine ve desteğin neredeyse doksan senedir hâlâ devam etmesine rağmen netice yok! Çoksesli müziği ideolojik bir kavram olmaktan çıkarıp bizde besteleen eserlerinin reklâmını kendi kendimize yapmayı bırakarak artık kabul edelim: Bu müziğin Türkiye’deki ilkleri ile yaşıt sayılabilecek Dimitri Şostakoviç, Olivier Messianen, Aram Haçaturyan, Samuel Barber yahut Benjamin Britten gibi dünya çapında bir besteci yetiştiremedik! Zira, operanın yaygın olduğu memleketlerin musiki kültürleri ile aramızda asırlar vardı!

        Dolayısı ile operalarımız da böyle bize mahsus oluyor, AKM’nin açılışına giden bazı arkadaşlarımın ifadesi ile önce tebessüm ettiriyor ama dakikalar ilerledikçe azap hissettiriyor!

        Ben, güllü, minyatürlü ve all-penbeli Sinan Operası’nda eserin bütününü tam olarak ifade edebilen tek bir sözlü kısım hatırlıyorum: “Sıfıra sıfır, elde var sıfır”!...

        Diğer Yazılar