Perapalas'ta kâbus
Ahmet Hakan, Netlix’in yeni dizisi “Pera Palas’ta Gece Yarısı”nın başrol oyuncusu Hazal Kaya’nın oyunculuğundan nefret ettiğini yazınca sosyal medyada kıyamet koptu...
Bu dizide sadece oyuncuların yeteneklerinin değil, ciddî şekilde tartışılması gereken bir başka husus daha var: Dizinin temelini teşkil ettiği iddia edilen kitap ile dizi arasında hakikaten bir münasebet olup olmadığı...
Diziyi izledi iseniz, her bölümünün sonundaki jenerikte “Based on the book ‘Midnight at Pera Palace’ by Charles King”, yani “Charles King’in ‘Pera Palas’ta Gece Yarısı’ isimli kitabına dayanmaktadır” ibâresinin yeraldığını görmüşsünüzdür. Sözkonusu diziyi konu alan bazı yazılarda ve haberlerde de “Pera Palas’ta Gece Yarısı”nın bu kitaptan uyarlandığı söyleniyor, kitaptan “Charles King’in romanı” diye bahsediliyor ve aynı sözleri dizinin yapımında görev alanlar da verdikleri mülâkatlarda tekrar ediyorlar.
Kısaca söyleyeyim: Netflix’te yayınlanan bu dizi ile Charles King’in kitabı arasında hiçbir münasebet yoktur! Benzerlik sadece dizi ile kitabın isimlerinin aynı olmasıdır, daha doğrusu dizinin yapımcılarının adamın kitabının ismini alıp kullanmalarıdır, o kadar!
Charles King’in kitabının alt başlığı “The Birth of Modern Istanbul”, yani “Modern İstanbul’un Doğuşu”dur ve eser dizide olduğu gibi öyle pattadanak geçmişe gidip Mustafa Kemal Paşa ile Paşa’nın çevresinde gelişen maceralara dalmış bir hatunun hikâyesi yahut roman falan değil, ciddî bir tarih kitabıdır. Konusu hem İstanbul’un hem de Türkiye’nin 1920 sonrasında yaşadığı sosyal değişimlerdir ve bu değişimler bazı dönemler için Pera Palas merkez edinilerek belge ve kaynak desteği ile gayet renkli şekilde anlatılmaktadır.
Kitabın yazarı da zaten romancı, hikâyeci yahut senarist değil, Georgetown Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler profesörüdür; ihtisas alanı Doğu Avrupa ile Karadeniz havzasıdır ve bu bölgeleri konu alan çok sayıda eseri vardır...
“Pera Palas’ta Gece Yarısı” 2014’te New York’ta yayınlanmıştı, orada yaşayan bir arkadaşımın “Bu kitap hoşuna gider” demesi üzerine birkaç hafta sonra getirtip hemen okumuştum ve hakikaten hoşuma gitmişti. Hattâ, kitabı o günlerde Habertürk Televizyonu’nda yaptığımız Tarihin Arka Odası’da da göstermiştim ve şayet yanılmıyor isem, program arkadaşım Prof. Erhan Afyoncu ile böyle rahat anlaşılabilen tarih kitaplarının bizde niçin yazılamadığını tartışmıştık...
Ayşen Anadol’un Türkçe’ye tercüme ettiği kitap hemen ertesi sene, yani 2015’te Kitap Yayınevi’nden şık bir baskı ile çıktı. Charles King, Türkçe yayın için kaleme aldığı önsözde eserinin yazma sürecini ve modern Türkiye’nin tarihyazımı hakkındaki kanaatlerini anlatıyordu...
“Pera Palas’ta Gece Yarısı” isimli kitap işte budur ve bu kitap ile Netflix’teki dizi arasında yukarıda da söylediğim gibi esinlenme, temel alma yahut senaryolaştırma gibisinden hiçbir bağlantı mevcut değildir. Bilimsel bir kitabın renkli çağrıştırımlar yaptıran adı alâkasız bir diziye isim olarak verilmiş ama “Dizini temeli bu kitaptır” diye aslı olmayan bir iddiada bulunulmaktan çekinilmemiştir!
ANLAYABİLMEK NE MÜMKÜN?
Yetenek konusunda sadece “Pera Palas’ta Gece Yarısı”ndaki oyuncuların değil, diğer dizilerde rol alanların kabiliyetleri ile beraber tartışılması gereken bir başka mesele daha var: Diksiyonların bozukluğu, yani oyuncuların Türkçe’yi doğru dürüst konuşamamaları!
Dizi ve film sektörümüz son senelerde gözle görülür aşama kaydetti, çekimler yabancı ortaklar sayesinde nisbeten düzeldi ve dizilerimiz yabancı pazarlarda hayli müşteri buluyor.
Ama ortada bir sanat olayı değil, ortaklıklar sayesinde elde edilen ticarî bir başarı var ve bazı alanlarda, öncelikle de senaryo yazımında hâlâ emekliyoruz. Senaryoların çoğu adapteye dayandığı için özgünlükten fersah fersah uzakta, zaten doğru dürüst bir senaristimiz hâlâ mevcut değil, bomboş bakışlar dakikalarca uzayıp gidiyor ve bıktırıcı sahneler tüketim toplumunun heveslerini tetikleyen görüntülerle kurtarılıyor.
Dizi oyuncularına sirayet etmiş olan diksiyon problemi, yani konuşmalarındaki sakalet bilmem dikkatinizi çekti mi?
“Pro-dental” olan, yani ağzın ön tarafından, dişler ve dudaklar vasıtası ile telâffuz edilmesi gereken Türkçe’de sesler yabancı gibi konuşma özentisinin de etkisi ile “post-dental” denen dil ve gırtlak kullanılarak çıkartılır hâle geldi; araya tuhaf burun nağmeleri giriyor, üstelik bilmemnereye bilmemne yetiştirecekmiş gibi koşarcasına konuşuyorlar, harfler ve heceler hiç durmadan yutuluyor. “Ş”ler “s”ye dönüyor, “Teşekkür ederim” değil “tesekkür ederim” diyorlar, “ç” de gitmek üzere, uzun telâffuz edilmesi gereken sesli harfler kokona Türkçesi misâli artık kısa kesiliyor, meselâ “Pera Palas’ta Gece Yarısı”nın başrollerinden olan “Hâlit”in uzun “â”sı da kısaltılınca isim “Agop” misâli “Halit”e dönüyor ve özellikle de hanımların sarfettikleri cümlelerin son birkaç hecesini anlamak artık imkânsız!
Bu derdin mükemmel örneklerinden biri Hazal Kaya’nın bozuk diksiyonu ve neredeyse her cümlenin başında “Yaaaaa!” demesidir ve sadece onun değil, bazı erkek oyuncuların konuşmaları da “Msfa Kmal Pşa ııbıjımıttrfşpjjjjfsssssssızzm?” gibisinden uzayıp giden, Çekçe’yi yahut Lehçe’yi andıran bir hışırtıyı, yere vurulan bir çuval cevizin takırtısını andırmaktadır!
Diksiyon dersi almamış oyuncuların, özellikle de hanım oyuncuların söylediklerini anlamak böylesine bir dert ama bu işin eğitimini görmüş bazı erkeklerin konuşmalarına da “Eveeeeeet, demek kiiiii, böyleeeeeee! O haldeeeeeeee, sizinleeee annnlaşmakkkkkkk, zorrrrrrrr, olacakkkkkkkkk!” gibisinden doğallıktan uzak, gereksiz vurgularla dolu yapmacık, soğuk, buz gibi teatral bir garabet hâkim.
Son günlerdeki yetenek tartışması tek bir oyuncunun kabiliyeti ile sınırlı kalmamalıdır; dizilerde rol alan diğer oyuncuların da yeteneklerinin yanısıra diksiyonlarının da sorgulanması ve öncelikle anadillerini doğru dürüst konuşmayı öğrenmelerinin sağlanması şarttır.
Charles King’in kitabının orijinal baskısı ve Türkçe tercümesi.