Büyük devlet olmanın şartı "para bellum"dan, yani savaşa hazır olmaktan ve kendi silahını yapmaktan geçer
İspanya Başbakanı Pedro Sanchez geçen gün Türkiye’de idi.
Madrid’de yayınlanan ve İspanya’nın en etkili gazetesi olan El Pais, Başbakan Sanchez’in Ankara’da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile yaptığı görüşmede ele alınan bir konu hakkında önemli bir haber verdi: Türkiye, İspanya’ya mega uçak gemisi ile yeni denizaltılar inşası alanında işbirliği teklif etmişti.
Teklifin ne netice vereceğini şimdiden tahmin edebilmenin zorluğuna rağmen, İspanya ile aramızda savunma işbirliğinin başta Yunanistan olmak üzere bazı ülkeleri rahatsız etmesi, Erdoğan ile Sanchez’in görüşmesinin ardından Yunan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias’ın İspanya’dan Türkiye’ye silâh satışı yapmamasını istemesi ve Fransa’nın da bu çağrıyı desteklemesi gayet doğru bir iş yaptığımızı gösteriyor...
Daha önce de yazmıştım, tekrar söyleyeyim: Tanktan uçağa, mermiden rokete, tüfekten denizaltıya varıncaya kadar silâhlarımızın tamamını kendimiz imal etmeden “büyük devlet” olduğumuz iddiasında bulunmak aslında bir hayalden ibarettir ve bu hayalin gerçek hâlini alabilmesi için silâh nâmına hemen herşeyi bizzat yapabilmemiz şarttır! Zira “büyük devlet” sadece ekonomik değil, askerî alanda da güçlü olan devlettir, yani etkili bir silâh sanayiinin mevcudiyetini gerektirir.
Türkiye, bu alanda maalesef hayli geç kaldı. 1920’lerden itibaren Nuri Demirağ ve Vecihi Hürkuş gibi idealist girişimcilerin sivil ve askerî havacılıkta başlattıkları çabalar akim bırakıldı, hattâ bir zamanlar imal ettiğimiz ve Fransa’ya bile sattığımız uçakların yapımı durduruldu, havacılık sanayiimize her nedense son verildi ve zamanla uçağın tekerleğini bile binbir türlü dil dökerek dışarıdan almaya mahkûm edildik. Atatürk’ün 11 sene boyunca İçişleri Bakanlığını yapan ve İstanköy doğumlu olduğu için Ege’yi mükemmelen bilen Şükrü Kaya’nın, Ege Denizi’nde günün birinde Türkiye’nin aleyhinde birşeyler yaşanabileceği endişesi ile bir başlattığı çıkartma gemileri projesi 1938’de görevden ayrılmasının ardından rafa kaldırıldı, üstelik bu proje hakkında bugüne kadar maalesef ciddî bir araştırma da yapılmadı. Silâh işine giren özel sektöre, meselâ Nuri Killigil’e engel üstüne engel çıkartıldı ve Killigil’in fabrikası elim bir âkıbete uğradı!
Neticede, 1960’lardaki Kıbrıs hadiselerinde elimiz-kolumuz bağlı şekilde oturduk, müdahaleye kalktığımız anda Amerikan Başkanı Johnson’un 1964 Haziran’ında zamanın başbakanı İsmet Paşa’ya gönderdiği tehditlerle dolu mektubu hazmetmek zorunda kaldık ve senelerce Amerika’nın gönderdiği eski-püskü silâhları “yardım” diye kabullenip oturduk.
Türkiye, silâh alanındaki yabancı boyunduruğunu son senelerde imal ettiği İHA’lar, SİHA’lar ve yine kendi üretimi olan bazı savaş araçları ile artık ciddî şekilde kırmaya başladı; üstelik insansız hava araçları sanayiinde sadece dışarıdan değil, içeriden de gelen engellemelere rağmen dünyanın sayılı güçlerinden biri olmayı başardı.
ON ALTI ASIRLIK ÇOK DOĞRU BİR SÖZ
Kendi silâhımızı kendimiz yapma işinde neredeyse bir asır boyunca devam eden umursamazlıkla dolu bir gecikmenin ardından bugün geldiğimiz nokta gelecek için mükemmel bir başlangıçtır ve İspanya’ya müştereken yapmayı teklif ettiğimiz uçak gemisini tek başımıza imal ettiğimiz gün, hakikaten “büyük devlet” olabildik demektir.
Dördüncü asrın sonlarında yaşayan Romalı yazar Publius Flavius Vegetius’un “Si vis pacem, para bellum” diye meşhur bir sözü vardır ve şair Abdülhak Hamid’in büyükbabası, doktor, şair ve devlet adamı Abdülhak Molla bu sözü “Hazır ol cenge eğer ister isen sulh ü salâh”, yani “Barış ve rahat istersen, savaşa hazır ol” diye tercüme etmiştir...
Vegetius’un sözü, söylenmesinin üzerinden on altı asır geçmiş olmasına rağmen geçerliliğini, haklılığını ve doğruluğunu hâlâ muhafaza ediyor.
Bir devletin “büyük devlet” olabilmesi için silâhını kendisinin imal etmesi öyle güç merakı, emperyalizm hevesi yahut yayılmacılık politikası falan değil, vârolma şartıdır!